Organik Krizin Karşısına Lefkoşa Belediyesi Grevinin Kurduğu Barikat!
Aziz Şah - Enternasyonalist Dayanışma, Kıbrıs
Lefkoşa Belediyesi’nde haftalardır süren grev, iş yavaşlatma ve iktidar bloğundaki çatlak gittikçe büyüyor. Haftalardır suskun kalan Sendikal Platform, barikatlar kurulana ve belediyeye polis-çevik kuvvet girene kadar izledi. Çarşamba (16.05) günü için 3 saatlik grev ve belediye önünde miting kararı alındı. Grev KTAMS, KTÖS, DEV-İŞ, KTOEÖS, TEL-SEN, EL-SEN, TÜRK-SEN, ÇAĞ-SEN ve TIP-İŞ’in örgütlü olduğu yerlerde uygulandı.
Lefkoşa Belediyesi’nde yaşanan durumun aslında üç yönlü bir yapısı var: Borç krizi, iktidar bloğu içerisinde çatlak ve “sınırlandırılmış” sınıf mücadelesi! Belediyedeki borç krizi ile birlikte iktidar bloğundaki çatlağın etkisinin sonucu olarak grev bir zorunluluğa dönüştü. Belediye Emekçileri Sendikası’nın sürdürdüğü mücadele tek başına ele alınamayacak kadar karmaşıklaştı(rıldı). Bir grevi, bir işçi mücadelesini sınıf açısından kazanımlarla farklı boyutlarla ele alabilirsiniz. Sınıf hareketinin karakterini ve etki alanını tartışırsınız. Sınıf bilincine etkisi üzerine bir analiz yaparsınız, ama Lefkoşa Belediyesi’nde durum sendikadan ve sınıftan önce iktidar bloğu içerisindeki çatlağın teatral bir gösterisine dönüştü. Kıbrıs’ta tarih hızlandı, hızlanırken yapımı öyle bir hâl aldı ki sürecin “neden”i olarak bireysel çatışmalar ilan edildi. Lefkoşa Belediye Başkanı Cemal Bulutoğulları’nın kavgacı kişiliği de göz önüne alındığında UBP ve belediye içerisindeki sorunları “bireyselliğe” indirgemek marifet oldu. Her bir bireyin karşısına başka bir birey çıktı ve çıkarıldı. Her bireyin amaçladığı her şey başka bir birey tarafından engellendi. Bu belediye başkanına karşı maliye bakanı oldu, hükümete karşı meclis başkanı, belediye başkanına karşı başbakan. Bu durumu, partinin hakim olduğu alanların zarar görmesi bile etkilemedi. Çünkü konu farklı sınıf fraksiyonları arasına giren borç krizi ve bankalardı. İktidar bloğunun en zayıf halkasındaki “parti ruhu” zarar gördü, iktidar bloğu üzerinde işçi sınıfı dolaşmaya başladı…
Ta ki çöpler gerçek barikata dönüşünceye kadar süreç teatral bir gösteri idi. Siyasal saflaşmalar yeniden şekillendi, en önemlisi ise sınıflar çöp barikatlarının önü ve arkası olmak üzere ikiye ayrılmak zorunda kaldı…
Borç Krizi ve İktidar Bloğu İçerisinde Çatlak
Kuzey Kıbrıs’taki iktidar bloğunun en zayıf halkası UBP hükümeti, kendi partisinin belediyesinin düştüğü durum karşısında sanki de CTP belediyesiymiş gibi tavırsız kaldı, uzun süre bekledikten sonra da belediyeye el koyarak kayyum atadı. Kayyum atanmasına atandı, ama işlevsiz kaldı. Hükümet işi ağırdan alıyor: belediye başkanı bırakıp gidebilir, seçime kadar geçici görevlendirme yapılabilir; şu an tek dert ettikleri yasal boşlukları nasıl kullanacakları! En azından bir kesimin dile getirdikleri böyle. Partinin genel sekreteri Ertuğrul Hasipoğlu ise, hiçbir hükümet ya da resmi makamın seçilmiş belediye başkanlarını görevden alma ve izne çıkarma gibi hak ve yetkisi olmadığını söylüyor. Cemal Bulutoğulları’nı izne çıkarma çabaları da havada kalınca zamana oynayanların tek derdi derinleşen borç krizi.
Oysa söz konusu olan sadece Lefkoşa belediyesinin düştüğü durum değil. Ersin Tatar ve UBP’li belediye başkanları arasında yaşananlar UBP içi bir krize çoktan dönüştü. Bununla da kalmıyor. Maliye bakanı Ersin Tatar’ın çözüm ürettiğini iddia ettiği faiz yasası da aslında bu sürecin başka bir dinamiği. Faiz yasası sebebi ile çöküşte olan inşaat sektörü en başta iflas etti. Borçlarını ödeyemeyen müteahhitler hapiste. Ayni iktidar partisinin bir kesimi bankalar için yasa yaparken diğer kesim iflas ediyor. Kısacası Lefkoşa milletvekili Zorlu Töre’nin deyişi ile partide “ciddi bir otorite boşluğu var.” Ya da Hasipoğlu’nun deyişi ile UBP’liler “Eroğlu dönemini mumla arıyorlar.” Bakanlar, milletvekilleri ve belediye başkanları kendi içlerinde kamplaşmış durumda. Parti, hizmet ettiği sınıf için hizmet ettiği sınıfa karşı… Ama gözden kaçmaması gereken nokta şu: Muhalefetsiz bir mecliste politika yapmanın bir sonucu olarak muhalefet de UBP içerisinden çıkıyor. 14 Mayıs pazartesi günü, meclis çalışanlarının örgütlü olduğu Mec-Sen sendikasının yaptığı 1 saatlik dayanışma grevini ziyaret eden meclis başkanı, muhalefet milletvekili gibi hükümeti eleştirdi.
CTP ise, “CTP iktidara geliyor!” diye naralar atmakta. Sendikalar “kınamak” dışında suskun seyirci. Sosyal demokrat TDP ise “Belediye’yi mafya yönetiyor!” diye kestirip atmakta. Aslında TDP de CTP de böyle bir zamanda Ankara tarafından görevlendirilmenin tehlikelerinin farkında olmadan çatlaktan sızma derdinde. Medya ise sadece çöp yığınlarını görüyor. Oysa çöp yığınları barikat gibi duruyorlar. Emekçilerin düşmanını doğru dürüst tanımadığı bir savaşın barikatları, ama saflaşmanın hızlandığı bir dönemin barikatları. Çünkü vurgulanması gereken asıl nokta şu: Bu bir belediye krizi değil, sistem krizi: Sömürge rejiminin bir bütün olarak organik krizi!
Bir tarafta benzinciler, belediyeler, el koyulma sırası bekleyen kooperatifler, ETİ, elektrik, telefon… Ortadan kalkan küçük burjuvazi, “orta sınıflar”, kredi borcunun mağdur ettiği doktorlar, çiftçiler. Çatırdayan bir zayıf halka UBP ve onun mirasını yemek isteyen CTP-TDP. Krizin hem belediyeye hem hükümete hem de piyasaya yansıyan yüzü ise borç krizi olarak karşımıza çıkıyor. Gerek belediyede gerekse özelleştirilmek istenen telefon ve elektrik kurumlarına büyük sermaye sahiplerinin ödemedikleri büyük miktarlarda borçlar var. Belediyede fazladan bir de şu var: Belediyenin bütün piyasaya borcu var! Ayrıca 2 ayı aşkındır da işçilerin maaşları ödenmiyor! Şimdiki durumda ne piyasaya ne de işçilere ödeme yapabilecek bir bütçe var. Halk bankalara, belediye ise piyasaya borçlu…
Organik Kriz
Borç krizinin aldığı hâl karşısında iflas eden ve etme ihtimali olan bütün kesimler düşünüldüğünde kendini alternatifsiz “devlet partisi” sanan UBP karşısında kendi kendini “alternatif devlet partisi” olarak lanse eden CTP söz konusudur. Bu noktada hatırlamalıyız ki “devlet partisi” bir yanılsamadır. Burjuvazinin hiçbir zaman sürekli bir partisi yoktur: partilerden birini veya diğerini güçlendirerek sağlanır parlamenter temsil düzeni! Kıbrıs’taki sömürge rejiminin içinde bulunduğunda şüphe duymadığımız organik krizin göstergelerinden biri temsil sorunudur. Partilerin ve(ya) parti liderlerinin temsil ettikleri sermaye gruplarının ve sınıf fraksiyonlarının rahatsızlığı ve hegemonya krizi baş gösterir. Siyasal saflaşmalar yeniden şekillenir. UBP içerisinde patlak veren ve belediyedeki borç krizini uzun süre görmezden gelmelerine sebep olan başbakan İrsen Küçük- Lefkoşa belediye başkanı Cemal Bulutoğulları kamplaşması temsil krizinin en bariz göstergesidir. Bir tarafta haczedilen, batan ve borçları katlanan inşaatçılar, diğer tarafta bankalar adına yasa-koyucular. Maliye bakanından başbakana ve cumhurbaşkanına herkes bu kamplaşmada yerini almış.
İktidar bloğunda genel durum böyle iken iki buçuk aydır ödenmeyen maaşlar ile süren grev ve iş yavaşlatma, çöp yığınlarından sonra su kesintisine ve cenaze-defin işlerinin durdurulmasına kadar genişleyecek bir hâl aldı. Bu süreçte bir kırılma anlamına gelecek bir başka nokta ise, Kıbrıs’ta belediyecilikte yapısal bir yıkım anlamına gelen taşeronlaştırmanın devreye sokulma çabası. Hükümet belediyeye el koymuş gibi yapıyor, ama el koyduğu sadece Cemal Bulutoğulları’nın iktidarı. Derinleşen borç krizinin altından ne UBP ne CTP kalkabilir. Durum aslında KTHY ile benzer; kötü yönetim, fazla istihdam ve KTHY’den farklı olarak fazladan borçlanma. KTHY, sadece ulaşım sektöründe bir şirket olduğu için ilkel birikim olarak el kondu. Belediye ise parçalanarak taşeronlaştırılsa bile borç krizinin alacaklıları bütün topluma yayılmış durumda. Yok pahasına satılan zabıta araçlarıyla iktidara yakın bir kesim bu durumdan rant sağlamaya başladı bile. Ödeneceği ilan edilen maaşların kaynağı meçhuldü. Belediye başkanı, hükümetten 13. Maaşı belediyedeki maaşların ödenmesi için istedi ama bu da aslında boş bir çabaydı. Şu an hiçbir borcun kaynağı yok. Adı üstünde borç krizi…
Dar Sınıf Korporatizmine Karşı Sınıf Mücadelesini Ayakları Üzerine Oturtmak!
Bizim açımızdan esas sorun şu: Bütün sektörlerde iktidar bloğunun sınıf taarruzu sürerken, sendikalar ve onun solu dar sınıf korporatizmini bir ilke haline getirmiş; birbirinden habersiz, “sınırlandırılmış” sınıf mücadeleleri ile 2011 ve 2012 yılları sermayenin ilkel birikim mezarlığına dönüştü. Şimdi ise yeni taarruz alanları sendikaları kendi sahalarına hapsetti. Sektörel taarruzlar ve mücadeleler sermayenin başarısı ile sonuçlandı. Kredilere paralel inşaat alanındaki sektörel kriz belediye krizine ve organik krize dönüştü. Kooperatifler, Eti ve diğer alanlarda el koymalar bu krizin parçası. TC’nin gümrük politikaları, faiz sistemi ile birlikte üretici kesimleri- küçük burjuvaziyi ve çiftçileri- yıkıma uğratmış, sermaye birikiminin (ve dahilinde ilkel birikimin) çelişkili sürekliliğini sağlarken eşitsiz gelişme kırılganlığı artırmıştır. Bu kırılganlık başta iktidar bloğunun “parti ruhuna” yansıdı. Şimdilik kullanabildikleri tek araç: polis copu!
Bu topyekûn sınıf taarruzuna verilecek cevap da topyekûn olmak zorunda. Belediyedeki durum karşısında dayanışma grevi ilan etmek için çevik kuvvetin belediyeye girmesini bekleyen sendikalar geçen yılın anlamsızlaşmış genel grevler süreciyle hesaplaşmadan, 30 Ocak’ta ilan edilen genel grevin son dakika iptalini kimseye açıklamadan aslında bugün dağılmış halde duran sınıf güçlerinin de bu halde olmasının sorumlusudur. Son dakikada bir genel grev iptal ediliyor ve sebebini bilen yok. Durum sendika bürokrasisinin dar sınıf çıkarcılığının bu kadar hakimiyetinde olunca varılacak bir yer yok. Uzun süre tek gündem polis şiddeti olacağı için sendikal bürokrasinin durumu havada kalacak…
Sadece belli sektörlerin sorunları üzerine yoğunlaşmak, bütün toplumun kurtuluşu için öncü olabilecek bir sınıfın dar sınıf korporatizmi ile oyalanmasına sebeptir. Bu Memleket Bizim Platformu’nun da Sendikal Platform’un da kuruluş amacı sözde tüm toplumun çıkarlarının bir platformda birleşmesidir. Oysa pratikte, dayanışma grevleri bile ancak platformun bileşenlerinin bir kısmı tarafından dile getirildi. Taarruza maruz kalan bütün sektörlerin birliği bile mevzu bahis değil… Bu durum da bir grup sendika bürokratının insafında olduğu için dar sınıf korporatizminin yerini proleterya hegemonyasına bırakması tabandan yükselecek bir mücadele ile mümkün. Bu da şimdilik öncü olan belediye işçilerinden başka, diğer birkaç sektörde öne çıkması gereken mücadelelerle birleşmediği sürece havada kalacak. Kıbrıs’ta batacak çok sektör ve kurulması gereken “talepler ve sınıf ittifakı” var! Sınıf mücadelesini ayakları üzerine oturtmak, dar sınıf çıkarlarını terk etmekle mümkündür. Bu da sınıf yığınağı yapmakla mümkün…
Sınıf Mücadelesini Ayakları Üzerine Oturtmak: Çöp Barikatı Gölgesinde Sınıflar!
Başarısız bir hegemonya projesi olarak KKTC ya da Kıbrıs’ın kuzeyindeki sömürge rejimi içinde bulunduğu organik kriz ile siyasal saflaşmanın yeniden yoğunlaştığı bir süreç içerisindedir. İktidar bloğunun en zayıf halkası UBP ve onun düştüğü durumdan faydalanmak isteyen CTP ve TDP, CTP’nin daha etkin olmasını umduğu ticaret ve sanayi odaları, tefeciler ve bankalar, TC elçiliği ve yardım heyeti, KKTC merkez bankası ve onların silahlı bürokrasisi bir tarafta; diğer tarafta ise parçalanan “orta sınıflar”, sermayeye ilkel birikim olan ve olacak olan KTHY, DAÜ, Kooperatifler, ETİ, elektrik ve telefon, kredi ve Mersin Gümrüğü mağduru çiftçiler, belediye işçileri, tüm kredi mağdurları… Kısacası Marx’ın dediği gibi burjuvazi ve işçi sınıfı kutuplaşmakla meşgul.
Halk sağlığını tehdit ettiği gerekçesiyle bütün grevler bakanlar kururu kararı ile 60 gün süreyle ertelendi. Belediye başkanının odası işgal edildi. Barikatlar kuruldu. Polis ve çevik kuvvet belediyeye girdi. UBP içerisindeki çatlağın da sebebi olan dar sınıf çıkarcılığının bir sonucu olarak parti içerisinde temsil krizi sürecek ve derinleşecektir. İstikrarsızlık bu dönemin genel eğilimidir. Hele ki bütçe yokken maaş ödeme çabaları sürüyorsa baskı zorunluluktur, UBP’nin parti meclisinden sonra daha çok karışacak meclis var Kıbrıs’ta!
Başka bir yazının konusudur ama belirtmekte fayda var: Lefkoşa Belediyesi grevi devrimci sınıfın dönüşünden başka bir şey değil… Yeter ki biz sınıf yığınağı yapalım, “dar” değil “geniş” ölçekte diretelim! İktidarın “meclis”i karışırken sınıfın meclisini toparlayalım…