Kıbrıs’ta sosyal şovenizme ve liberalizme karşı Marksizm’i savunmak: Baraka’nın sosyal şovenizmine ve Toparlanıyoruz Hareketi’nin liberalizmine karşı sınıf bağımsızlığı!

Bizim “kurumlarımız”, “devletimiz”, “hükümetimiz” diye başlayan bir tirat atılıyorsa ve siz Shakespeare oyununda değilseniz, sosyal şovenizmin sancılanmasına ve doğum anına tanık oluyorsunuz demektir. Sosyal şovenizm, sınıf mücadelesi ve bağımsızlığı yerine sınıf işbirliğinin tetikçiliğini yapan oportünizmin doruğudur. Marksizme ve proletaryaya karşı açılan bir bayraktır. Enternasyonalizme savaş açmaktır! Açık açık sınıfa ihanettir!

“Kurumlar” burjuvazinin işçi sınıfı ile mücadele alanlarıdır. Burjuvazi ele geçirir, sonra işçi sınıfı akın edip zapt eder. Biri özel mülkiyetine alır, diğeri devletleştirir, işçi komiteleri aracılığıyla yönetir. Kurum lafını Kıbrıs’ta duyuyorsanız aklınıza Kooperatif gelir, KTHY gelirdi, AYKO ayakkabı fabrikası gelirdi, ETİ gelir, DAÜ gelir, Telefon dairesi gelir, KIB-TEK gelir… Bunların tümü üretim aracıdır. Ama aklınıza polis teşkilatı gelmez. Baraka’nın geliyor! Türkiyeli okur için bir not düşelim ki anlamakta zorlanmasınlar: Baraka, sizin sosyal şovenizmde TKP ile yarıştan tanıdığınız Halkevleri’nin kardeş örgütüdür.

Bizim aklımıza kurumlarımız deyince polis gelmiyor. Çünkü o bizim değil burjuvazinin kurumudur, teşkilatıdır. Kurumdan öte devletin şiddet tekelini temsil eden, burjuvazinin hizmetindeki baskı aygıtıdır! Devlet aygıtına bağlı bir sınıf savaşı silahıdır!     

Kurum-teşkilat dediğimiz şey kültürün bir parçası değildir. Baraka Kültür Merkezi kendini kültüre fazla kaptırmış. Polis teşkilatı hakkında yazdıkları bildiride “Kurumlarımız asimile ediliyor” diyorlar özetle. http://www.sendika.org/2013/07/baraka-kibrisa-imamin-ordusu-mu-geliyor/ TC’nin sömürgeci politikalarını, işgalden sonra ilhak yolunda sürdürdüğü saldırgan politikaları, en nihayetinde Kıbrıs işçi sınıfına karşı giriştiği sınıf savaşının hazırlıklarını “asimilasyon” sanıyorlar. Kıbrıs’a TOMA alınması, polis teşkilatının yeniden düzenlenmesi, 2013 yılının eğitim yılı olarak ilan edilmesi, "Polis Örgütünün Yeniden Yapılandırılması" (PÖYAP) isimli bir ekip kurulması, teşkilata yeni araçlar alınması, üniformaların Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üniformalarına benzeyen halinden Türkiye’deki üniformalara doğru değiştirilmesi TC devletinin ilhak siyasetinin ve sınıf savaşına hazırlanışının mevzileridir. Mevzi mevzi ilerleyen düşmana karşı Kıbrıs solu ve sendikaları “asimilasyon” dışında laf etmiyor!

Gerçekten ne düşünüyorlar merak ediyoruz. Kıbrıs kültürünün bir parçası mıdır yani burjuvazinin baskı-şiddet aygıtı?

Baraka’nın oportünizmde ve sosyal şovenizmde çığır açan kültürcülüğünü Münür Rahvancıoğlu’nun sözleriyle birleştirelim: “Eğer toplumsal bir dönüşüm sağlanacaksa bu elbette ki askerinden polisine kadar halkın tüm kesimlerinde yaşanacak bir dönüşümdür.” (http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/35/news/35479

İki noktanın altını çizelim:

1. Devletin ve onun silahlı güçlerinin, kapitalist toplumdaki rolü bilerek çarpıtılıyor. Özellikle Baraka’nın polis teşkilatının profilinin halkınkinden farksız olduğunu söylemesi, demokrat, sola-sağa sempatizan olan, barışçı görüşlere sahip polislerin olduğunu vurgulaması, bireyci ideolojinin Baraka’yı kör ettiğini gösteriyor: “Bazı polis mensuplarının demokratik haklara saygılı ve barışçı fikirlere sahip olduğu da bilinmektedir.” “…birçok güvenlik görevlisinin ve polisin senden benden, herhangi bir insandan farkı olmayan, bazısı sol görüşe yakın olabilir; bazısı sağ görüşe yakın olabilir; bazısı depolitik olabilir ama halkın genel profilinden çok da farklı bir profile sahip olmadıklarını düşünüyoruz.” Bireyci ideolojinin yanında bir de “halk profili” diyerek halktan da ne anlamadıklarını görüyoruz! Halkı sınıflardan öte “sempatizanlık grupları”na indirgeyen bir siyaset, sınıftan ve sınıf mücadelelerinden de bir şey anlamadığını ispat eder! Devletin silahlı güçlerinin “sınıfsal varlığı” devletin varlığına tâbidir. Lenin’in tam da dediği gibi “çıkarılan yasalarla” devletin silahlı güçleri kutsallaştırılırlar: “Kamu yetkililerinin kutsallığını ve dokunulmazlığını ilan eden özel yasalar kabul edilir.”

Bir şiddet aygıtı içerisinde, aygıtın politik-ideolojik-ahlaki karakterini belirleyen unsurları, halktan yabancılaşmış emir erlerinin, öğütülmüş bireylerin varlığı, değil değiştirmeyi silikleştiremez bile! Baraka bireyci ideolojiden o kadar muzdarip ki sürekli “birey” olan polislere vurgu yapıyor. Polis dediğinizin “birey”e benzer hiçbir tarafı yoktur: Burjuvazinin işçi sınıfına karşı savaştırdığı askerlerdir.    

2. Rahvancıoğlu, polis ve ordu ile ortak bir toplumsal dönüşümün olacağından bahsediyor. Toplumsal dönüşüm onlarla birlikte değil onlara karşı olacak! Baraka’nın bu “ordu’cu” görüşü savunması başlı başına ordudan medet uman sol milliyetçi/cuntacı ideolojinin de hâkimiyeti altında olduklarını gösterir! Bir de şu vardır: “şiddetsiz bir dönüşüm” yalanını ortaya atabilmek için ordu-polis bizimle olacak martavalını sıkıyorlar. Bu da şiddetsizlik ajitasyonu ile pasifizmdir! Siyaset eklektik olmaya görsün, her şeyi her an savunur hale gelirsiniz, siyaset Baraka’daki gibi çorbaya döner.

Kıbrıs’ta bu tür “sol cuntacı” iddialar pek yoktur. Sonuçta 40 bin çift asker postalı ile ezilen bu toprakların kuzeyi, güneyi de hesaba katınca sekiz-dokuz adete yaklaşan orduya askeri üstür. Bayraklar törenler nutuklar hele bu Temmuz günlerinde hatırlatmaya gerek görmeyecek kadar gözümüzün içindedir! Bu boğucu şovenizmin ortasında böyle bir coğrafyada ordu ve polis ile birlikte bir dönüşümden bahsedilmesi sömürgeci resmi ideolojinin sözcülüğünü yapmaktır. “Güvenilir kurumlarımız” arasında bulunan ordu ve polisin “savunulmasıdır”! Sosyal şovenizmdir!

Üretim aracı olmayan bir kurumun, kısacası polis teşkilatının, sanki de toplumsal mücadeleler sonucu oluşturulmuş ve kooperatif örneğinde olduğu gibi emeğin fedakarlıklarının bir sonucuymuş gibi gösterilmeye çalışılması sınıf bilincine ve mücadelesine karşı bir manipülasyon, afyonlama girişimidir! Tamamen polis teşkilatı hakkında olan Baraka bildirisinin içindeki kurumlarımız sözü polisten başka bir yere çekilemez! Kurumlarımız dedikleri şeyi, burjuvazinin işçi sınıfına karşı kullandığı savaş aygıtını savunuyor Baraka! Bu sınıf mücadelesine ihanettir. TC devletinin ilhak politikalarını[1] gizleme ve sınıf savaşına yönelik hazırlıkları “asimilasyon” diye yutturma girişimidir. Kitlelerin bilincinde kara delik açma çalışmasıdır!

Polis gibi bir şiddet aygıtına, sınıf saldırısı odağına karşı verilecek mücadele de sınıf mücadelesidir. Hem alanlarda polisle mücadele hem de politik grev ve genel grevleri gündeme taşımakla, sınıf mücadelesinin önünde barikat gibi duran, Baraka ve diğer küçük burjuva ada solu gibi bütün meseleleri “asimilasyon”a bağlayan sendikaları sınıf mücadelesine zorlamakla mümkündür bu politik sınıf mücadelesi. Yoksa Baraka gibi polislerin aslında “halk profili”ne sahip, Münür Rahvancıoğlu’nun deyişi ile “senin benim gibi insanlar” oldukları iddiası yönündeki tiratlar sömürgeciye ve ona sırtını yaslayan sınıf düşmanımıza hizmet eder!

Baraka’nın sosyal şovenizmi bu güne kadar bu kadarla da kalmadı! Münür Rahvancıoğlu’nun Türk Kıbrıslıların Rum Kıbrıslılar tarafından Kıbrıs Cumhuriyeti’nden kovulduğunu iddia ettiği satırlar “sol sos”a batırılmış sosyal şovenizm ve resmi ideolojinin soldan üretilmesidir: “Böyle bir hesaplaşma, güneyde Kıbrıslı Türkleri dışlayan şovenist bakışa karşı, kuzeyde ise halkın yaşadığı haklı tedirginliğe yönelik cevap niteliğinde olacaktır. Bugün çözüm, Kıbrıslı Elenlerin kontrolündeki büyük halk şovenizmi ile damgalı ve emperyalist mayınlarla döşeli Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüşte(n) değil…” (15 Aralık 2012 Sol Bakış)Bir laf cambazı için emperyalizmden ve büyük halk şovenizminden bahsederek tarihi hakikatleri gizlemek mesele değildir! Şovenizmden bahsedip sonraki alıntılamadığımız cümlede de “halkların mücadelesi ile birleşir ancak Kıbrıs” mealinde konuşunca resmi ideolojinin tekrarlanması silinmiş olmuyor: Rumların, Türk Kıbrıslıları Cumhuriyet’ten kovdukları büyük bir resmi ideoloji/tarih yalanıdır. Denktaş liderliğinin suçunu Rum Kıbrıslılara kesme çabasıdır. Sosyal şovenizmdir!

“Rumların sosyal şovenizmi”nden bahsetmek, “halklar mücadelesi”nden bahsetmek, resmi ideolojinin tekrarını gizleyemiyor. Yarım doğru üç hatayı götürmüyor bayım!

Halklar vurgusu yarım bir doğrudur. Baraka’nın halklar söylemini fetiş hale getirmesi, bir süre sonra fetişleşmiş bütün sloganlar gibi anlamını yitirir, kontrolden çıkmasına sebep olur. Halklar vurgusu Kıbrıslıların kendi kaderini tayin hakkına karşı iki tane “self-determinasyon” hakkı çıkarmak için üretildi. 30 senedir var! Sola şırınga edilmesini de Denktaş’ın aydını “Saray Marksisti”  Doğan Harman sağladı! Bugüne kadar “halklar var ama biz gene de birlikten yanayız” deniyor. Ama şimdilik! Rahvancıoğlu aynı yazıda “birleşik Kıbrıs’ın bir zorunluluk olduğu”nu söylese de, başlıkta sorduğu soru çok manidardır: “Birleşik Kıbrıs hâlâ mümkün mü?” Çizdiği resimle bir taraftan mümkün değil diyor aslında: “şovenist Rumlar”-“dışlanan Türkler”.  Ama diyemiyor. Çünkü “Birleşik Kıbrıs mümkün değil!” sözünü ne kitleler hazmeder ne de bu sözü etmiş kişinin solla bağı kalır!

Halk meselesinin neden “yarım doğru” olduğu konusunda iki alıntı yaparak devam edelim. Bu “halk mücadelesi” nedir? En büyük çatlak da şu noktadadır ki “polis teşkilatı”nın sahip olduğu “halk profili”nden bahsedip, dönüp halk mücadelesinden bahsetmek çatlağın büyüğüdür: “Halk”tan hiçbir şey anlamamaktır.

Lenin’den iki alıntı:

 

  1. Sosyal demokrasi (yani Marksizm),  “halk” sözcüğünün burjuva demokrasisi tarafından suistimaline karşı mücadele etmiştir ve gayet haklı olarak hâlâ etmektedir. Sosyal demokrasi bu sözcüğün halkın içinde sınıf karşıtlıklarının kavranmasındaki eksikliğin üzerini örtmek için kullanılmamasını talep etmektedir. Proletarya partisinin tam sınıf bağımsızlığının gerekliliği konusunda mutlak bir ısrarı vardır. Ne var ki, “halk”ı “sınıflar”a bölüyorsa, bu, ileri sınıfın kendi içine kapanması, kendini dar sınırlar içine hapsetmesi ve ekonomik bakımdan dünyayı yönetenlerin geri adım atmasından korktuğu için faaliyetini iğdiş etmesi için değildir; ara sınıfların yarı gönüllülüğünden, yalpalamalarından ve kararsızlığından muzdarip olmayan ileri sınıfın bütün halkın davası uğruna, bütün halkın önüne düşerek daha da büyük bir enerji ve şevkle çalışması içindir. (V. İ. Lenin, Devrim Demokrasi Sosyalizm. Seçme Yazılar, Çev. Sungur Savran, Yordam Kitap, s. 138.)
  2. Sınıf mücadelesi nedir? Halkın bir kısmının diğer kısmına karşı mücadelesidir. Eli iş tutan, baskı altına alınan ve baskı ile hakları elinden alınarak inkâr edilen kitlelerin ayrıcalık tanınanlara, baskı altına alanlara ve aylaklara karşı mücadelesidir. Mülkiyet sahiplerine veya burjuvaziye karşı ücretli işçilerin veya proletaryanın mücadelesidir. (Lenin Almanca bütün eserler cilt 6. S.421, çeviri bize ait)

İki alıntıyı birleştirirsek şöyle bir çıkarımda bulunabiliriz: “Halk mücadelesi”nden işçi sınıfı içerisindeki sınıf fraksiyonlarının ve ezilen diğer tüm grupların birliğini burjuvazi karşısında sağladığı ve tüm ezilenlerin mücadelesi üzerinde proletarya hegemonyası kurmaya yaradığı oranda bahsedilebilir. Ama Kıbrıs gibi herkesin kendini “orta sınıf” sandığı, sendika bürokratlarının “Kıbrıs’ta işçi sınıfı yoktur” dediği koşullarda, devrimci sınıf bilincine bu kadar uzak koşullarda, sömürgeci devlet ve ona yaslanan burjuvazi sürekli taarruz halindeyken, durmadan “halk”tan bahsetmek, bir de dönüp polisin “halk profili”ne sahip olduğundan bahsetmek, devrimci sınıf mücadelesine cepheden savaş açmaktır.

Bırakın küçük burjuvaziyi, burjuvazinin bazı fraksiyonlarının mülksüzleştiği, mülksüzleşme koşullarıyla boğuştuğu, küçük burjuvazinin proleter veya yarı-proleter konumlara savrulduğu, proletaryanın yeniden mülksüzleştirildiği, bu tefeci-banka diktatörlüğünde sınıf mücadelesini örgütleyenler için birinci öncelik “hepimiz aynı gemideyiz” yalanına bayrak açarak, bu koşulları yeryüzünden silecek proletarya hegemonyasının tüm halk –ara katmanlar- üzerinde kurulmasının çalışmasını yapmaktır. Her fırsatta uzlaşma yoluna giden, asimilasyondan başka laf bilmeyen sendika bürokrasisine karşı dahi çalışanların sendikalarına sahip çıkmaları için sınıf mücadelesi yürütmektir. İşçi sınıfının sendika bürokrasisine karşı yürüteceği politik mücadelenin adı da sınıf mücadelesidir.

Toparlanıyoruz Hareketi gibi liberal bir damarın kan dolaşımı ve topluma pompaladığı uzlaşmacılık zehri artmışken, kendine sol diyenlerin de onlardan çok uzakta durmayan pozisyonları işçi sınıfının her türlü sıçrama olanağına karşı barikat kurmaktadır. On yıllardır Türkiyeli devrimci Marksist yoldaşlardan öğrendiğimiz ulusal (sol)-liberal (sol) kamplarının “düşman kardeş” oldukları hakikati Kıbrıs’ta da karşımıza dikilmiştir. Bizim önceliğimiz Toparlanıyoruz Hareketi gibi “sınıflar üstü”, “partiler üstü”, “temiz siyaset” yalanlarına karşı emekçi kesimleri uyarmaktır. Diplomatik görünen bütün siyasetler “diplomatik incelik”leri altında bir sınıf taarruzunu barındırırlar. Bu zoka yutulacak gibi değil! Liberallere tâbi olmaya karşı sınıf bağımsızlığının sonuna kadar savunulması en öncelikli görevimizdir.

İşçi sınıfının çeperi sınıf işbirlikçiliği ve sosyal şovenizm zehri ile çevrilmişken “Ya sınıf bağımsızlığı, Ya sınıf bağımsızlığı!” diyoruz. Ya da Marx’ın 1850’de söylediği gibi: “Ama işçiler kendi nihai zaferlerine en büyük katkıyı kendileri yapmak zorundadırlar: Kendi sınıf çıkarlarını öğrenmekle, kendi bağımsız politik tavırlarını hiç gecikmeksizin benimsemekle, demokratik küçük burjuvazinin ikiyüzlü cümlelerine kanmaktan kaçınarak proletaryanın bağımsız olarak örgütlenmiş partisinin gerekliliğinden bir an bile kuşku duymamakla. Savaş naraları şu olmalıdır: SÜREKLİ DEVRİM!”



[1]Vurgulamakta fayda var: TC sömürgeciliği polis teşkilatını oluştururken “etnik kamplaşma”yı da hesap ederek %80 kadronun 1974 sonrası adaya gelen nüfustan olmasına dikkat etmektedir.