Dezenformasyona hayır! MİT-PKK görüşmeleri değil, hükümet-PKK müzakereleri

Bu ikiyüzlülük sona ermelidir. Hükümet ile Öcalan ve hükümet ile PKK arasındaki müzakereler yeniden başlamalıdır. Bundan sonra akacak yeni kanın sorumluluğu yalnızca, “barış” sözcüğünü ağzından düşürmeyen bir Kürt hareketi karşısında bu ikiyüzlülüğü sürdürüp bunu askeri bir çözüm arayışına temel yapan hükümetin olacaktır.

Devlet görevlileri ile PKK temsilcileri arasında yapılan görüşmelerin ses kaydının internete sızmasından sonra, tarihe geçecek bir dezenformasyon kampanyası yürütüldü. AKP’nin taraftarı medya, hükümetin yıpratılmasını engellemek için bütünüyle uydurma kanıtlarla bu görüşmeleri “MİT-PKK görüşmeleri” olarak sundu. En son Tayyip Erdoğan gelecekte görüşmeler olabileceğini belirtirken “MİT neden var?” gibi bir ifade kullandı. Oysa, görüşmelerde devlet kanadı MİT tarafından değil Başbakanlık tarafından temsil edilmektedir. Ve bunlar görüşme değil, müzakeredir.

Bugün kime sorarsanız sorun, size günümüzün MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın o görüşme sırasında aynı kurumun müsteşar yardımcısı olduğunu söyleyecektir. Bu, bir yalanın çok söylendiği takdirde herkesin inanacağı bir hale getirilebileceğinin çarpıcı bir kanıtıdır.

  • Toplantıda MİT adına bulunan asıl kişi, MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş, Hakan Fidan’ı açıkça “Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı” olarak tanıtıyor. Hakan Fidan gerçekten de MİT’e 17 Nisan 2010’da Müsteşar Yardımcısı olarak atanmadan önce, yani tam “açılım” döneminde Başbakan Müsteşar Yardımcısı idi.
  • Hakan Fidan toplantı sırasında kendisinin başbakanlıkta görevli olduğunu açıkça belirtiyor. Örneğin RTÜK’ün başbakanlığa yolladığı dosyaları başbakanlıkta “benim başkanlığımda bir komisyon” olarak andığı bir organın onayladığını dile getiriyor.
  • Buna benzer sayısız kanıtı buraya sığdırmak mümkün değil. Bütün hepsinden önemlisi, Hakan Fidan’ın ilk söz aldığında ağzından çıkan şu laflardır: “Müsteşar yardımcısıyım ama sayın başbakanımızın özel temsilcisiyim.” Fidan yalan söylüyor ya da durumu yanlış adlandırıyor olsa, Erdoğan, ses kaydı ortaya çıktıktan sonra bunu yalanlayabilirdi. Yapmamıştır. Dolayısıyla, bu görüşmede devleti MİT falan değil, başbakanın özel temsilcisi ve aynı zamanda başbakanlığın iki numaralı bürokratı olan kişi temsil ediyor. Toplantı hükümet-PKK toplantısıdır.

Buna ek olarak, hükümet PKK ile sadece “görüşme” yapmamış, müzakereye yani pazarlığa girişmiştir.

  • Toplantıyı açan arabulucu şu sözleri söylemektedir: “Devlet temsilcileri olarak MİT’in elemanlarının burada hem de dağ kadrosu ile Oslo’da müzakereye oturmuş oldukları duyulsa ne olurdu?”
  • PKK temsilcisi Mustafa Karasu da bir aşamada şöyle demektedir: “Şimdi biz buraya gerçekten beşinci Oslo’ya müzakere için geldik.” Hazır bulunan devlet temsilcileri, her iki nitelemeye de herhangi bir aşamada itiraz etmiyorlar. Edemezler, çünkü içerik zaten müzakere, yani pazarlık.
  • Ama en önemlisi, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bunları “müzakere” olarak nitelemiş olmasıdır. Milliyet’e verdiği demeçte (19 Eylül 2011) Davutoğlu iki kez, birinde “hem terör hem müzakere olmaz”, birinde ise “teröre başvurulduğunda müzakere ortamı ortadan kalkar” ifadeleriyle yapılanın müzakere olduğunu açık seçik beyan etmiştir.

 

İkiyüzlülüğe son!

Tablo ortadadır: Hükümet PKK ile en az beş Oslo toplantısında müzakerede bulunmuştur. Bu, çeşitli düzeylerde ikiyüzlülüğe son verilmesi gerektiğini tartışmasız biçimde ortaya koymuştur:

  • Muhalefet liderlerinin hükümetin PKK ile görüştüğünü ileri sürmeleri karşısında Tayyip Erdoğan’ın onları “iftiracılık”, “alçakça davranmak”, “şerefsizlik” ile suçlamasının, normal bir politikacıyı son derecede mahcup edecek bir ikiyüzlülük olduğu ortaya çıkmıştır. Ama Tayyip Erdoğan normal bir politikacı değildir! Yine üste çıkmaya çalışmıştır!
  • Oslo müzakereleri ile devlet PKK’nin terör örgütü olmadığını, Kürt halkının bir mücadele örgütü olduğunu kabul etmektedir. Devletin resmi temsilcisi MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş toplantıda şu cümleleri sarf ediyor: “Ama o işte silahla çözülmeyecek. Silahın evet kabul ediyorum belli bir işlevi vardı ve bugüne kadar bir şey getirmiştir.”
  • Hakan Fidan’ın “Sayın Öcalan” dediği çok söylendi. Bu başka şeyler yanında pek önemsiz kalıyor. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın “özel temsilcisi”nin Abdullah Öcalan hakkındaki övgüleri, düşünsel kapasitesinden olgunlaşmasına çeşitli yanlarını göklere çıkarması ortaya korkunç çelişkiler çıkarıyor.  Bunlardan biri BDP üzerinde “kendini terör örgütünden ayır” baskısıdır. Ayrıca, “terörist başı” ya da “bebek katili” söylemlerinin halkı uyutmak, milliyetçiliği kışkırtmak için kullanıldığı açıkça ortaya çıkmıştır.

Bu ikiyüzlülük sona ermelidir. Hükümet ile Öcalan ve hükümet ile PKK arasındaki müzakereler yeniden başlamalıdır. Bundan sonra akacak yeni kanın sorumluluğu yalnızca, “barış” sözcüğünü ağzından düşürmeyen bir Kürt hareketi karşısında bu ikiyüzlülüğü sürdürüp bunu askeri bir çözüm arayışına temel yapan hükümetin olacaktır.

Kutu

“Açılım”ın özüne ilişkin itiraf

İnternete sızan ses kaydı, Kürt hareketinin ve solun çok büyük bir bölümünün bir süre boyunca büyük umutlar bağladığı “açılım”ın aslında PKK’nin tasfiyesinin, üzeri şekerle kaplanmış bir yöntemi olduğunu gözler önüne seriyor. Habur sonrasında Avrupa’dan yollanacak kadroların gelişinin ertelenmesinin ışığında, Gerçek’in atası İşçi Mücadelesi, bütün bu sürecin Kürt hareketi açısından erken bir gardını indirme anlamını taşıdığını ileri sürmüştü. Bütün Habur operasyonu ve gerçekleştirilebilseydi Avrupa’dan benzer bir ekibin gelmesi, buna hizmet ediyordu.

Toplantıda Afet Güneş Habur’dan şikâyet ettikten sonra sözü alan Hakan Fidan, Habur’un hükümet ve MİT kanadında “ciddi bir moral bozukluğu” yarattığını belirtiyor: “Çünkü oraya herkes bir milat olarak bakıyordu.” Habur’un neyin miladı olduğunu merak ettiyseniz, Hakan Fidan’ın üç-beş cümle sonra söylediğine dikkat edin: “Örgütün burada silah bırakması sembolik manada da olsa bütün tabuları yıkan halk psikolojisini karar alıcı lehine harekete geçirmede biraz zemin hazırlayıcı bir faktördü.”

Oyunu bozan, örgütün bazı ara kadrolarının “birtakım hareketler geliştirme” çabası olarak gösteriliyor: “Bu açılan özgürlük alanı içerisinde örgütün alt birimleri eski alışkanlıklarından hareketle daha fazla mevzi kazanalım, daha fazla örgütlenelim mantığı içerisinde.”

 

Devrimci İşçi Partisi diyor ki:

Müzakerelere yeniden başlayın, emperyalizmi aradan çıkartın!

Öteki sütunlarımızda ayrıntısıyla kanıtlandığı gibi, Türkiye devleti Oslo sürecinde PKK’yi “diplomatik” olarak “tanımak”la kalmamış, onunla, savaşın bitirilme koşulları üzerine müzakere etmiştir. Şimdi müzakere yeniden başlamalıdır.

Ancak, bu müzakerelerin Oslo’da, emperyalizmin gözetimi altında yapılması için hiçbir neden yoktur. Toplantıda var olan “arabulucu”lar, emperyalizmin temsilcileridir. Bu, ilk Oslo süreci değildir. Daha önce Filistinliler de Oslo sürecine bel bağlamışlardı. Filistin-İsrail Oslo süreci 1993’te başladı. Bugün, 20 yıl sonra Filistinliler bunun ne kadar boş bir umut olduğunu görmüş durumdalar.

Nihayet, Kürt tarafı bu müzakerelerin tasfiye amacıyla düzenlenmesini engellemelidir. Müzakere, Kürt sorununu çözme iradesini göstermediği takdirde anlamsız olacaktır.