Rojava'nın evcilleştirilmesi
Toz duman dağıldı, her şey berraklaşmaya başladı. DAİŞ’in (IŞİD-IBSİD) Kobani (Kobanê) kuşatması, Rojava’nın evcilleştirilmesi yolunda kullanıldı. Gerçek gazetesi, YPG sözcülerinin ABD ile işbirliği içinde olduklarını açıkladıkları anda Kürt hevallerimizi uyarmıştı: “Emperyalizmle işbirliği özgürlük getirmez”, bu sitede 17 Ekim günü yayınlanan bir “karşı manşet” yazısının başlığı idi. (http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/emperyalizmle-ittifak-ozgurluk-getirmez.) Ne var ki, ABD komuta merkezi ile YPG arasındaki işbirliği konusundaki açıklamayla aynı günlerde başka gelişmeler de yaşanmakta olduğu daha sonra ortaya çıkacaktı. Bu gelişmeler, bir bütün olarak alındığında Rojava’nın Barzanileştirilmekte olduğunu ortaya koymaktadır. Rojava evcilleştiriliyor. Ortadoğu’daki çeşitli gericilikler karşısında bir umut ışığı olan bir oluşum olmaktan çıkıyor; aynen Barzani’nin yönetimindeki Kürdistan Bölgesel Yönetimi gibi ABD’nin (ve bugün belirli sürtüşmeler yaşanıyor olsa da zamanla muhtemelen Türkiye’nin) himayesinde bölgede emperyalizmin ve müttefiklerinin gerici düzeninin bir parçası olarak varlığını sürdürecek bir birim olmaya doğru evriliyor. Açıklanmış olan askeri işbirliğinin yanı sıra ABD ile PYD Eşbaşkanı Salih Müslim arasında yapılan görüşmeler, Duhok toplantısı, ABD’nin Kobani’ye havadan silah yardımı ve peşmerge için koridor açılması hazırlıkları bu gelişmenin şimdilik görünen yüzleridir. Evcilleştirme sürecinin tamamlanmış olduğunu söylemek için henüz çok erkendir. Tamamlanmasını engelleyecek güç ise Kürt halkının bağrındaki devrimci dinamiklerdir. Bir yandan Rojava içindeki devrimci dinamikler; bir yandan da, daha da önemlisi, Türkiye Kürtlerinin bağrında var olan ve Türkiye’nin Kürt illerinde 6 Ekim’de başlayan Kobani serhildanı ile su yüzüne çıkan devrimci enerjinin taşıyıcısı olan toplumsal ve siyasi güçler.
ABD emperyalizminin taşeronu Barzani
Türkiye solu 6 Ekim’de başlayıp bir haftaya yakın süren Kobani serhildanı konusunda, her zamanki gibi ah vah eder ve ezilme edebiyatıyla oyalanırken, Gerçek sitesi yitirdiğimiz canları anmanın ve yeni ölümleri engellemek için hükümeti eleştirmenin yanı sıra o bir hafta boyunca ortalığı saran kargaşanın içinde olan biteni devrimci dinamikleriyle birlikte tahlil etmeye çalıştı. Bu tahlil “Tozun dumanın arasından görülebilen” başlığını taşıyan üç yazılık bir dizi ile yapıldı. Daha sonra Gerçek gazetesinin Ekim sayısında olan bitene ikirciksiz biçimde teşhis koyan iki yazı yayınlandı: Biri yalın biçimde “Serhildan” başlığını taşıyordu. Öteki ise bizim imzamızla “Gezi isyanından Kobani serhildanına”. Bu son iki yazı da şimdi sitemizde yayınlanmış bulunuyor. Bu yazılara yukarıda sözü edilen “Emperyalizmle işbirliği özgürlük getirmez” yazısı eklendiğinde bunlar bir bütün olarak Kobani kuşatmasının ve Kobani serhildanının anlamını kavramak bakımından önemli bir temel sağlıyor.
Ama berraklaşma bundan sonra başladı. Tam YPG sözcüsünün ABD ile askeri işbirliğini açıkladığı günün ertesinde, 14 Ekim tarihinde Irak’ın kuzeyindeki Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarında Duhok kentinde Mesud Barzani’nin çağrısıyla yeni bir süreç başlatıldı. Bu sitede ABD ile askeri işbirliğini ele alan yazı, YPG sözcüsünün “geçici olarak şeytanla bile işbirliğine girmek zorundaydık” üslubunda konuşmadığını, anlattıklarından pek memnun, neredeyse gururlu olduğuna işaret ediyordu. Bunun nedeninin işbirliğinin askeri alanda operasyonel bir biçimle sınırlı olmadığı, aslında askeri işbirliğinin siyasi alanda gelişmekte olan bir işbirliği hazırlığının ifadesi olduğu şimdi Duhok toplantısı ile ortaya çıkmış bulunuyor. “Tozun dumanın arasından görülebilen” dizisinin “Barzani ne işe yarar?” altbaşlığını taşıyan üçüncüsü, şöyle bitiyordu: “Barzani gerçekten ne işe yarar? ABD’nin Ortadoğu’daki mutemet adamı olmaya mı?” Duhok toplantısı bu soruya yeniden “evet” cevabını vermemiz gerektiğini ortaya koyuyor.
Kısaca özetleyecek olursak, Duhok toplantısı, öncü gücü PYD olan Tev-Dem adlı cephe ile Suriye Kürtlerinin Barzani yanlısı güçlerinin birliği olan ENKS’yi Barzani’nin himayesi altında bir araya getiren ve Rojava’yı bu iki gücün ortaklığı temelinde yeniden şekillendirmeyi önüne koyan bir görüşmedir. Bu görüşme, anlaşmazlıkların bir türlü giderilememesi dolayısıyla dokuz gün sürmüştür. Basına yansıdığı kadarıyla anlaşmazlık noktalarının ne olduğunun iyi bilinmesi gerekiyor.
İlk anlaşmazlık noktası kanton sistemidir. Barzani yanlısı ENKS kanton sisteminin yerine Demokratik Kürt Yönetimi (Kürdistan Bölgesel Yönetimi adını çağrıştıran bir ad) veya Siyasi Yönetim adını taşıyan tek bir yönetici organ üzerinde ısrar etmiştir. Bunun amacını iyi anlamaya çalışmak gerekir. Barzanici hareket Rojava’nın bugüne kadar geliştirdiği ilerici ne varsa onu cisimleştiren siyasi yapıyı yıkmak, yerine kendisinin daha baştan söz sahibi olacağı bir yeni yapı kurmak istemektedir. Biz “Rojava devrimi” kavramını hiç kullanmadık. (Nedenine aşağıda döneceğiz.) Ama bu kavramı her gün kullananların o “devrim”in siyasi yapılarına meydan okuyan bir gelişme karşısında susuyor olması en basit ifadeyle hayret vericidir. Sonuç ne olmuştur? Basında Duhok’u en yakından ve dikkatle izleyen Cumhuriyet muhabiri Mahmut Oral’ın haberlerine göre, PYD’ciler kanton sisteminden vazgeçmediği için ikili bir yapı üzerinde anlaşma olmuştur. Kantonlar muhafaza edilmekle birlikte onların bağlı olacağı, yani onların üzerinde yer alacak 30 (ya da 31) kişilik bir üst siyasi mekanizma kurulacaktır. Burada PYD yanlısı Tev-Dem ile Barzani yanlısı ENKS 12’şer üye ile temsil edilecek, geri kalan üyelikler etnik ve dini azınlıklara verilecektir. Şimdi işin en önemli yanına geliyoruz: Bu kurul, kurucu meclis olarak çalışacak ve yeni bir anayasa yapacaktır. Bunun anlamı, Rojava’nın siyasi yapısının Barzanicilerin talepleri doğrultusunda sil baştan düzenlenmesidir. İleride güç dengeleri ve PYD yanlılarının tutumu ne olur, şimdiden bilmek elbette mümkün değildir. Ama Rojava’nın siyasi yapısının yıkılmasına kapı açılmış bulunuyor.
İkinci anlaşmazlık noktası silahlı güç sorunudur. Barzaniciler YPG/YPJ hattının temsil ettiği bağımsız silahlı güç karşısında Rojava’nın askeri gücüne de el koymak istiyor. PYD’ciler ENKS yandaşlarının YPG’yi Rojava’nın ordusu olarak tanımasında ve oraya katılmasında ısrar ederken Barzaniciler yeni bir silahlı gücün kurulmasını, YPG’nin de oraya katılmasını talep ediyor, o zamana kadar da kendi silahlı güçlerini bağımsız tutmaya çalışıyorlar. Askeri gücün siyasi iktidar bakımından taşıdığı önem göz önüne alınırsa, bu aslında biraz önce kantonlar üzerine yapılan tartışma hakkında söylediklerimizin yeni bir ifadesidir. Barzaniciler, Temmuz 2012’de doğan ilerici Rojava’nın kazanımlarını söküp alabilmek için silahlı gücün karakterini değiştirmek, yeni orduda hâkimiyeti ele geçirmek istiyorlar. Bu yeni ordunun peşmerge tarafından eğitilmesinin ve bir bakıma onun uzantısı olarak biçimlendirilmesinin Barzanicilerin ana hedefi olduğu konusunda kimsenin kuşkusu olmamalı.
Bu bakımdan peşmergenin Türkiye’de açılacak bir koridor aracılığıyla Kobani’ye geçirilmesinin anlamını iyi değerlendirmek gerekir. Bunun esas hedefi Kobani’nin DAİŞ’e karşı yeni güçlerle takviye edilerek güçlendirilmesi değildir. Esas hedef YPG’nin hâkimiyetine karşı Barzanici bir askeri gücün Kobani’de (ve zamanla Rojava’da) hâkim kılınmasıdır. Bu analizimizi biraz fazla zorlama gibi görenlere şu olguyu hatırlatalım: Kobani Savunma Bakanı İsmet Şeyh Hassan New York Times’a verdiği demeçte, Kobani’nin insana değil, silah ve mühimmata ihtiyacı olduğunu söylemiştir. Sadece bu kadar da değil. Cumhuriyet muhabiri Mahmut Oral, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Peşmerge Bakanlığı Müsteşarı Cabir Yaver ile röportaj yapmıştır. Müsteşar “YPG peşmerge istemedi, ikna ettik” açıklamasını yapmıştır (Cumhuriyet, 22 Ekim 2014). DAİŞ kuşatmasına rağmen YPG’nin peşmerge istememesinin nedeni ne olabilir? Tabii ki Barzani’nin silahlı gücüyle Kobani’deki siyasi güç dengelerini değiştirme niyetine karşı tedbir almak. Bu durumda açık konuşalım: DAİŞ’ten kurtulmanın Rojava için maliyeti Kobani’nin Barzani tarafından işgal edilmesi oluyor!
Rojava tehlikede! Rojava’nın çok önemsenen siyasi yapısı ve askeri gücü, ABD’nin bölgedeki mutemet adamı Barzani’nin eline düşmenin eşiğine gelmiş durumda. Uyanmanın vaktidir. Kahramanlık menkıbeleri Kobani şehitlerini anmanın ötesine geçip siyasi süreçleri gizlemeye başladı mı gerici bir karakter kazanır.
Ölümü göstererek sıtmaya razı etmek
Kobani kuşatması henüz yeni başlarken, Türkiye devleti DAİŞ’in elindeki rehineleri takas yoluyla geri alıp ABD ile koalisyon pazarlıklarını kızıştırmışken, DAİŞ’i Kobani kuşatması konusunda el altından desteklemeye başlamışken Gerçek sitesinde bir yazımız yayınlandı. Başlığı “Rojava’yı köleleştirmeden rahatlamayacaklar” idi. Yazı Rojava’nın köleleştirilmesinin tek yolunun bu ilerici ve umut yaratan deneyimi ezmek olmadığını, bunun yanı sıra Türkiye’nin Rojava denen oluşumu kendi politikasına tâbi kılması, Suriye rejimini devirme politikasının yedeğine alması olabileceğini temel fikir olarak işliyordu. DAİŞ kuşatması sayesinde Türkiye Rojava’yı ölümü göstererek sıtmaya razı etmeye çalışıyordu. Devrimci İşçi Partisi, özellikle 6-7 Ekim serhildanından itibaren tehlikenin DAİŞ’in Kobani’yi fethetmesinden ziyade Rojava’nın emperyalist düzen tarafından teslim alınması olduğuna iyice kanaat getirmişti.
Tarih bu öngörüyü farklı bir yoldan doğrulamış bulunuyor. Rojava’yı ölüm karşısında sıtmaya razı eden Türkiye değil, daha atak davranan, Barzani’yi kullanmakta daha cesur olan ABD emperyalizmi olmuştur. Duhok toplantısının doğrultusu Rojava’nın geleceğini belirleyecek olursa, Rojava bir süre sonra gerek Ortadoğu politikası, gerekse Kürt sorunu açısından farklı bir karakter kazanacaktır. Ortadoğu politikası açısından Rojava aynen Barzani’nin PDK’si gibi ABD emperyalizminin bir aracı olarak işlev taşıyacaktır. Kürt sorunu açısından olasılıklar çok daha belirsizdir. Şayet Türkiye’nin Kürt bölgesinde Kobani serhildanı aracılığıyla su yüzüne çıkmış olan müthiş devrimci enerjiye rağmen, Kürt hareketi Ortadoğu’da Türk-Kürt yayılmacılık ittifakı çizgisine oturtulabilirse, o zaman AKP hükümeti Kürdistan’ın farklı parçalarını sömürgeleştirme politikasında başarıya ulaşmış olur. Türkiye içindeki bölgenin dışında Irak ve Suriye Kürdistanları da Türkiye’nin en azından nüfuz bölgesi haline gelmiş olur. Ama şayet Türkiye’deki gelişmeler Kürt halkının bağrındaki devrimci dinamikler doğrultusunda çok daha ilerici yönlere doğru evrilirse, Barzani etkisine girmiş bir Rojava Türkiye Kürtlerine karşı da oynanabilir. Bu, tarihin en büyük ironilerinden biri olur.
Şunu da belirtelim: Ortadoğu açısından da sorun aslında çok daha karmaşıktır. Çünkü Rojava’nın ABD himayesine girmesi, ilişkileri son yıllarda yara üzerine yara almakta olan ABD ile Türkiye arasında yeni bir sürtüşmenin kaynağı da olabilir. Bu, öngörülmesi zor yeni dinamikleri harekete geçirecektir.
Kürt emekçileri ve gençliğine destek olalım!
Rojava için Kürt hareketi ve Türkiye solunda bazı akımlar “devrim” kavramını kolayca ve yaygın biçimde kullandılar. Biz, Devrimci İşçi Partisi olarak, Rojava’yı ortaya çıktığı andan itibaren destekledik. Şimdiki siyasi yapısının billurlaştığı noktada bazı rezervlerimize rağmen Kürt halkının kendi kendini yönetme yolunda girdiği bu çabayı içtenlikle selamladık. (Rezervlerimize birazdan döneceğiz.) Ama “devrim” nitelemesini hiç kullanmadık. Neden?
Başından itibaren bizim için Rojava’nın özerkleşme süreci, 2011’de bütün Akdeniz sarsan Arap devriminin bir uzantısı oldu. Suriye’de 15 Mart 2011’de başlayan büyük sarsıntı (bu sitede defalarca ayrıntısıyla ve kanıtlarıyla izah edildiği gibi) başlangıçta bir devrim karakteri taşıyordu, Suriye’nin mülksüzlerinin bir ayaklanmasıydı. Ama 2011 sonundan itibaren ABD ile onun bölgesel müttefikleri (en başta AKP Türkiye’si, Suud ve Katar) mezhep savaşını besleyerek ve körükleyerek devrimi soluksuz bıraktılar. 2012 ortalarına gelindiğinde devrim sönümlenmiş, yerini acımasız bir iç savaşa bırakmıştı. Rojava, bu iç savaşın zorlu koşulları altında Suriye rejiminin artık Kürt halkını kontrol altında tutamayacağı bir durumun doğmasının ürünüydü. Bir ayaklanmayla değil, Suriye askerinin savaşmadan çekilmesiyle ortaya çıktı. Bu çekilmenin nedeninin ne olduğu önemli değildir. Önemli olan Kürt halkının bu özerkliği ayaklanarak fethetmiş olmadığıdır.
Ne var ki, son otuz yılda Kürdistan çapında büyük mücadelelerin yaşanıyor olması, Rojava halkının bu durumu pasif bir adaptasyonla değil, coşku ile karşılaması sonucunu doğurdu. Suriye Kürdistanı, Arap devriminin yarattığı iktidar boşluğu içinde Türkiye topraklarında yaşayan Kürt halkının mücadelesinin bir ürünü olarak özerkliğini kazandı. Rojava’nın kuruluşu, bağımsız bir devrimden ziyade otuz yıldır süren bir mücadelenin bir evresi, bir episodudur. Ama tam da iki devrimci dalganın kesişme alanında ortaya çıktığı için çok ilerici yanlar taşımıştır. Arap devriminin şimdilik ayakta kalmış tek ürünüdür. Uzun soluklu Kürt özgürleşme mücadelesinin en ileri mevzisidir. Bugün Rojava’nın bu yüzden savunulması gerekiyor.
ABD Barzani aracılığıyla işte Rojava’nın bu özelliğini silmeye çalışıyor. Rojava’yı Barzanileştirmeye çalışıyor. Duhok toplantısının ve peşmergenin Kobani’ye sevk edilmesinin anlamı budur. Ama süreç tamamlanmış olmaktan uzaktır. Rojava henüz kantonların simgelediği siyasi yapılanmasını ve YPG’nin bağımsız bir askeri güç olarak taşıdığı ağırlığı yitirmiş değildir. DAİŞ tehlikesine rağmen YPG’nin peşmergenin Kobani’ye gelmesine karşı çıkması PYD yönetiminde en azından bir kanadın yapılmakta olan manipülasyonun bütünüyle farkında olduğunu gösterir. Gerek siyasi yapılanma, gerekse askeri güç konusunda iki taraf arasında anlaşmazlıkların sürmesi ve toplantının dokuz güne uzaması PYD içinde direnç odaklarının varlığının göstergesidir. Dokuz güne rağmen toplantının yazılı bir açıklama yapılmadan sona erdirilmesi PYD’nin bazı konularda şimdilik direnmekte olduğunun açık işaretidir.
Devrimci İşçi Partisi Rojava siyasi yapılanmasını tamamladığında yayınladığı bir bildiriyle demokratik özerkliği selamlamıştı. (“Devrimci İşçi Partisi Rojava’da demokratik özerkliği selamlıyor!” başlıklı bildiri bu sitede okunabilir.) Yukarıda bu gelişmeyi selamlamakla birlikte bazı rezervlerimizi de ifade etmiş olduğumuzu belirtmiştik. Bu rezervlerin biri oluşmakta olan devlet yapısının sınıf karakteri konusundaki bulanıklıktı. Biri de kanton yapısının çok büyük sorunlar içerdiğine ilişkin bir eleştiri idi. Merkeziyetçi bir yapının Rojava halkının çıkarlarına çok daha uygun olacağını belirtiyorduk. Bugün bu iki konudaki bütün eleştirilerimize rağmen, kanton sisteminin geriye doğru değiştirilmek, hayır ortadan kaldırılmak istendiği bir bağlamda kanton sistemini desteklemek gerektiğini belirtiyoruz. Rojava’nın Şubat 2013’te kurulan siyasi yapısı ve YPG’nin askeri güç tekeli bugünkü mücadele temelinde sonuna kadar savunulmalıdır. Görülecektir ki, ancak kantonlar emekçi bir sınıf karakteri kazanmaya başlarsa savunma başarılı olacaktır. Şayet kantonların üzerinde yetkiye sahip olacak 30 (ya da 31) kişilik siyasi meclis kurulur ve yeni bir anayasa çalışması başlarsa, kanton yapıları bir ikili iktidar durumu yaratmak üzere bir manivela olarak kullanılmalıdır. Peşmerge Rojava’yı avucunun içine almaya giriştiği takdirde, YPG bu ikili iktidarın en etkili dayanağı olarak görülmelidir. Bütün bunlar, ne emperyalizm ve müttefiklerine, ne İran’a ve Suriye rejimine biat eden “üçüncü çizgi” doğrultusunu korumak için gereklidir.
Türkiye içinde Kobani serhildanı yoksul Kürt halkının ve Kürt gençliğinin temsil ettiği devrimci dinamiği ortaya koymuştur. Bu, Kürt burjuvazisinin ve ağalarının etkisini de hissettiren gericilikle uzlaşma doğrultusu karşısında alternatif bir yol olarak ortaya çıkmış bir dinamiktir. Bu dinamik bütün Kürdistan çapında ele alındığında Barzani hâkimiyeti karşısında konumlanmak zorundadır. Kürt devriminin taşıyıcıları, sadece Kürt halkı için değil, bütün Ortadoğu için en ileri kazanımı temsil eden Rojava’nın orijinal yapısına sahip çıkmalıdır.
Bu çabada Ortadoğu’nun öteki ülkelerinin proleter devrimcilerini mutlaka yanlarında bulacaklardır! Türkiye’de görev ikilidir. Birincisi, Gezi ile başlayan halk isyanının Kobani serhildanından uzak durmuş olan “çapulcuları”na bugün Kürt halkının devrimci kanadının DAİŞ’le ve genel olarak tekfircilikle mücadelede, yani “çapulcu” kitlesi için çok önemli olan laikliğin korunmasında ön planda yer alan bir güç olduğunu anlatmak. İkincisi ve daha önemlisi, işçi sınıfı içinde yorulmak bilmez bir çalışmayla sınıfın öncüsünü ayağa kaldırmak ve Kürt halkı ile ittifakın sınıfın ileri yürüyüşünün en önemli kazanımlarından biri olacağına ikna etmek. Bunlar zorlu görevlerdir. Ama yürümemiz gereken yol budur. Kürt hevallerimize kızmak ya da küsmek ve bir kenara çekilmek olmaz. Biz kendi üzerimize düşeni yapmalıyız ki, Kürt halkı içinde anti-emperyalist, mücadeleci, devrimci kanat güç kazansın.