1993 konseptinden 2015 konseptine
Tahir Elçi’nin bir cinayete kurban gitmesiyle birlikte 2015 yılı 1993 yılını aratacak düzeye ulaştı. 1993’te Ocak’ta Uğur Mumcu arabasına yerleştirilen bir bomba düzeneğiyle havaya uçurulmuş, Nisan’da Turgut Özal kuşku dolu koşullarda hayatını yitirmiş, Temmuz ayında ise Sivas’ta 33 Alevi ve aydın gözü kararmış mezhepçi bir güruh tarafından Madımak Oteli’nde canlı canlı yakılmıştı. 2015 1993’le yarışıyor. Başta Diyarbakır’daki mitingde patlayan bomba olmak üzere 7 Haziran seçimi öncesindeki sabotajları saymasak bile, o seçimden sonra yaşananlar kendi içinde yeterli. 20 Temmuz günü Suruç’ta 34 genç insan bir intihar bombacısının saldırısıyla hayatını yitirdi. 10 Ekim’de Ankara’nın orta yerinde patlayan bombalar 100’den fazla insanın canını aldı. Şimdi, 28 Kasım günü Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, Teksas’a yakışan bir mizansen içinde başından tek kurşunla vurularak öldürülmüş bulunuyor. Elçi’den önce, HDP Eş Başkanı Figen Yüksekdağ’ın arkasını dönerek uzaklaşmakta olduğu polis barikatından dosdoğru kafasını hedefleyen bir gaz fişeğinin başını sıyırıp geçmesi var. Bunun hemen ardından HDP’nin öteki Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın makam aracının zırhlı arka camına bir kurşun atıldığına dair bir iz keşfedildi. Suikast aynen 1970’li ve 1990’lı yıllar gibi gündemimize girmiş durumda.
1993’te yaşanan çarpıcı olaylar korkunç bir dönemin açılması anlamına geliyordu. O aşamadan itibaren, DYP-SHP koalisyon hükümetinin, yani Başbakan Tansu Çiller ile Başbakan Yardımcısı Murat Karayalçın’ın gözetimi altında Kürt halkının mücadelesine sivil ve politik alanda destek olan sayısız insan kaçırılıyor, işkence görüyor, yargısız infaza uğruyor, sonra ölü bedenleri bir karayolunda, bir köprü altında, bir çalı dibinde terk edilmiş bulunuyordu. Bu, Tansu Çiller’in sivillerin yargısız infazını “vatan için ölen de öldüren de şereflidir” diye savunduğu, Mehmet Ağar’ın göğsünü gere gere “biz bin operasyon yaptık” dediği dönemdir. Bu, Kasım 1996’da Susurluk’ta yaşanan kazadan itibaren bütün kirli dosyaların ortalığa saçıldığı, Başbakanlık Denetleme Kurulu’nun hazırladığı “Kutlu Savaş raporu” olarak bilinen soruşturmanın devletin yargısız infaza sık sık başvurduğunu tescil ettiği dönemdir. 2015 olaylarının bize aynı tür bir dönemi haber verdiğini düşünmemek, tarihten ders almamak demektir. Elbette olaylar aynı şekilde gelişecek değildir. Şu ana kadar yaşananlar 1993’ün haberci olaylarından farklı karakterde olabilir. Ama artık işaret fişekleri ateşlenmiştir. Türkiye ağır bir siyasi suikastlar, toplu cinayetler, katliamlar dönemine girmiş görünmektedir.
O dönemde Kürt hareketi izlenen stratejiye “1993 konsepti” adını takmıştı. Bugün izlenen stratejiye o döneme nazire ile “2015 konsepti” adını verebiliriz. Bu iki dönemi birbirinden ayıran noktalar arasında en başta devletin başındakilerin bu cinayetleri kime işlettikleri gelir. 1993 konseptinde sözde meçhul failler devletin kendi illegal kanadıydı: JİTEM’di, Kontrgerilla’ydı, devletin ajanlarının eski faşistlerle, mafyayla ve dönek Kürtlerle birlikte kurduğu timlerdi. Bugün devletin başındakiler en önde Ortadoğu’yu kana bulayan barbarları kullanıyor. Ya mazeret olarak kullanıyor, ya fail olarak. Ya kendi adamlarına suikastlar, cinayetler, katliamlar yaptırıyor ve sonra bunun DAİŞ (yani IŞİD) tarafından yapıldığını ileri sürüyor. Ya da IŞİD’i kendi fedaisi olarak kullanıyor. Devlet siyasi iktidara muhalif olanlara karşı savaş açmıştır. Bugün baş fail konumunda DAİŞ vardır. 2015 konseptinin bir ayırıcı yanı, Türkiye’nin Suriyeleşmesi süreci ile iç içe yürümesidir.
Yarın bu failler çeşitlenebilir. “Esedullah Timi” gittikçe daha çok rol kapabilir. Osmanlı Ocakları’ndan İBDA-C’ye, Hizbullah’tan Sedat Peker çetesine ve Sultan Murat Tugayı’na kadar bir sürü fail ortaklaşa iş yapabilir. Ama her durumda dönem muhalefete karşı savaş dönemidir.
Bir fark da yaygın cinayetlerin işleniş tarzında ortaya çıkmaktadır. O dönemin operasyonları faili meçhul suikast ve kaçırma/kaybetme operasyonlarının dışında genellikle köylülerin ve kentlilerin küçük gruplar halinde baskıya maruz bırakılması, bazılarının öldürülmesi biçimini alıyordu. Şimdi koskoca kasaba ve kentler bir bütün olarak baskı altına alınıyor, sokağa çıkma yasakları, internet ve telefon kesintileri, hatta karartma önlemleri ile söz konusu kent ve kasabaların dünya ile ilişkileri koparılıyor, minicik bebeklerden hamile kadınlara yaşlı insanlara siviller katlediliyor.
Vedat Aydın’dan Tahir Elçi’ye
Tahir Elçi’nin katli bundan çok kısa bir süre önce Ahmet Hakan’ın bir programında “PKK terör örgütü değildir, silahlı bir siyasi harekettir” demiş olmasına bağlıdır. Savcılık bunun üzerine hakkında yakalama kararı çıkarmış, Diyarbakır’dan İstanbul’a izharlı olarak getirilmiştir. Savcı koskoca Diyarbakır’ın baro başkanını tutuklama talebiyle yargıca sevk etmiş, yargıç ise yurtdışı yasağı ve gözetim tedbirleriyle yetinmiştir. Tahir Elçi bu büyük “cüret”ini, tabu olan bir konuda çoğunluğun fikrinden farklı bir fikir ifade etme konusundaki cesaretini hayatıyla ödemiştir.
Bu açıdan bakıldığında, Tahir Elçi suikastı 1991’de Halkın Emek Partisi (HEP) Diyarbakır İl Başkanı ve insan hakları savunucusu Vedat Aydın’ın katledilmesiyle dikkat çekici bir benzerlik taşıyor. Vedat Aydın 1990 Ekim ayında İnsan Hakları Derneği’nin Genel Kurulu’nda Kürtçe konuştuğu için mimlenmiş ve 5 Temmuz 1991 günü evinden alınarak işkence gördükten sonra cesedi pek zor bulunacak şekilde terk edilmiştir. İki dönem elbette farklıdır. Dün Kürt sözcüğü, Kürtçe, Kürt halkının hakları bile bunları ağzına alanlar için tehlike kaynağı idi. Bugün bu evre aşılmış görünmektedir. Ama bu sefer de mücadelenin kendisine ilişkin aykırı görünen bir çıkış Tahir Elçi’nin Vedat Aydın ile aynı kadere kurban gitmesine yol açmıştır. İşlenen “suç”un karakteri farklıdır, kullanılan ajanlar farklıdır, ama amaç aynıdır.
Hükümetin sorumluluğu
Tahir Elçi öldürüldükten sonra İçişleri Bakanı Efkan Ala ile Adalet Bakanı Bekir Bozdağ yan yana bir basın toplantısı düzenleyerek olayın devlet katından nasıl göründüğünü anlatmaya giriştiler. Bu manzara, 1 Kasım oylamasından önce sözde “seçim hükümeti” adı altında görev yapan gizli AKP hükümetinin İçişleri Bakanı Selami Altınok ile Adalet Bakanı Kenan İpek’in 10 Ekim Ankara katliamının ertesinde kameraların önüne geçip yarattığı tabloyu düşündürüyor. Hatırlanacağı gibi, 5 Haziran’da Diyarbakır’da ve 20 Temmuz Suruç’ta yaşanan olayların faillerinin araştırılmasında hiçbir ciddiyet görülmediği gibi, 10 Ekim’de de bombacılar başkentin göbeğinde tam bir serbesti içinde 100’den fazla insanı öldürdükleri halde, içişleri bakanı “güvenlik zaafı yok” diye kestirip atmış, adalet bakanı ise istifa sorusu üzerine sırıtmıştı. Selami Altınok Efkan Ala’nın adamı idi. Kenan İpek ise Bekir Bozdağ’ın müsteşarı. Şimdi esas patronlar geri geldi. Ama manzara daha da kötü.
Hükümet aciz içindedir. Haydi Efkan Ala, görelim, “adam”ın gibi sen de “güvenlik zaafı yok” de. Haydi Bekir Bozdağ, görelim, sen de müsteşarın gibi alaylı bir gülücükle karşıla bu durumu. Yeşilçam’ın eski filmlerini bile görmüş bir ülkede, acı içinde kıvranıyor olmasalar insanları kahkahayla güldürecek senaryolarınız da “güvenlik zaafı” göstermiyorsa, daha ne olsun? Polisiniz, birinci dereceden tehlike altında olan bir şahsiyeti, Tahir Elçi’yi çatışma başlar başlamaz güvenli bir yere almayı akıl edemiyorsa daha ne olsun? Olan biten, “güvenlik zaafı” bile değildir, düpedüz skandaldır!
Bütün bu orta oyunu yaşanırken muhtemeldir ki Esedullah Timi’nin adamları gözümüzün önünde Tahir Elçi’yi tek bir kurşunla suikast yoluyla katletmiştir. Yaşanan budur! Suçlusunuz. Esedullah Timi yazılamasının ardından bu zorbaları soruşturmadığınız, Reyhanlı, Cilvegözü, Diyarbakır, Suruç, Ankara katliamlarının faillerini ciddi bir şekilde soruşturmadığınız için suçlusunuz.
2015 konseptini bir salgın haline gelmeden durdurmanın bir koşulu, devletin ve hükümetin her adımını yakından izlemek ve sorumluları ortaya çıkarmaktır. Bağımsız bir Soruşturma Komisyonu 10 Ekim’den sonra kurulmalıydı. Şimdi oluşturulması elzemdir!
Tabii halk hareketinin bu cinayetler çağına karşı koyabilmek için yapması gereken başka ne varsa yapılmalıdır. Halkı korumak görevdir!