Barış ve çözüm diye diye savaşa ve çözümsüzlüğe
Kürt sorununda çözülen hemen hemen hiçbir şey yok ama AKP hükümeti “çözüm süreci”nden bahsetmeye devam ediyor. Baştan beri yaşanan süreci doğru kavrayamayanlar da ister Kürt hareketinden olsunlar, ister başka muhalif veya solcu hareketlerden olsunlar “çözüm süreci” yanılsamasını paylaşmayı sürdürüyor.
En son Gültan Kışanak ve BDP sözcüleri AKP’nin içi boş paketinin yetersizliğinden ve çözüm sürecindeki tıkanıklığa çare olamayacağından söz ettiler. Kürt hareketi ile Türkiye sosyalist hareketinin bir dizi bileşenini bünyesinde barındıran HDK (Halkların Demokratik Kongresi) Yürütme Kurulu da paketi göz boyama olarak nitelendirse de hâlâ “çözüm ve barış süreci”nden bahsediyor ve AKP hükümetini bu sürecin ikinci aşamasında üzerine düşenleri yapmamakla eleştiriyor.
Kandil’den yapılan açıklamalarda ise daha mesafeli bir tutum söz konusu. KCK Yürütme Konseyi adına yapılan açıklamada son paketin AKP’nin çözümü değil çözümsüzlüğü politika olarak benimsediğini ortaya koyduğu ifade ediliyor. Daha ileri gidilerek AKP’nin ortada bir süreç bırakmamış olduğu belirtiliyor. Kandil zaten paketten önce AKP hükümetinin tutumuna karşı silahlı güçlerin sınır dışına çekilmesini durdurarak bir anlamda masaya yumruğunu vurmuştu.
Devrimci İşçi Partisi’nin (DİP) tutumu ise başından itibaren farklı olmuştu. DİP, hiçbir zaman gelişmeleri bir çözüm süreci olarak tanımlamadı. Türkiye burjuvazisinin Kerkük petrollerine gözünü diktiği yayılmacı politikasının adını Büyük Türkiye projesi olarak koydu. Başından itibaren bu projenin hayata geçmesi için Kürt halkının dört parçadaki en büyük siyasi hareketinin, yani PKK çizgisinin askeri ve siyasi tasfiyesinin hedeflendiği belliydi. Böylelikle Türkiye’nin tekelci burjuvazisi ve onların çıkarlarını güden AKP hükümeti rahatlıkla Barzani’nin “Kürdistan”ına hamilik yapabilecekti. DİP, İsrail ve ABD emperyalizminden kısmen destek alan bu projenin bölge halklarını birbirine düşüreceğini ve bu yüzden karşı çıkılması gerektiğini savundu.
Geçtiğimiz iki ay Rojava’da Türkiye hükümeti destekli El Kaideci çetelerle PKK çizgisindeki PYD’nin arasındaki kanlı çatışmalara sahne oldu. Daha uzun bir süredir, Türkiye hükümeti destekli Barzani yönetimi ile Irak Merkezi Hükümeti arasındaki petrol paylaşımı kavgası devam ediyor. El Kaideci çeteler Rojava’da Kürtleri katlederken Barzani Irak sınırını kapattı. Ardından da Kürt siyasi odaklarını bir araya getirecek olan Ulusal Kongre’yi iki kez erteledi. Özellikle kongrenin delege yapısı ile ilgili önemli bir anlaşmazlık çıktı. Türkiye ve Suriye’de yaşayan Kürtler tüm Kürtler içinde çoğunluğu oluşturduğu ve bu bölgelerde Barzani’nin gücü çok sınırlı olduğu halde Barzani kendisine eşit sayıda delege verilmesinde ısrarcı oldu. Türkiye sınırları içinde ise silahlı güçlerin çekilmesi durdurulurken TSK bölgeye asker sevkine, PKK yollara patlamasa da mayın döşemeye başladı. Son olarak da TBMM’ye Kuzey Irak’a asker gönderilmesine izin veren tezkerenin uzatılması için yollanması gündeme geldi.
Tüm bunlar, adı barış ve çözümle anılan bir süreç çerçevesinde gerçekleşiyorsa “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” diyenler çok olacaktır. Ancak başından itibaren Türkiye burjuvazisi ve AKP hükümetinin perhizi tasfiye ve yayılmacılık olduğu için, bugün olanlara şaşmamak gerek.
Aynı şeyi Öcalan’ın durumu için de söyleyebiliriz. Öcalan son birkaç görüşmesinde kendi konumunun “araçsal” olmaktan çıkarılıp stratejik düzeye getirilmesi ihtiyacından bahsediyor. Daha açık bir ifadeyle Öcalan, PKK’nin gerek BDP gerekse de HDK’dan ayrı ve mesafeli olan tutumunu değiştirebilmek ya da karşılıklı bir tartışma yürütebilmek için konumunun iyileştirilmesini istiyor. Hiç değilse ev hapsi uygulamasını bir gereklilik olarak görüyor. Devrimci İşçi Partisi, bu doğal isteği başından itibaren “tutsak müzakereci olmaz” diyerek desteklemişti. Eğer gerçek bir çözüm süreci olacaksa müzakereci tarafların eşitsiz konumuna son verilmesi gerektiği açıktır. Ama bu talebin bugün ifade edilmesi, Öcalan’ın KCK’yi ikna etmesi ihtiyacından kaynaklanıyor, bunu da unutmamak gerekir.
Sonuçta barış ve çözüm diye diye bir kez daha savaşın ve çözümsüzlüğün eşiğine gelmiş durumdayız. AKP’nin sahte paketi beklentileri karşılamıyor. Amacı, Kürtlerdeki beklenti halini, umudu, hiç değilse bir biri peşi sıra gelecek seçimler boyunca ayakta tutmak. AKP’nin bu amacına ulaşıp ulaşamayacağını zaman gösterecektir. Bu yolda en büyük yardımcıları, ne olursa olsun Türkiye burjuvazisinin sofrasındaki kırıntıların peşinden giden Kürt burjuvaları ile Kürt petrollerinin üzerine konmuş olan Barzani olacaktır. Karşısında ise er ya da geç, neyin sahte neyin gerçek olduğunu ayırt etmeyi bedeller ödeyerek öğrenmiş olan Kürt emekçi halkını bulacaklardır. Hele bir de bu halk, Gezi ile başlayan isyanla ve işçi sınıfıyla buluşursa, gerçek barışın ve çözümün yolu o zaman açılacaktır.
Bu yazı, Gerçek gazetesinin Ekim 2013 tarihli 48. Sayısında yayınlanmıştır.