KCK davası başladı: “Doğu Cephesi”nde yeni bir şey yok!
103'ü tutuklu, toplam 151 sanıklı, Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BDP) yanı sıra İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) de aralarında olduğu demokratik kitle örgütü (DKÖ) yöneticilerinin yargılandığı tarihi KCK davasının ilk duruşması, 18 Ekim 2010 tarihinde Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde başladı. Duruşmaya yaklaşık 300 avukat, birçok siyasi parti, DKÖ, sendika temsilcisi, insan hakları savunucusu ve uluslararası heyet katıldı.
Duruşmaya Çukurova bölgesi yöneticilerinden yoldaşımız Kemal Şahan Devrimci İşçi Partisi Girişimi adına, Şiar Rişvanoğlu yoldaşımız da avukat olarak katıldı. Adliye binasının dört bir tarafı polis bariyerleri ile çevrildi, yanındaki caddeler ve sokaklar trafiğe kapatıldı, çevreye çok sayıda panzer, çevik kuvvet otobüsü ve yüzlerce çevik kuvvet, adliye etrafında çatılara da keskin nişancılar yerleştirildi.
Hatırlamak gerekirse, sanıklar, ilki yerel seçimlerin hemen ardından, 14 Nisan 2009'da olmak üzere düzenlenen polis operasyonlarıyla gözaltına alınmıştı. 7 bin 500 sayfadan uzun olan iddianame 14 ayda tamamlandı, 103 sanık ise 18 aydır tutuklu bulunuyor. "PKK'nin şehir örgütlenmesi olan KCK/TM (Kürdistan topluluklar Birliği/Türkiye Meclisi) üyesi olmak"la suçlanan sanıklar için, "devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak", "terör örgütü üyesi ve yöneticisi olmak", "terör örgütü propagandası yapmak" suçlarından 15 yıl ile ağırlaştırılmış müebbet arasında değişen hapis cezaları isteniyor.
Duruşmanın ilk günü sanık avukatlarının iddianameye ilişkin görüşleri, iddianamenin okunmaması talebine ilişkin açıklamaları, sanıkların savunmalarını anadillerinde yapabilmeleri için Kürtçe tercüman taleplerini gerekçelendirmeleri ile geçti. Gerçekten de iyi bir hazırlık yapmış olan avukatlar, iddianameyi deyim yerindeyse "paçavraya çevirdi". Nasıl çevirmesinler ki, çarpıcı olması bakımından örnek olarak: büyük çoğunluğu silahlı örgüt üyesi olmakla suçlanan 151 sanığın üzerinde, evinde ya da işyerinde (hemen hepsi yasaya aykırı yöntemlerle toplanan) "delil"lerinin içinde bir tek çakı dahi yok! Sanıklar için yapılan suçlamaların ise hemen hemen tamamı hiçbir yasadışılık içermeyen eylemler. Örneğin 1 Mayıs'a, 8 Mart'a katılmak, yasal parti binasında (DTP) toplantı yapmak, çevreye, ya da kadın sorununa ilişkin faaliyette bulunmak. Yani aslında iddianame emniyetin (dolayısıyla devletin) geleneksel paranoyasının ve her Kürdü potansiyel suçlu görme histerisinin "hukuk" kılığına girmiş çok kötü bir örneği. Bir tür "niyet okuma kılavuzu". Hasankeyf'i kurtarmak için imza toplayan BDP (o günkü DTP) üyelerini "örgütün gerillalarının yolu oradan geçtiği için" bu kampanyayı yürütmekle suçlayacak düzeyde traji-komik!
İlk gün tüm sanıklar adına söz alan Hatip Dicle, davanın siyasi ve hukuksal önemini ve savunmalarını neden Kürtçe yapacaklarını anlattı. Gün sonunda tahliye talepleri heyetçe reddedildi. İkinci gün iddianamenin kısmen (yaklaşık 900 sayfa) okunmasına ve tercüman talebinin reddedilmesine karar verildi. Bu yönüyle liberallerin ve sol liberallerin umutları suya düşmüş oldu. Zira o cephedeki herkes bu anlamda mahkemeden bir "açılım" bekliyordu.Devlet, mahkemenin bu kararı üzerinden, bu aşamada, geleneksel yok sayma politikasının devamını istediğini belli etmiştir. Zaman zaman sadece söylem düzeyinde bazı çıkışlar yapılmış olsa bile esas ilke "tek dil, tek millet, tek bayrak, tek vatan" kalıbı ve "vatanın bölünmez bütünlüğü"dür. Zaten başbakan Erdoğan dava devam ederken yaptığı açıklamalarda sürekli BDP'lileri hedef göstermekte ve aslında yargılama sürecinde zaten etkiye maruz kaldığı açık mahkemeyi, dolaylı olarak daha da baskı altına almaya çalışmaktadır. Daha dün bölgedeki seçmenin silah zoruyla baskı altında boykota gittiğini söylemiştir. Bu yalanlara, geleneksel ikiyüzlülük de eşlik etmektedir. Bir yandan Öcalan ile görüşülmekte, zaman zaman "açılım"ın sürdürülmesi sözleri edilmekte, öte yandan PKK'nin bir kez daha uzatmış olduğu ateşkes kararına rağmen özellikle Hakkâri bölgesinde askeri operasyonlar sürdürülmektedir.
Dava aralıksız birkaç hafta devam edecektir. Dava sonunda verilecek karar burjuvazinin yakın dönemdeki yaklaşımının bir işareti olacaktır. Bize düşen ise BDP'yle ve Kürt halkının kendisiyle enternasyonalizmin ışığı altında dayanışmayı sürdürmek, burjuvazinin her yeni hamlesine (bir kanadı şimdiden BDP'yi, CHP'ye yaklaştırma girişimlerine başlamıştır) inatla Üçüncü Cephe'yi kurmak için mücadele etmektir! Halkların kardeşliği için, işçi sınıfının birliği için!