Bir vicdan muhasebesine davet!
Önce Gerçek gazetesinin Şubat 2020 tarihli sayısında yayınlanmış “Arap devriminin dar geçitleri” başlıklı yazıdan bir pasajı hep birlikte okuyalım:
“Kanada’dan ve Finlandiya’dan sonra bir Ortadoğu ülkesi de halkın gönlünü kabinedeki genç kadın bakan sayısıyla ve görüntüleriyle çelmeye çalışıyor. Lübnan devrimi de önderliksiz yalpalamaya başladı. Yeni başbakan eski bakanlardan olduğu halde, hareketin bir bölümü ‘bu kabineye şans verelim’ demeye başladı. Yok bakanlar akademisyen ve serbest mesleklerden gelen denenmemiş insanlarmış, yok Ortadoğu’da kabinenin yüzde 30’u ilk kez kadınmış, bu tür gerekçeler ileri sürülüyor. Aynı hırsız takımının temsilcisi olan bir başbakana ‘hayır’ diyen kitle yalnız kalıyor, polis saldırısına uğruyor, geri adım atmak zorunda kalıyor.”
Sonra yukarıdaki fotoğrafa tekrar dikkatle bakalım. Çünkü bu fotoğraf, o günlerde dünya ve Türkiye medyasında çarşaf çarşaf yer aldı. Amaç Lübnan’da devrimi durdurmak için, evet dikkat edin, Lübnan halkının 17 Ekim 2019’dan beri, üç ayı aşkın bir süredir “Savra”, yani devrim adını verdiği dev mücadeleyi durdurmak için burjuvazinin hırsızlığa ve yolsuzluğa batmış politik kadrolarının yaptığı iğrenç bir manevraya destek vermekti.
Sözü uzatmayacağız, çünkü o zaman söylemişiz. Bizim şimdi bir sorumuz var. Ama bu soru siyasi hareketi, hele yabancı ülkeleri dikkatli izlemeyen, kadınların önünün açılmasına haklı olarak taraftar olan, dolayısıyla bu fotoğrafı gördüğünde kendi ülkesi adına ona imrenen kadınlara değil. Lübnan’da halkın ayakta olduğunu bilen ama dünyaya kimlik politikası merceğinden başka hiçbir açıdan bakmamakta ısrarlı olanlara, ister kadın ister erkek. Bir belleğinizi yoklayın: Acaba o dönemde bu görüntüyü televizyonlarda ya da gazetelerde gördüğünüzde içinizden “aman ne güzel, bir Arap ülkesinde kadınlar öne çıkıyor, nasıl desteklenecek bir adım” diye düşünmüş olabilir misiniz?
Kaçmak olmaz. Bunu o gün tartışsaydık, biz “bu bir manevra, devrimi durdurmak, bataklığa batmış düzenlerini sürdürmek için yapıyorlar, kanmayın” diyecektik, siz “bu bir kazanım değil mi yani?” diye kızacaktınız bize. Kim bilir, haddinize düşmez ama, bize kadınların kurtuluşunu devrim sonrasına erteleyen dogmatik sosyalist muamelesi yapacaktınız. Şimdi ne diyorsunuz?
Hayatın öğrettikleri
Dün Lübnan’da bir hükümet istifa etti. Neden? Herkes biliyor. Tam bir hafta önce, 4 Ağustos’ta korkunç bir patlama sonucunda Beyrut yerle bir oldu. Başka kim olursa olsun, bu hükümet de sorumlu elbette bu olaydan, halk sorumlu olacak değil ya! Devrimci halkın yeniden sokaklara dökülmesi sonucunda da hükümet istifa etmek zorunda kaldı.
Bu hükümet ne zaman kurulmuştu? Bu hükümet işte o sizin “ilerici” bulduğunuz hükümet! Ortadoğu ya da Arap ülkesinde “kabinenin yüzde 30’u kadın bakan” diye içinizden ya da yüksek sesle desteklediğiniz hükümet. Ta kendisi!
“Canım ben desteklemeseydim bir fark mı edecekti?” diye kaçmaya çalışmayın. Lübnan devriminin saflarında kimlik politikasının çıkmaz yollarına saplanıp kalmış küçük burjuva kesimler aynen sizin düşündüğünüz gibi düşündüğünden kurulabildi bu hükümet. Ne yazıyor yukarıda yaptığımız alıntıda? “Yok bakanlar akademisyen ve serbest mesleklerden gelen denenmemiş insanlarmış, yok Ortadoğu’da kabinenin yüzde 30’u ilk kez kadınmış, bu tür gerekçeler ileri sürülüyor. Aynı hırsız takımının temsilcisi olan bir başbakana ‘hayır’ diyen kitle yalnız kalıyor, polis saldırısına uğruyor, geri adım atmak zorunda kalıyor.”
Şimdi en az 150 insanın öldüğü, 120 insanın can çekişmekte olduğu, 1.000 insanın hastaneye kaldırıldığı, 5.000 insanın yaralandığı, 300 bin insanın evsiz kaldığı, limanın ve tahıl silosunun yıkıldığı, yeniden inşa için en az 15 milyar doların gerekli hale geldiği, Lübnan halkının dünya çapında dilenci durumuna düştüğü bir felaketten sorumlu hükümet giderken altını çiziyoruz: Altı kadın bakan da bütün bu felaketten sorumludur.
Burjuvazinin hâkimiyetinin memurlarının kadını erkeği olmaz. Hepsi emekçi halkın ve ezilenlerin düşmanıdır.
Kurtuluş emekçi kadınların en öne çıkmasıyla gelecektir!