“I ain’t got no quarrel with them Viet Cong—no Viet Cong ever called me nigger”[1]

Sungur Savran Muhammed Ali 4 Haziran 2016

 

Muhammed Ali öldü. En genç kuşak onu tanımayabilir çünkü uzun yıllardır hastaydı, sessizdi, kamusal hayattan çekilmişti. Oysa Muhammed Ali 20. yüzyılın ikinci yarısında hem memleketi ABD’de, hem de dünyada en önemli şahsiyetlerden biriydi. Bir kere sporcu olarak çok büyüktü. Boks denen spor dalına alerjiniz ne olursa olsun, onu Roma’nın gladyatör savaşlarının modern biçimi gibi görseniz bile, Muhammed Ali’nin büyüklüğünü yadsıyamazdınız. Genel kanı odur ki, Muhammed Ali bütün zamanların en büyük boksörüdür. Daha da önemlisi, ABD’nin en popüler spor dergisi Sports Illustrated ve Britanya’nın yayın kurumu BBC onu 20. yüzyılın en büyük sporcusu ilan etmişlerdi. Dünya Ağır Siklet Boks Şampiyonu ünvanını üç defa kazanmıştı: 1964, 1974 ve 1978. Hem de elinden haksız biçimde alındığı halde geri kazanmıştı!

Sonra halkın bir kahramanı olarak, hayran olunan ya da nefret edilen biri, iri laflarıyla şaşırtan ve güldüren biri olarak. Bir lakabı “The Greatest” (“en büyük”) idi, çünkü devamlı “I am the greatest!” (“En büyük benim!”) derdi. Daha sonra zeka testinde (IQ) 78 puan aldığında, yani en az zeki yüzde 16 içinde olduğu ortaya çıktığında, en sevimli haliyle “En zeki benim demedim, en büyük benim dedim” diyecekti. Muhammed Ali’nin IQ testinden 78 alması, olsa olsa bu testlerin nasıl siyahilere ve işçi sınıfına karşı yanlı olduğunu gösterir. Başka her şeyi bir yana bıraksanız bile, nice 150 IQ’lu onun kadar hazır cevap olamazdı! Babası tabela imalatçısı, anası çamaşırcı ve ev temizlikçisi olan bu işçi sınıfından gelme siyahiye Amerikan eğitim sistemi ne vermişti ki ondan Kennedy’lerin, Rockefeller’ların, Rotschild’lerin çocuklarıyla aynı testte yarışmasını bekliyordu?  Muhammed Ali’nin bir başka lakabı “Louisville Lip” idi. Çünkü Kentucky’nin Louisville denen taşra kentinde doğmuş ama dünyada tanımayanı kalmamış olan bu adam öyle çok konuşuyordu, kendisiyle öylesine övünüyordu, beyaz iktidar odaklarına öylesine saldırıyordu ki, ona “koca çene” anlamına “lip” demişlerdi. 1964’te, daha 22 yaşında ilk dünya şampiyonluğu ünvanını alırken yendiği Sonny Liston karşısında bahisler 7’ye 1 Liston lehineydi. Ama bu yeni yetme, maça çıkmadan önce Liston gibi korkulacak bir deve “ayı” diyor, onu devirdikten sonra hayvanat bahçesine hediye edeceğini söylüyordu. Kendisi için de dünya çapında ün kazanan tasviri yapmıştı: “Kelebek gibi uçar, arı gibi ısırırım”!

Ama en önemlisi, ABD’nin ırkçı beyaz toplumunun yüzüne tükürür gibi rezilliğini ortaya döktüğü için, Amerikan emperyalizminin Vietnam savaşı denen korsanlığına karşı dimdik ayakta durmayı bildiği için önemliydi. 1967’de, kariyerinin doruğunda iken askere çağırıldığında orduda görev yapmayacağını açıklıyordu. Bir siyahi olarak onun düşmanı Vietnam’da değildi. Beyaz adamın hâkimiyet sistemiydi onun düşmanı. 78 IQ’lu “zenci” Birinci Dünya savaşı’nın kahraman komünisti Liebknecht ile aynı şeyi söylüyordu: “Düşman kendi ülkemizdedir!” Derhal tutuklandı, aynı gün şampiyon madalyası söküldü (“yerli ve milli” otoritelerin üstü örtülü emirlerini derhal yerine getiren spor dünyası mafyası sadece bizde mi var zannediyorsunuz?) Bir boksörün, bir sporcunun hayatının baharı denebilecek bir çağında dört yıl boyunca boks yapmadı. En sonunda ABD Yüksek Mahkemesi, bir usul hükmü dolayısıyla Muhammed Ali’yi beraat ettirince ringe yeniden dönebildi. Zannetmeyin ABD demokratik ülkedir de ondan oldu. 1967 ile 1971’i ayıran 1968’dir! Bu dönemde, ABD’de savaş karşıtı hareket Vietnam savaşının prestijini yerle bir etmişti. Siyahilerin medeni haklar hareketi büyük atılımlar yapmıştı. Kara Panterler partisi, “kara iktidar” hareketi ortalığı sarsıyordu. En önemlisi (ve hep gizleneni) sayısız ABD metropolünün gettolarında siyahi ayaklanmaları yaşanmıştı. ABD iktidar sistemi bir an evvel ortalığı yumuşatmayı acil bir sorun olarak görüyordu.

Muhammed Ali’nin çıkışının ne kadar önemli olduğu şuradan belli. ABD siyahlarının 1960’lı yıllarda en popüler olan ve şimdi de iki büyük önderinden biri olarak anılan (diğeriyle birazdan tanışacağız), medeni haklar hareketi lideri Martin Luther King Jr., Muhammed Ali bu çıkışı yapana kadar düzeni yabancılaştırmaktan korkmuş, Vietnam hakkında ağzını açamamıştı. Ama Ali’den sonra o da açıldı. 1968’de Meksika Olimpiyatları’nda 100 metre yarışında birinci ve üçüncü olan iki Amerikalı siyahi atlet, ABD’ye meydan okumak için yumruklarını havaya kaldırdılarsa, bunda Muhammed Ali’nin cüretkâr çıkışının da rolü mutlaka vardı. Kendisinden sonra gelen sporcu kuşaklarına da çok önemli bir mirastır Muhammed Ali’nin bıraktığı. Bakın NBA’in gelmiş geçmiş en büyüklerinden basketbol yıldızı Kareem Abdul-Jabbar (Kerim Abdülcabbar) ne diyor: “Hatırlıyorum, lisedeki öğretmenlerim Ali’yi sevmezdi, çünkü sisteme sonuna kadar düşmandı, iktidar odaklarını küçümsüyordu, kimse de ona bir şey yapamıyordu. Siyahi olmaktan gurur duyuyor olması ve o kadar büyük bir yeteneği olması (…) bazı insanların onu tehlikeli görmesine yol açıyordu. Ben ise tam da aynı nedenlerden ona bayılıyordum.”

Cassius Clay’den Muhammed Ali’ye

Muhammed, Muhammed olarak doğmamıştı. Adı Cassius Marcellus Clay’di. Bu Latince adlar, siyahilerin bazılarının ezikliklerine karşı bir meydan okuması gibiydi. Roma imparatorlarını andıran adlarla yücelmeye çalışıyorlardı sanki. Cassius Clay’in babası siyahilerin, bugün kendileri için kullandıkları adla Afrikalı Amerikalıların ırkçılıkla ezilmiş olmasına hınç duyan bir adamdı. Oğlunu 20. yüzyılın siyah ayrımcılığı hareketinin önemli adı Marcus Garvey’in fikirleriyle yetiştirmişti. Genç Cassius 1961’de, daha 19 yaşındayken Nation of Islam (İslam Ulusu) ile tanıştı. Nation of Islam ve büyük saygı gören önderi Elijah Muhammad, siyahiler için ırkçı beyazların hâkimiyetini temsil eden Hıristiyanlık karşısında onlara bir kurtuluş gibi görünen İslam’ı yalnızca siyahi toplum içinde militan biçimde yayma mücadelesi veriyorlardı.

Cassius 1964’te Dünya Ağır Siklet Boks Şampiyonu ünvanını kazandığında Elijah Muhammad onun adını Muhammed Ali koydu. (İngilizce “Muhammad” yazılıyor, biz aslında doğru olmayan bir yöntemle Türkçeleştiriyoruz.) Gazetecilerin büyük çoğunluğu, yeni şampiyonun yeni adını kullanmayı uzun yıllar boyunca reddetmişlerdir. Oysa Muhammed Ali Cassius Clay için “o benim köle adımdır” diyordu.

Muhammed Ali’yi kim böylesine bilinçli, böylesine radikal bir siyahi haklar savunucusu haline getirmiştir? Sıradan kaynakları okursanız Muhammed Ali’nin akıl hocası Elijah Muhammad’dır. Oysa geçtiğimiz aylarda yayınlanan bir kitap Muhammed Ali’nin hocasının başka biri olduğunu ortaya koyuyor: Malcolm X.[2]Bu, Nation of Islam’ın iki numarasıdır, cezaevindeyken bu örgüte kazanıldıktan sonra hapisten çıkışının ardından 12 yıl boyunca Nation of Islam’ı gençlik içinde örgütleyen müthiş hatiptir. Soyadındaki X, kendisine asıl soyadı olan Little’ı vermiş olan “mavi gözlü” köleciye cevaben bilemediği Afrikalı adının simgesidir. Ali’nin “Cassius Clay benim köle adımdır” çıkışının kaynağını tanıdınız mı? Muhammed Ali Malcolm’u 1962’de tanır ve derhal büyülenir. Üç yıl boyunca ne zaman fırsat bulursa gider ayaklarının dibine oturur, Malcolm onu irşad eder. Şeyh ile müridi arasındaki ilişki gibidir ilişkileri.

Ta ki 1964’te Malcolm kendi şeyhi Elijah Muhammad’ın nasıl bir sahtekâr olduğunu keşfedene kadar. Nation of Islam’ın bir numarası, birçok evlilik dışı ilişkiye girmiş, çocuklar peydahlamış, örgütün kasasını kendi özel amaçları için kullanmış bir düzenbazdır. Malcolm bunu açıklar ve örgütten kopar. Bundan sonra bir yıllık nefes nefese bir arayış başlayacaktır. Gerçek gazetesindeki bir yazı bu arayışı şöyle anlatıyor:

“Malcolm, İslam Ulusu’nun geniş kitle hareketinden uzak durmasına tepki duyarak Mart 1964’te hareketten kopuyordu. Bu kopuş, derin bir muhasebenin başlamasına yol açacaktı. Afrika’da yaptığı seyahatlerde ABD siyahisinin sorununun aslında uluslararası düzeyde bir özgürlük mücadelesinin parçası olduğunun bilincine varacaktı. Kurma hazırlıklarına giriştiği yeni örgütün adı Organization of Afro-American Unity, yani Afrika-Amerika Birliği Örgütü idi. Malcolm, Küba ve Vietnam’a yönelik ABD askeri müdahalelerine karşı çıkıyor, Afrika’da yaptığı temaslarda bütün bu tahakküm ve zulüm sisteminin kapitalizmin ürünü olduğunu kavramaya başlıyordu.

Bunun sonucu olarak ABD’nin o dönemdeki Trotskist partisi olan SWP (Sosyalist İşçi Partisi) ile ciddi bir diyalog içine girdi. Partinin başta New York olmak üzere çeşitli şehirlerdeki forumlarına konuşmacı olarak katılmaya başladı. Aynı zamanda uluslararası alanda Marksist hareketle temas içindeydi. Ölümünden birkaç hafta önce, kendi hareketinin düzenlediği bir toplantıda, Che Guevara’yı toplantıya davet etmiş olduğunu, ama Che’nin güvenlik nedenleriyle gelemediğini söylemiş, sonra ondan bir mesaj okumuştu. Malcolm hızla enternasyonalist sosyalizme doğru evriliyordu. Martin Luther King’in pasif direniş stratejisine karşıt olarak, Malcolm X sonuna kadar siyahilerin öz savunmasının haklılığını ve gerektiği her yerde şiddete başvurmasını savunmuştur. ‘By any means necessary’ deyimi, Amerika’da bir efsanedir. Yani özgürlük, ‘ne yöntem gerekiyorsa onunla’ fethedilecektir!” (http://gercekgazetesi.net/uluslararasi/kara-devrimin-tarihi-onderi-malcolm-x).

Muhammed Ali bu aşamada hayatının en büyük hatasını işler. Malcolm’u izleyeceğine Nation of Islam’a sadık kalır. Böylece sadece Amerikalı siyahilere hitap eden, ezilen halkın milliyetçiliği olduğu için içinde ilericilik olsa bile milliyetçiliğin darlığı içinde sıkışıp kalan, geleceği olmayan bir örgüte tutsak olur. Geleceği olmayan diyoruz. Bugün Nation of Islam hâlâ mevcuttur. Ama Malcolm X’in Afrikalı Amerikalı gençlik içindeki prestijinin yanında etkisi solda sıfır kalır! Onun enternasyonalizmi, bütün ezilen halkların ve sömürülen sınıfların kurtuluşuna doğru yelken açan ufku, geleceğin esas yol göstericisidir. Malcolm X ABD bağlamında, 1968’in geleceğe en büyük mirasıdır. Şayet gelecekte bir siyahi sosyalist parti kurulacaksa, tarihi referans noktalarından biri mutlaka Malcolm X olacaktır.

Muhammed Ali 1967’de yaptığı çıkışla gerçekten tarihi bir hizmet yapmıştır. Afrikalı Amerikalı ezilen halka, Amerika’nın kendisine ve dünyaya. Ama Malcolm X ile el ele verseydi, bu büyük çıkış çok daha büyük meyveler yaratabilirdi. Bunun kendisi de farkında olmalı ki, hayatının ilerleyen bir aşamasında şöyle demiştir:

“Ah, keşke Malcolm’dan özür dileyebilseydim, onun ne kadar çok şey konusunda haklı çıktığını söyleyebilseydim (…) Eğer geri dönebilecek ve yeniden başlayabilecek olsam, ona asla sırtımı dönmezdim.”

Sana bu yakıştı işte onurlu adam! Bu özeleştiri yakıştı Muhammed Ali! İnsanlığın daha iyi bir dünya için verdiği mücadelede ebediyen “kelebek gibi uçacak, arı gibi sokacaksın”!



[1] “Benim Vietkong ile kavgam yok-hiçbir Vietkong bana ‘nigger’ demedi”. (“Nigger”: beyazların siyahileri aşağılamak için kullandığı terim, “zenci” ya da “Arap”.)

[2] Randy Roberts/Johnny Smith, Blood Brothers. The Fatal Relationship Between Muhammad Ali and Malcolm X, New York: Basic Books, 2016.