Afganistan’da emperyalizm yenildi, ama Taliban’ın kendisi de Afgan halkı için kâbus!

Afganistan’da emperyalizm yenildi, ama Taliban’ın kendisi de Afgan halkı için kâbus!

Afganistan’daki yirmi yıllık emperyalist işgal, bir halk hareketi ile değil ama, tekfirci hareketin ülkeyi tereyağından kıl çeker gibi ele geçirmesi ile sonlandı. ABD’nin, fiilî işgali bir kukla devletin kurulması ile nihayetlendirip işgalin masraflarından kurtulma planı büyük bir fiyasko ile sonuçlanırken, kimsenin beklemediği bir şekilde Asya’nın orta yerinde yeni bir siyasî denklem ortaya çıktı. Bugün, uzak yakın pek çok güç Taliban ile ilişki kurabileceğinin sinyallerini verirken, Taliban da uygulamalarının önceki iktidarı dönemindekinden farklı olacağı mesajını veriyor.

Afganistan’da emperyalizmin yenilgisinin tarihsel boyutlarını anlamak, Taliban’ın bugününü anlamak için elzemdir. (Bunun için Sungur Savran’ın dünkü yazısını mutlaka okuyunuz: https://gercekgazetesi.net/uluslararasi/bozgun) Taliban, daha önce Sovyetler Birliği’ne karşı emperyalistlerce silahlandırılmış mücahit çetelerinin bugünkü uzantısı bir örgüttür. Bu çeteler 1979-1989 döneminde kurulan sosyalist hükümete karşı savaşırken, Amerika’nın kirli işini yürüten, emperyalist yardakçısı bir güç olarak hareket etmişlerdi. Ancak sonrasında, 1998’den, özellikle de ABD işgalinin yaşandığı 2001’den itibaren, emperyalistlere karşı fiilen bir savaş yürüttüler, bu yüzden de halktan zaman zaman ideolojilerinin izin vereceğinin çok üzerinde bir destek alarak büyüyebildiler. Bugün Taliban, karşısına çıkan paralı ordulara veya emperyalistlerce eğitilmiş düzenli orduya karşı bu avantajı kullandı. Sadece bu da değil, başka pek çok faktör de Taliban’ın bu kadar kolay ilerleyebilmesine zemin hazırladı. Afganistan ordusunun subaylarının kendilerine emperyalistlerce verilen paraları kendi hesaplarına geçirerek malzemeyi de karaborsada satmaları, maaşlarını alamayan askerlerin zenginlik içindeki subaylara olan nefreti ve Taliban’ın ordunun ikmal hatlarını tamamen kesen başarılı taktikleri, tekfircilere ülkenin anahtarını verdi. Neticede ülkede artık iktidar tartışmasız biçimde Taliban’ın elinde.

Bölge güçleri Taliban’ı yanlarında tutmaya çabalıyor

Henüz Taliban’ın ilerleyişinin ilk günlerinden itibaren, özellikle çevre ülkeler durumla yakından ilgilendiler. Önceki Taliban iktidarı döneminde Afganistan’daki elçiliklerini kapatarak diplomatik ilişkileri kesen Çin, bu kez erken bir aşamada Taliban’dan belirli güvenceler aldı. Taliban Çin’e Doğu Türkistan İslamî Hareketi’nin ülkede üslenmesine izin vermeme taahhüdünde bulundu. Taliban’ın ülkenin tamamını ele geçirmesinin ardından da, Çinliler Afganistan’daki yeni yönetim ile ekonomik alanda işbirliği yapmak istediklerini açıkladılar. Elbette bunun bir koşulu olarak Taliban’ın ülkedeki diğer siyasî güçleri de yönetime katmasına işaret ederek. 

Rusya’nın da Taliban’dan benzer güvenceler aldığı anlaşılıyor. Geçtiğimiz ay Moskova’ya bir heyet gönderen Taliban, ülkenin kuzeyindeki sınır bölgesinde Rusya’nın çıkarları hilafına hiçbir girişimde bulunmayacağını garanti etmişti. Taliban’ın Kâbil’e girmesinin ardından Rusya, Taliban’ın verdiği son mesajları olumlu karşıladıklarını, ancak bu mesajların eyleme dökülmesini beklediklerini söyledi. Pakistan ile Taliban’ın ilişkisi zaten hep soru işaretleri barındırmaktaydı. Ülkede devletin içinde, orduda, halk arasında Taliban’a azımsanmayacak bir destek bulunduğu, Taliban üyesi bazı Pakistanlı savaşçıların cenazelerine büyük katılım olduğu görülüyor. Pakistan’ın Taliban’a sahip çıkması kuvvetle muhtemel, ancak Pakistan hükümeti ilk açıklamalarında her ne kadar Afganistan’ın işgalden kurtulduğunu belirtseler de, Taliban için tek başlarına, diğer ülkelerden bağımsız bir tanıma kararı vermeyeceklerini de eklediler. İran ise, Taliban’ın açık Şii düşmanlığına karşın henüz Taliban ülkeyi ele geçirmeden önce pragmatik adımlar atarak, daha önce ülkedeki Şii azınlığı korumak için fiilen savaştığı Taliban ile uzlaşabileceğinin sinyallerini vermişti. İran açısından meselenin bir önemi de Çin ile arasındaki antlaşmaların uygulanmasında Afganistan’da ABD yanlısı olmayan bir unsurun iktidarda olmasının katkı bile sunabilecek olmasında yatmakta. 

Emperyalist güçler de Taliban’a saygılı

Emperyalist güçlerin Taliban’a yaklaşımı da temelde bunlardan çok farklı değil. Avrupa Birliği (AB) dış politika temsilcisi Josep Borrell AB üyesi ülkelerin dışişleri bakanlarıyla yapılan toplantının ardından, kadın hakları başta olmak üzere temel hakları garanti altına alması ve terör örgütlerine yataklık yapmaması gibi koşullarla Afganistan’daki yeni yönetim ile çalışma yapabileceğini duyurdu. Tekil ülkeler olarak bakıldığında Almanya ve Fransa şu anda mülteci meselesini ön plana çıkarıyorlar. Kadınların maruz kalacağı baskılar türü uygulamalara vurgu yapmalarının bir nedeni de bu. Bu baskılar azaldıkça, Avrupa’ya akan mülteciler de azalacak. Zira AB’nin Afgan mültecilere dair açıklamaları, orada kendileri hizmetinde çalışan az sayıda kişiyi kabul edecekleri (bunu da muhtemelen İspanya yapacak), kalanların ise Afganistan’ın çevresindeki ülkelerde tutulmasını hedefledikleri yönünde. 

Afganistan’ı büyük bir enkaza çeviren ABD bile, şimdilik konuşmak için erken olduğunu söylemesine karşın, Taliban ile ilişki kurma olasılığını dışlamıyor. Ama açıkçası, Taliban’a dair emperyalist kamptan en hoşgörülü açıklamayı yapan İngiltere Genelkurmay Başkanı Nick Carter oldu. Carter, Taliban’ın değişmiş olabileceğini söyleyip, örgüte karşı sabırlı olunması ve bir şans verilmesi gerektiğini belirtti. Boris Johnson, bugün yaptığı açıklamada genelkurmay başkanının yaklaşımını tekzip etmezken, Taliban’ı sözlerine göre değil tercihlerine ve eylemlerine göre değerlendireceklerini belirtmekle yetindi. 

Tüm bu temkinli, ama Taliban’ı önceki dönemlerdeki gibi gayri meşru görmeyen açıklamaların ardında pek çok faktör var. Bunların başında, Taliban’ın zaferinin sonuçlarını ortadan kaldırmanın maliyetinin, hele ki ABD pes etmişken, kimse tarafından üstlenilemeyecek olması geliyor. Hal böyleyken, uzlaşma ve ileride daha farklı ilişkiler kurmak için kapıyı açık bırakma, şu an tercih edilir bir yaklaşım olarak görülüyor. Ülkenin aşağıda yine değineceğimiz yeraltı zenginliklerinin bu güçlerin hiçbirinin dikkatini çekmemiş olduğunu söylemek de zor. Dahası, başka bir önemli bir faktör de Taliban’ın Kâbil’e girmesinin ardından dış dünyaya ılımlı görülebilecek mesajlar vermeye başlaması. Taliban sözcüsü Zebilullah Mücahid, tüm ülkelere, topraklarının dışarıya yönelik terör faaliyetlerinde kullanılmayacağı mesajını verdi. (Gerçi Taliban’ın ele geçirdiği Begram hava üssünden serbest bıraktığı El Kaide vd. örgüt üyelerinin akıbeti şu an için bilinmiyor.) Ayrıca İslam kuralları dahilinde olmak kaydıyla kadınların haklarının "korunacağını" söylerken, işbirlikçi hükümet için çalışan kişilere dokunulmayacağını da belirtti. Bu arada, Taliban liderlerinden Emir Han Muttakî’nin Kâbil’de eski cumhurbaşkanı Hamid Karzai ve iki taraf arasında uzlaşma amacıyla kurulmuş komisyonun başkanı Abdullah Abdullah gibi isimlerle görüşerek yeni bir hükümet formülasyonu üzerinde çalıştığı bilgileri de gelmekte. Taliban muhtemelen bu şekilde kendisi dışındaki unsurları da katacağı, ancak kendi kontrolünde tutacağı bir hükümet kurmayı planlıyor. Bunu, muhtemelen biraz köşeleri törpülenmiş bir İslam hukuku sisteminin getirilmesi izleyecek. 

Taliban’ın yumuşak tutumunun kaynağı

Peki Taliban, yeni bir askerî müdahalenin çok zor olduğunu da bildiği halde neden uluslararası meşruiyetini sağlama noktasında kendi açısından bu kadar ileri adımlar atma gereği duyuyor? Açıklamalarından anlaşıldığı kadarıyla, ülkedeki iktidarlarını sürdürülebilir kılmanın tek yolunun, kırsal kesimdeki gençleri harekete geçiren programlarının biraz yumuşatılması ve uluslararası alanda en alt düzeyde de olsa meşruiyet sağlanmasında olduğunu anlamış bulunuyorlar. Kadınlar ve azınlıklar gibi gruplar açısından yeni Afganistan’ın çok zorlu koşullara sahip olacağında kuşku yok. Ancak bu konularda tavizler vermek zorunda bile kalabilirler. Bunun nedeni, eldeki uyuşturucu geliriyle iktidarlarını sürdürmelerinin olanaksızlığı, ülkede vergileme yoluyla ele geçirebilecekleri zenginliğin, durma noktasındaki ekonomik yapıdan ve aslında ülkenin üretken kapasitesinin de kısıtlarından dolayı çok sınırlı olması, dahası emperyalistlerin kukla hükümetinin Merkez Bankasında para bulundurmayarak, tüm rezervlerini yurtdışında tutmuş olması. Aktarıldığı kadarıyla 9 milyar dolarlık rezervin 7 milyarlık bölümü ABD’de, kalanının da tamamına yakını İsviçre vb. ülkelerde. ABD dün gece bu parayı dondurduğunu açıkladı. Üstelik ülkeyi devralacaklarsa, işbirlikçi yönetimin yolsuzluk yoluyla iç etmek amacıyla kullandığı dış borcu da devralmak zorundalar. Dahası, uluslararası alanda Afganistan’a yönelik yaptırımların başlaması, Taliban’ı çok daha zor bir durumda bırakabilir. 

İktisadî koşulların Taliban üzerindeki yönlendiriciliğini yadsıyanlar ya da hafife alanlar, bu örgütün liderlerini fantastik edebiyattaki karanlık güçler gibi görüyorlar. Bunlar kendilerini gerici fikirlere adamış, dünyadan bir beklentisi olmayan ve kendi inançları doğrultusunda ahiret için cihad yürütmekten başka amacı olmayan unsurlar onlara göre. Bu hikâye, Afganistan kırsalından Taliban tarafından silah altına alınacak gençler için çekici olabilir, bizim için değil. Taliban önderleri aşiret reislerinden, bölgesel zenginliklere el koyan unsurlardan, özellikle uyuşturucu ticaretiyle zenginleşmiş isimlerden oluşuyor. En önemlisi, şimdi her ne kadar geri de olsa, bütün bir Afgan ekonomisinin dümenine oturmuş durumdalar. Kaynakların kontrolü ellerinde. Daha da zenginleşmek için tek yapmaları gereken, doğru politikaları izlemek. 

Ülkenin elindeki en büyük ekonomik kaynak, Taliban’ın Çin başta olmak üzere pek çok talipliyle iyi ilişkilerini sürdürmesinin maddî temelini oluşturuyor. Afganistan, dünyanın toplam Lityum rezervinin %40’ına sahip. Toplam değerinin 1 trilyon dolar olduğu tahmin ediliyor. Ayrıca demir, bakır ve altın başta olmak üzere zengin maden yatakları var. Çin, 2007’de bu madenlerin bazılarını işletmeye çalışmış, ancak altyapı eksiklerinden dolayı başarısız olmuştu. Fakat son dönemde yeni girişimlerde bulundu. Bazı basın organları, tüm ülkelerin Taliban’ın ilerlemesi karşısında tercüman vb. kılıklardaki ajanlarını ülkeden çıkarmaya çalışırken, Çin’in ise ilk etapta 200 kadar "iş insanını" tahliye ettiğini yazıyor. Lityum vd. madenlerin Çin kadar diğer ülkelerin de dikkatini çekmekte olduğu da rahatlıkla söylenebilir. Bu zenginlik zaten biliniyordu, değişen ne oldu diye soranlara, ABD emperyalizminin bir karar mercii olarak Afganistan’dan silinmiş olduğunu hatırlatmak isteriz. Buna rağmen ABD şirketleri bile ileride bu zenginliklere talip olabilirler mi, göreceğiz. Bu durum Taliban’ın ne kadar dönüşebileceğine bağlı. Söz konusu zenginliği paylaşma kavgasına başlayıp, daha keskin bir kanadın kopması ve yeni bir iç savaş başlatması bile ihtimal dışı değil. Ama bu aşamada tüm bu bahsettiklerimiz sadece birer olasılık. 

Afganistan’ın jeostratejik önemi

Afganistan’ın 1979’dan beri büyük savaşların merkezinde yer alıyor olması aslında sadece radikal İslamcı hareketlerin (1979-1989 arasında Mücahitler, 1998 sonrasında Taliban) ülkenin kaderi üzerinde söz sahibi olmasının çeşitli büyük güçlerin çıkarları açısından önemli sorunlar yaratması ile sınırlı değil. Ülkenin jeostratejik konumunun modern çağdaki önemi, bu radikal İslamcı hareketlerin tarih sahnesine çıkmasından çok daha önce başlamıştı, Afganistan bu yüzden bütün modern çağ boyunca savaş alanı oldu.

Afganistan iki ayrı bakımdan çok büyük jeostratejik önem taşıyor. Önce özellikle 20. yüzyıl ortalarına kadar bir İngiliz sömürgesi olan Hindistan ile Asya’nın devi Rusya arasında bir geçit yolu olarak önem taşıdığından dolayı, hem İngiliz sömürgeciliğinin hem de Rusya’nın işgal çabalarıyla mücadele etmek zorunda kalmış bir ülke. Bunun bugünkü uzantısı, ülkenin biraz daha laik toplumsal kesimlerinin Hindistan’ın, daha din merkezli politika izleyenlerin ise Pakistan’ın etkisini yoğun biçimde hissetmesi olarak özetlenebilir.

Öteki boyut, Afganistan’ın Orta Asya’nın kapısı olmasıdır. Orta Asya olarak bilinen bölgenin bütün öteki ülkeleri 20. yüzyılın neredeyse tamamını Sovyetler Birliği’nin cumhuriyetleri olarak yaşamışlardır. Orta Asya’nın hep kendi başına yaşamış tek ülkesi Afganistan’dır. Ülke Müslüman ağırlıklı üç orta Asya ülkesine komşudur (Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan), ayrıça dar bir koridor aracılığıyla olsa da Çin Türkistanı’nın, yani Sinkiang’ın (Uygurların) da komşusudur. 

Orta Asya, emperyalizmin düşman bellediği iki dev ülkenin (Çin ve Rusya) yumuşak karnıdır. Bu bakımdan Afganistan’ın hem emperyalist ülkeler hem de Rusya ve Çin açısından muazzam bir önemi vardır. Her bir ülkenin Taliban’a karşı tepkisini aynı zamanda bu rekabetin ışığında görmek gerekir. 

Ya Afgan halkının geleceği?

Taliban’ın Afganistan’ı istediği gibi bir "İslam Emirliği" haline getirmesi için aşması gereken engeller, şimdilik yukarıda saydıklarımızdan oluşuyor. Peki, bu manzaradan Afgan halkına ne çıkar? Eğer tekfirci Taliban idaresi devam ederse, kadınlar ve azınlıkların toplumsal konumlarındaki muazzam gerilemeye, Afgan toplumunun Taliban önderlerini ve onların ardındaki hâkim sınıf unsurlarını zengin etmek için köleleştirilmesi eklenecek. Batı’nın şu an Taliban’ı kontrol için tek aracı olan yaptırımların devreye girmesi, bu durumu daha da kötüleştirecektir.

Afganistan’da ne yapılmaması gerektiği artık açıktır. Dün NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in basın toplantısında bir Afgan kadın gazeteci, mealen, NATO’nun Afganistan’dan neden binlerce kadını Taliban’a bırakarak çıktığını gözyaşları içinde soruyordu. Sorunun yanıtı, NATO’nun Afganistan ve Irak’ta milyonlarca kadını katletmiş olmasında, NATO üyesi ülkelerde kadınların tırnaklarıyla kazıyarak elde ettikleri hakları kendisine vitrin süsü yapan NATO üyesi devletlerin, müttefikleri Suudi Arabistan’da kadınların durumu için kılını kıpırdatmamasında yatıyor. Yarın şirketleri Afganistan’dan ihale almaya başlarsa, madenlerde katledilecek binlerce Afgan için de hiçbir şey yapmayacaklar. Afgan halkı, emperyalizm belasından kurtuldu, ancak şimdi tekfircilik belası ile baş başa. Yapılabilecek tek şey, Afgan emekçi halkının emperyalizmin ve tekfirciliğin her türlüsüne karşı mücadele etmek üzere örgütlenmesinden, verili koşullarda bunu gizli ve silahlı bir biçimde yapmasından başka bir şey olamaz. Buna bugün burun kıvırıp, çözüm için emperyalizmden umut arayanların emperyalizmden daha kaç kez kazık yemeleri gerekiyor acaba?