Ve Liman Ve Mücadele Ve Özgürlük Ve Zafer Ve Zeki Ve Serdar Ve Enver Ve Kadir Ve Murat Ve Ömer

Bazen bir söz, bazen birkaç kelime, bazen bir cümle ciltler dolusu kitaptan çok daha fazla, çok daha derin anlamlar taşıyabiliyor. Tıpkı bir jest, bir mimik, bir yüz, el ya da vücut hareketi gibi. Bu gerçeği henüz küçük bir çocuk iken fark etmiştim. İlerleyen yaşlarımda nice olaylarda, nice karelerde, nice sahnelerde yeniden, yeniden yaşadım bu gerçekliği kimi zaman çok sarsıcı biçimlerde.

İşte o en sarsıcı anlardan ikisini,  bir kez daha Liman işçisi kardeşlerimin sayesinde yaşadım. Birincisi, birkaç kelime: Ömer’in, gazetemizin geçen sayısında yayınlanan yazısında/mektubunda kullandığı üç kelime: “Özgürlüğe giden yol”

Ömer o yazıda, yaşadıkları süreci, hem işçi sınıfının bir bireyi olarak, hem direnişçi kolektifin bir parçası olarak, hem aynı zamanda diğer (direnmeyen)  işçilerin arkadaşı olarak o kadar net ve çarpıcı bir biçimde ifade etmiş ki, başka söze gerek bırakmıyor. Ama bu üç kelimenin o yazıdan, o yazının sahibinden, diğer direnişçi işçilerden, Mersin Limanı’ndan, Mersin’den, Türkiye’den de öte büyük, derin bir anlamı var. Ömer işçi sınıfının mücadelesinin kendisini, o mücadele ister direniş olsun, ister grev olsun, ister fabrika/işyeri işgali olsun, hangi biçimde olursa olsun bir özgürlük yolu olarak tanımlıyor. Bundan daha veciz, daha net, daha çarpıcı, daha sarsıcı bir ifade olabilir mi?

İkincisi ise, 27 Kasım’da Adana’da onlar için yapmış olduğumuz dayanışma etkinliğinde bizimle birlikte olan Zeki, Serdar, Enver ve Kadir’in onları katılımcıların karşısına, sahneye çağırdığımızda yüzlerindeki mütebessim ve muzaffer ifade. Bu ifadenin benzerini diğer işçi kardeşlerimizin yüzünde de; eylem çadırında olsun, Mersin’de düzenlenen etkinlikte olsun birkaç kez yakalamıştım. Ama bu seferkinde, biraz da ne kadar yakın da olsa başka bir şehirde olmanın, bambaşka ama çoğu onlara ve mücadelelerine hayran hayran bakan yüzlerle, gözlerle karşılaşmış olmanın verdiği şaşkınlık ve memnuniyetin de izi vardı. İşte dedim içimden ve dışımdan da diğer katılımcılarla paylaşarak “Zafer budur!”

Mersin liman işçileri zaferi kazanmıştır. Eylemlerinin sonucu ne olursa olsun, direnişleriyle, kararlılıklarıyla, tevazularıyla, dostluklarıyla, içtenlikleriyle sadece Mersin limanındaki işçilere değil, İskenderun, İzmir, Trabzon’dakilere de, Pire, Manchester, Halifax, Beyrut, Kahire limanındakilere de. Sadece liman işçilerine değil dünyanın her yerinde sınıf gücüyle, alınteriyle bütün güzellikleri yaratan, şimdilik sınıf kardeşlerinin yanında saf tutmasalar da, yarın, öbür gün tutacak, elbet bir gün kendi iktidarlarını kuracak olan dünyanın bütün işçilerine!

Bana, bize bir kez daha yaşattıkları bu duygu, verdikleri bu ders için ne kadar teşekkür etsem, etsek azdır. Onlar çoğunlukla bana “hocam” diye hitap ediyor. Oysa sadece benim değil, hepimizin hocası, ustası, umudu, yarını onlar. Hepimizin geleceği, “yarin yanağından gayri her yerde, her şeyde hep beraber” olacağımız dünyanın kurucusu onlar!

Zeki’yi, Serdar’ı, Enver’i, Kadir’i, Murat’ı ve Ömer’i ve diğer 29 yoldaşımızı, dostumuzu, kardeşimizi, Pierre Jean de Bêranger’in sanki yıllar yıllar öncesinden kendileri için yazmış olduğu şiirle selâmlıyorum, selâmlıyoruz:

Yolun düşerse kıyıya bir gün
Ve maviliklerini enginin seyre dalarsan
Dalgalara göğüs germiş olanları hatırla
Selâmla, yüreğin sevgi dolu
Çünkü onlar fırtınayla çarpıştılar
Eşit olmayan savaşta
Ve dipsizliğinde enginin yitip gitmeden
Sana liman gösterdiler uzakta.”

Selâm olsun! Patronundan, sarı sendikacısına, hainine, ikiyüzlüsüne, Ahmet Arif’in deyişiyle  “engereklere, çıyanlara, aşımıza, ekmeğimize el koyanlara”, her türlü engele rağmen “özgürlüğe giden yol”da yürümeyi tercih edenlere,  “hürriyeti yazan ellere, dizen ellere”, özgürlüğün meşalesini bugünden yakan, zaferin tacını bugünden örenlere SELAM!

* Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Aralık 2011 tarihli 26. sayısında yayınlanmıştır.