Bir istibdadın restorasyonu

İran'da istibdadin yeniden kurulma sürecinin neredeyse benzerini Mısır halkı da tecrübe ediyor ama çok önemli bir farkla. Mısır halkı bu restorasyona karşı 25 Ocak 2011 tarihinde başlattığı devrimci tavırla karşı çıkıyor ve istibdadın yeniden üretilmesine karşı direniyor.

Müslüman Kardeşler'in Mısır'da iktidarda olan temsilcisi Adalet ve Özgürlük Partisi'nin hazırladığı ve referanduma sunduğu yeni anayasa işçi sınıfının hakları ve kazanımlarına, kadınların ve dini azınlıkların haklarına bir saldırı özelliği taşımasının yanı sıra siyasal iktidarı tamamen ele geçirme atağının hukuksal zeminini hazırlamakta. Bu anayasada cumhurbaşkanına verilmiş ve herhangi bir denetime tabi tutulmamış yetkiler Mısır'ı yeni bir diktatörlük yoluna sürüklüyor. Mısır'da izlenen yol belki tamı tamına İran'da 1979 yılında devrimden sonra takip edilen plana uymuyor ama bir istibdadın yeniden kurulmasının nasıl gerçekleştiğini İran örneğinden açıkça görebiliriz. Belki aralarındaki en önemli fark Mısır örneğinde olduğu gibi kitlelerin hemen en baştan böyle bir restorasyonu fark edip devrimin kazanımlarını korumak için herhangi bir tereddüt yaşamadan harekete geçmesidir. Mısır olayları açık bir şekilde ortada. Günlerdir dini azınlıklar, meydanlardan uzak dursunlar diye (iddialara göre) Mursi yanlılarının tacizlerine rağmen alanları boş bırakmayan kadınlar ve birçok siyasi örgütün ortak hareketi ve durmadan süren eylemleri, Mursi'yi anayasal bildiride kendine mal ettiği haklardan taviz vermek zorunda bıraksa da Müslüman Kardeşler hazırlanmış anayasayı referanduma götürmekte direndi ve muhalefetin erteleme konusundaki ısrarlarına rağmen 15 Aralık'ta referanduma sundu. Referandumun güvenliğini orduya bırakan Mursi ve Müslüman Kardeşler, halkın “korkmuyoruz teslim olmayacağız ki biz plastik mermiye alıştık” sloganı ile karşılaştı. Protestoları din karşıtlığına ve seküler ve dindar kavgasına indirmek isteyen Müslüman Kardeşler, dindar kesim ve hatta Al Zahra'dan din adamlarının muhaliflere verdiği destekle bu konuda da çok fazla başarı elde edemedi. Mısır halkı devrimin kazanımlarını korumakta ısrarcı ama isterseniz bu direnişin yokluğunda ne olacağına tarihi gerçeklerle göz atıp İran'da Şah'ı devrildikten sonra yeni bir istibadın kurulmasının nasıl gerçekleştiğini hatırlayalım.

Yine bir 11 Şubat'ta ama bu sefer 1979 yılında zaferini ilan eden İran devrimi, Mısır devriminden farklı olarak bir karizmatik lidere sahipti. Devrim halkın büyük katılım ve fedakârlıkları ve siyasi örgütlerin katkısı ile gerçekleşse de onun bütün kazanımları bu liderin ellerine teslim edilmişti. Başta bütün hak ve özgürlüklere sahip çıkacağını iddia eden devrim lideri Humeyni, ilerledikçe sadece kendisinin değil temsil ettiği siyasal çizginin de gerçek niyet ve arzusunu belli edecekti.

Devrimden daha iki ay bile geçmemişti ki bir referandum gerçekleşti. Bu referandumda yeni kurulacak sistemin ne olacağı konusu halka sorulacaktı ama yeni sistem hakkında hiç bir ayrıntı verilmeden. Referandumdan önce ve devrimden hemen sonra Humeyni'nin emri ile “aileyi koruma yasası” kaldırıldı. Erkeklerin ikinci eş edinme teşebbüsüne birinci eşten izin alma gibi zorluklar tanımlayan ve hatta erkeğin ikinci eş edindiği takdirde kadına boşanma hakkı ön gören yasa daha devrimden iki hafta geçmeden kaldırıldı. 9 Mart'ta kadınların yargı hakkı kaldırıldı ve 11 Mart'ta Hicap (örtü) zorunlu kılındı. Humeyni'den gelen bu fermanlara karşı 8 Mart 1979'da İran, tarihinin en büyük kadın itirazına sahne oldu. Tahran bir hafta boyunca eylemler ve yürüyüşlere şahitken buna sessiz kalan tüm ilerici güçler ve aydınlar, kadınları haklı mücadelelerinde yalnız bıraktılar. Bu arka planla ülkede referanduma doğru hareket başladı.

İki seçenekli bir referandumda ya İslam cumhuriyeti ya eski rejim sorusu ile halk İslam’dan yana olma ya da Şah'dan yana olma sorusu ile karşılaşıyordu. Hâlbuki o halk zaten eski rejimi yerinden edip temellerini yıkmıştı. Doğal olarak halk eski rejimden yana olmayacaktı ve yeni rejime oy vermek zorunda kalacaktı. Bu referandumun başka bir yüzü daha vardı. İslami cumhuriyetin ne olduğu daha tanımlanmış değildi. Humeyni “İslami cumhuriyette herkes hakkını elde edecektir” diye anlatıyordu. Bir gazetecinin “İslam cumhuriyeti nedir?” sorusuna referandumu gerçekleştirme görevinden sorumlu olan geçici başbakan “güzel bir şeydir” yanıtı verip devamında “kadın hakları güvence altına alınacaktır” diyordu. Ortada İslam cumhuriyetinin tanımı yokken onu seçmek zorunda bırakılan halksa evet oyu kullandı. Resmi açıklamalara göre halkın %98 oranındaki katılımının sonucunda sandıklardan %99 evet oyu çıktı.

Adım adım istibdad yeniden kurulurken henüz önemli bir itiraz ortaya çıkmamıştı. 8 Mart hareketini küçük burjuva talebi olarak nitelendiren sol, İslam cumhuriyeti teriminin tanım belirsizliğinden referandumu boykot etti. Bunu solun tüm güçleri yapamadı ve Tudeh Partisi kurulacak yeni rejime tam desteğini verdi. Radikal İslamcı gruplardan Halkın Mücahitleri şartlı evet dedi. İslami cumhuriyetin belirsiz içeriğinden dolayı şartlı evet diyen örgüt, ileride halkın çıkarları güvenceye alınırsa tam destek vereceğini aksi takdirde evet oyunu geri alacağını açıkladı. Başbakan liderliğinde liberal İslamcılar zaten geçici hükümetin içindelerdi. Başta sadece cumhuriyetin yeterli olduğunu söyleseler de karizmatik liderin İslam olmazsa olmaz cevabından sonra hemen Humeyni'ye uymuşlardı. Ama referanduma karşı hiç bir kitlesel itiraz oraya çıkmamıştı. O yüzden referandumu boykot eden gruba iktidar tarafından %2 lakabı takıldı. Bu zayıf itirazlara karşı iktidarı ele geçirmiş muhafazakâr kesim, devrim yapan halkın referanduma başvurması gerekmez, bu bizim ne kadar demokrat olduğumuzu gösteriyor cevabını veriyordu. Aslında devrim lideri olarak ülkeye dönen Humeyni'ye karşı kitleleri örgütlemek kolay olmayacaktı ama zaten daha önce 8 Mart'ta geniş kitlesel hareket şansı da kaybedilmişti.

İstibdad'ın yeniden kurulması için bir adım daha atmak gerekiyordu ve bu adım yeni anayasa ile atılacaktı. Şah rejimi sonrası yapılan yeni anayasada vilayet-i fakih tanımı yeni istibdadın habercisiydi. Siyasal gücü tamamen dini liderin ellerine sunan bu anayasa Kasım ayında referanduma sunulacaktı. Bu sefer de referandumdan önce önemli bir gelişme oldu. Devrimden umduklarını bulamayan azınlıklardan huzursuzluk sesleri yükseliyordu. İlk olarak Kürtler özerklik isteği ile ayaklandılar. Eski rejimin aynı merkeziyetçi zihniyetini taşıyan yeni rejim buna müsaade etmeyince Kürdistan'da uzun süren bir savaş başladı. Yeni rejim yani İslam cumhuriyeti 8 Mart'tan sonra ikinci kez halka karşı anti-demokratik yüzünü büyük ölçekte açıkça gösteriyordu. Kürtlerin mücadelesi bu kez solun bir kısmının da desteğini aldı. Kitleleri ve siyasi örgütleri uyandırması gereken bu önemli gelişmelerle ülke yeni anayasa referandumuna hazırlanıyordu.

Kürdistan ayaklanması ile beraber İslam cumhuriyeti ile çizgilerini ayıran sol anayasa referandumunu boykot etti ama Humeyni ve yandaşlarından her hangi bir desteğini esirgemeyen Tudeh ve Halkın Fedaileri’nin büyük bir kısmı yeni anayasaya evet dedi. Halkın Mücahitleri daha önce kullandığı evet oyunu geri alıp yeni anayasayı muteber saymadı. Ama anayasa referandumuna tek şiddetli tepki bir diğer etnik bölgeden yani Azerbaycan'dan ve onun en büyük şehri Tebriz'den geldi. Daha önceki referandumda evet oyu kullanan Halk-ı Müslüman Partisi, vilayet-i fakih maddesine karşı çıkarak yeni rejimle silahlı çatışmaya geçti ama bu itirazlar, geniş kitlesel destek bulamayınca yeni kurulmuş olan devrim muhafızlarınca bastırıldı.

Referandumdan sonra başlayan süreç muhalif güçleri temizleme süreci olarak tarihe geçecekti. İlk önce muhalefetini açıkça ilan eden gruplar temizlendi. Daha sonra İslami cumhuriyete destek veren Tudeh veya Halkın Fedaileri (çoğunluk) gibi sol ve seküler gruplar tasfiye edildi. Ve böylece devrimden önce var olan istibdad, aktörleri değişse de ayni gerici zihniyetle varlığını sürdürecekti. Bir kaç siyasi örgütün eylemleri ve hatta silahlı mücadele girişimleri de kitlesel destek bulamayınca hunharca bastırıldı.

İran'da istibdadin yeniden kurulma sürecinin neredeyse benzerini Mısır halkı da tecrübe ediyor ama çok önemli bir farkla. Mısır halkı bu restorasyona karşı 25 Ocak 2011 tarihinde başlattığı devrimci tavırla karşı çıkıyor ve istibdadın yeniden üretilmesine karşı direniyor.

Mısır'da da Müslüman Kardeşler'in ilk saldırdığı alan kadınlar ve kazandıkları haklar oldu. Hatta bu saldırıyı eylem alanlarına kadar sürdürüp kadınların meydanlara akmasını engellemek için cinsel tacize bile başvurdular. Yeni anayasada da aile yapısını korumaya yönelik maddeler aslında kadınları korumasız bırakan maddeler. Dini azınlıklar olarak sadece Hıristiyanları ve Yahudileri tanımlamak da başka inançlara sahip topluluklara bir saldırı ilanı. Böyle bir anlayışla devrimin kazanımlarının üstüne yatan Müslüman Kardeşler eğer ciddi bir muhalefetle karşılaşmasaydı daha gerici bir anayasa ile yeni istibdadın temellerini daha derin atacaktı. Kesin ki Müslüman Kardeşler halk direnişi karşısında kaybettiğini elde etmek için referandum sürecinden sonra tekrar harekete geçecektir. Buna karşı da eğer Mısır halkının başlattığı devrimi tamamlamak yolundaki azim ve direnişinde küçük bir kırılma yaşanırsa sonucu tekrar bir gerici istibdada esir olmak olacaktır.