Yunan halkının Osmanlı’dan kopuşunun 200. yıldönümü (1): Komşunun özgürlüğü

Rigas ve Fikret

Vatanım ruy-ı zemîn, milletim nev-i beşerdir.

Tevfik Fikret

Daha ne kadar yaşayacağız dar geçitlerde, gözüpek gençler,

Yapayalnız aslanlar gibi tepelerde, dağlarda?

Bir saatlik özgür yaşam evladır

Kırk yıllık kölelik ve hapisliktense.

Rigas Velestinlis

 

 

Cezayir’in 1954-1962 arasında yaşanan savaş sonucunda Fransız sömürgeciliğinden kurtuluşunu okuduğunuzda sevinir misiniz? Haydi, diyelim bu bir Müslüman halk, onun için sevindiniz. Peki, Vietnam’ın 1963-1975 arasında yaşanan savaş sonrasında ABD sultasından kurtuluşunu okuduğunuzda içinizi bir sevinç kaplar mı? Haydi, bu sefer de diyelim ki Vietnam ABD’den kurtulduğunda sosyalist bir ülke olarak devam etti yoluna, onun için sevindiniz. Peki, dünya tarihinin en vahşi sömürgecilik deneyimlerinden biri olan kara Afrika’da Belçika Kongosu’nun, Lumumba önderliğinde 1960’lı yılların başında Avrupalı’nın hâkimiyetini sırtından attığını okudunuz. İçinizde bir ferahlık doğmaz mı?

En önemlisi ve bizim konumuza en benzeri, 19. yüzyılın ilk çeyreğinde Latin Amerika halkları Bolivar ve San Martin liderliğinde, üç yüzyıldır güney Amerika yerli halkına insan değil hayvan muamelesi yapmış İspanyolların sultasına son verdiği zaman insanlık adına bir ileri adım değil midir? Duygulanmaz mısınız?

Cezayir, Vietnam, Kongo ya da Latin Amerika halklarının kurtuluşu sizi sevindiriyorsa, Yunan halkının kurtuluşu, bir ulus olarak onurunu kazanışı, özgürce kendi devletini kurması da sevindirecektir. İster İngiliz’den kurtulsun, ister Rus’tan, ister Osmanlı’dan. Hangi halktan olursak olalım, ezen ile ezilen karşı karşıya geldiğinde ezilenin mücadelesinden yana olacağız. İşçinin, yoksul köylünün, emekçinin çıkarı bunu gerektirir. Çünkü işçiler, yoksul köylüler, emekçiler için başka uluslardan sınıf kardeşleriyle birleşme, ister toprak ağalarına, eşrafa, ayana karşı olsun, ister kapitalistlere karşı olsun ortak mücadele bir zorunluluktur. Bu birleşme ise ancak bir halkın başka bir halkı ezmesine son vermekle olur. İşçi sınıfının büyük öğretmeni Marx, “başka bir ulusu ezen ulus, kendi zincirlerini örmektedir” derken işte tam da bunu söylüyor.

İmparatorluk diyen köle halklar demiş olur. Osmanlı İmparatorluğu ile övünenler, onun uygarlığa yaptığı katkıların yanı sıra başka halkları köleleştirmesi ile de övünüyor demektir. Bir devletin imparatorluk olması demek başka halkların köleliği demektir. Köleliği savunmayacaksak o halkların kurtuluşunun, bağımsızlığını elde etmesinin olumlu bir gelişme olduğunu da kabul edeceğiz demektir. Ezilen halkların bağımsızlık mücadelelerine tepki duymak körce bir bakış olur. Tarihin gidişatına ters bir tutum olur. Türklerin bağımsız bir devlet kurma hakkı varsa diğer halkların da vardır. Yunan bağımsızlık savaşına da böyle bakmak gerekir, Arapların bağımsız devletler kurmasına da. “Araplar arkamızdan vurdu” gibi yaklaşımlar halkların arasına kama sokar.

Komşumuz Yunanistan, aynı müzik aletleriyle duygulandığımız, aynı yemekleri yediğimiz, her iki dilde de aynı halk deyimlerini ve söyleyişlerini kullandığımız Yunan halkı özgür olunca biz de daha özgür oluruz. Dünyada sadece iki ulusa ait başka bir deniz var mıdır, bilmiyoruz, ama biz aynı Ege’yi yalnız ikimiz paylaşıyoruz. O halk özgür olunca ülkelerimizin işçisi, emekçisi için sınıflar arası kardeşlik daha kolay olacaktır.

İşte bütün bunlardan dolayı, bu yılın Yunanistan’ın Osmanlı imparatorluğundan ayrılmasını sağlayan Yunan devriminin 200. yıldönümü olduğunu hatırlamak, Yunan işçi sınıfını ve halkını bağımsızlığı için kutlamak ve bu bağımsızlığın üzerinde düşünmek Türkiye işçi sınıfı hareketi için çok önemlidir.

“Yunanlar gâvurdur, İslam’a karşı Hıristiyan Avrupa’nın davasını güdüyor” mu dediniz? Ya Boşnaklar, ya Arnavutlar?

Osmanlı’yı basitçe bir Doğu imparatorluğu olarak niteleyenler, bugün kendi dar görüşlü politikalarına tarihi bir gerekçe arıyorlar demektir. Çünkü bu toprakların kültürünü koyu bir taassuba bağlamak istiyorlar. Türkiye’nin işçisinin emekçisinin buna kanması büyük yanlış olur. Osmanlı her şeyden önce bir Balkan-Anadolu devletidir. İşte bu yüzdendir ki Balkanları yitirmek bu kapitalizm öncesi imparatorluğun çöküşünde belirleyici bir rol oynamıştır. 1804 yılındaki Sırp İsyanı’ndan başlayarak 1912-13 Balkan Savaşları’nda doruğuna çıkan bir gelişme içinde, 100 yılı biraz aşkın bir sürede bu devletin Balkan ayağı çökmüştür. Balkan halklarının bu büyük ve uzun isyanına sadece Hıristiyan halklar değil, Boşnaklar gibi Müslüman Sırp halklar ve Hıristiyan Arnavutların yanı sıra Müslüman Arnavutlar da katılmıştır. Mesele dinler arası bir mücadele değildir.

Bu büyük tarihi sürecin ardındaki temel çelişki, kapitalizm öncesi bir imparatorluğun en ileri, en hareketli coğrafyasının bu geri siyasi çerçeveye sığmamasıdır. Balkanlar, Anadolu’nun ve Arap dünyasının en gelişkin üretim ve liman bölgelerinden (İstanbul, İzmir, Çukurova, Lübnan, Filistin vb.) bile daha hızlı bir tempoda önce ticaret sermayesinin hâkimiyetine girmiş, giderek Avrupa kapitalizminin sermaye devrelerinin ayrılmaz bir parçasını oluşturmuş ve sonunda kapitalistleşmiştir. Bundan dolayıdır ki, Osmanlı’da Türklerin de yükselmekte olan burjuvazinin devrimci fikirlerinden en çabuk etkilendiği imparatorluk coğrafyası Balkanlar olmuştur. Bu yüzdendir ki Türkiye’nin ideolojik ve politik bakımdan modern çağa en çabuk ayak uyduran kenti başkent İstanbul’dan da önce Balkan Savaşları’na kadar hâlâ bir Osmanlı kenti olan Selanik’tir.

Burjuvazinin Balkanlar’daki bu atılımı bir imparatorluğun bütün bölgeyi hâkimiyeti altında tutması dolayısıyla, dünyanın her yerinde olduğu gibi ulusal ve dinî ideolojilerin etkisi altında yeni ulus devletlerin oluşumu biçiminde ortaya çıkmıştır. Yunanistan’ın 1821-1829 arasındaki bağımsızlık mücadelesi sonucunda kurulması, bu büyük tarihî dalganın başlangıcıdır sadece. Bunu 1804’te ilk isyan eden halk Sırpların 1878’de bir ulus devlet kurmaları, Bulgarlar, Romenler, Makedonlar, Arnavutlar gibi halkların ise 20. yüzyılın ilk iki on yılını da kapsayan mücadeleler içinde bağımsız devletlere kavuşması izlemiştir. Bu halklar arasında Rum Ortodoks ekümenik (yani herkesi kapsamaya çalışan) patrikliğine bağlı olan halklar olduğu gibi, Katolikler, Müslümanlar ve özellikle Selanik’te büyük önem taşıyan Yahudiler de vardır. Bu dinî gruplar yerine göre hep farklı ittifaklara girmiş, farklı politik tutumlar benimsemiştir. Yani mesele bir din meselesi değil, burjuvazinin yükselişi ve yeni burjuva devletlerinin ulus devlet biçimi altında kurulmasıdır.

Burjuva devrimci enternasyonalizmi: Rigas

Kapitalizmin ve burjuva toplumunun geçmişe karşı mücadelesinin yükseldiği bu uzun dönemde, ilk örnekleri Yunan devriminde görülen ve 100 yılı aşkın süre boyunca devam eden karşılıklı katliamlar yaşanmıştır. Her ulus-devletin kuruluşunun yarattığı ulusal bağnazlık eğilimini bu katliamlar daha da arttırmıştır. Peki, kapitalizm öncesi Osmanlı devletinin köhnemiş çerçevesine sığmayan bu yeni dinamiklerin sivil halkın karşılıklı katliamına yol açmadan, daha enternasyonalist bir yola sokulması olanaklı değil miydi? Başka şekilde soralım: Sosyalistler Balkanlar’da yaşanan bu 100 yılı aşkın süreye yayılan gelişmeye nasıl yaklaşırdı?

Balkan ülkelerinde (en önce Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan’da) sosyalizm geliştiği ölçüde, bu partiler, bütünüyle enternasyonalist bir perspektifle hep bir Balkan Federasyonu fikrini savunmuştur. Ama bu fikir aslında 18. yüzyıla kadar geri gidiyor. Fikri ortaya atan da Yunan halkının özgürlüğünün ilk savunucusu, modern Yunan ve Balkan tarihinin ilk büyük devrimcisi Rigas Velestinlis, yani Velestin şehrinden Rigas (1757-1798). Rigas Yunanistan dışında, diasporada yaşamış, eserlerini Bükreş, Viyana gibi kentlerde vermiş, Belgrad’da ölmüş ileri görüşlü bir Yunan aydınıydı. Bir ara Osmanlı’ya karşı isyan eden bir Türk ayan olan Osman Pazvandoğlu ile dostluğu tarihçilerce araştırmaya değer. Büyük Fransız Devrimi’nin etkisi altında 1790 ila 1797 yılları arasında (bir kısmı edebî, bir kısmı siyasi risale ya da bildirge biçimi altında) birçok yapıt vermiştir. Bunların en önemlisi, Rumeli, Anadolu, Ege Adaları ve Eflak-Boğdan Yeni Devleti başlığını taşıyan 1797 tarihli bildirgesidir.

Rigas’ın düşüncesinin başlangıç noktası, Balkan halklarının ve Yunanların kurtuluşunu kendi mücadelelerinin bir ürünü olarak görmesidir. 18. yüzyıl boyunca Balkan halklarının kurtuluşu daima Rusya’nın hamiliğine bağlı olarak sunulmuştu. Bu fikre ilk kez itiraz eden ve gerçek bir kurtuluşu halkın kendisinin sağlayacağını iler süren Rigas olmuştur.

Rigas bildirgesinde Osmanlı devletinin Balkanlar-Anadolu bölgesi için yepyeni, çokuluslu bir cumhuriyet kurulmasını savunuyordu. Bütün uluslardan ve dinlerden Osmanlı tebaası Sultan’ı devirecek ve yerine bir cumhuriyet kuracaktı. Ama bu cumhuriyette bütün halklara eşit biçimde yer olacak, devrimden sonra Ortodoks ve Katolik Hıristiyanlar ile Müslüman Türkler ve diğer halklar eşit haklara sahip olarak bir federasyon yapısı içinde birlikte yaşayacaklardı. Rigas sadece ulusların ve dinlerin eşitliğini değil, o dönemde yeryüzünde hiçbir toplumda görülmeyen kadın-erkek eşitliğini de yeni devletin temellerinden biri olarak görüyordu.

Rigas’ın bu fikirleri cumhuriyetçiliği ve halkların eşitliğini savunması bakımından çağının kesinlikle ilerisindeydi. Ama belki de Fransız devriminin sosyal eleştiriye de açılan kanadının (Babeuf vb.) etkisi altında, Rigas sadece politik alanda biçimsel bir kurtuluş ve özgürleşme ile de sınırlamıyordu kendini. 1790’da Fransız devriminin patlak vermesinden hemen sonra, Fransız yazarlarından adaptasyon yoluyla kaleme aldığı bir edebî yapıtında, devrimin politikanın ötesinde duyguların ve insan kalbinin başka tutkularının da özgürleşmesini sağlaması gerektiği fikrini işliyordu. Yani bir bakıma formel politik eşitliğin ötesinde daha derin bir sosyal dönüşümün peşindeydi.

Rigas bu radikal fikirlerinin yanı sıra Balkan halklarının özgürlüğü yolunda mücadele etmek üzere ilk gizli örgütü kurmuş devrimcidir. Bütün bunlardan dolayı Devlet-i Âli’nin hışmına uğramış ve halklar arası eşit federasyonu savunduğu bildirgesini yayınladığının ertesi yılı, 1798’de Belgrad Kalesi’nde boğdurulmuştur. Bu, onu Balkan halkları için daha da büyük bir kahraman haline getirmiştir. Rigas’ın fikirleri 1821 devriminin başlamasına katkıda bulunan önemli bir kaynak olmuştur.

Birtakım önemli düşünürler Rigas’ın radikal cumhuriyetçiliğini kendi açılarından geliştirmiştir. 1798’de Napolyon’un Mısır seferi vesilesiyle padişahın basıncı altında Kudüs Ortodoks Patriki’nin yazdığı bir risaleye karşı kaleme aldığı bir cevabî risalede Rigas’a yaslanarak Osmanlı despotizmi taraftarlığı ile polemiğe giren Adamantios Korais bir örnektir. Belki daha önemli bir yapıt ise, 1806’da ismini gizleyen bir yazar tarafından “Adsız Yunan” imzasıyla kaleme alınmış olan Helenik Nomarşi ya da Özgürlük Üzerine bir Söylev başlıklı bir çalışmadır. “Nomarşi” belli ki “Monarşi”ye karşıt olarak kullanılmıştır ve saltanatın karşısına yasa üstünlüğünü (yasa Yunanca nomos’tur) tanıyan bir devleti çıkarmaktadır. Ama Nomarşi’nin önemi bunun ötesindedir. “Adsız Yunan”, aynı zamanda derin bir sosyal eleştiriye girer. Ona göre, Balkanlar’da Osmanlı padişahının despotizmini olanaklı kılan koskoca bir yerli sınıflar ittifakı vardır: toprak sahibi ayan ve eşraf (bunların Hıristiyan olanlarına “kocabaşı” denirdi), Fener Rumları’nın önde gelenleri, Ortodoks kilisesi ruhbanı, Ortaçağ savunucusu kilise yetkilileri, diasporanın kendi çıkarını düşünen tüccarı vb. vb. Böylece, “Adsız Yunan” cumhuriyetçi radikalizmini hem sınıfsal temellere oturtmakta hem de kiliseyi Osmanlı’nın işbirlikçisi olarak göstermekle laik bir ulusal kurtuluşu gündeme getirmektedir.

Şimdi kendi kendinize sorun: 19. yüzyılın başında, Osmanlı tebaası saltanatın, ayanın, Yeniçerilerin, ulemanın, reayaya eziyet eden mültezimin istibdadı altında inleyeceğine bütün Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi halklar bir devrimle ayağa kalkarak Rigas ve “Adsız Yunan”ın hayalindeki gibi bir toplum ve devlet yaratsalar kötü mü olurdu?

Demek ki konu, gâvurun Müslüman’a karşı mücadelesi ya da “kahpe Yunan” meselesi değildir. Konu halkların uzun ve meşakkatli kurtuluş mücadelesi henüz yolun başında iken ilk atılımlardır. Komşunun kurtuluşunu öncelikle böyle anlamak gerekir.

Rigas ve Fikret

Sadece Yunanların değil, bizim de özgürlükçü burjuva aydınlarımız arasında bir enternasyonalistimiz vardır. Arada yüz yıl gibi bir fark olsa da Tevfik Fikret de Rigas gibi, ezilen halklara da sahip çıkan, özgürlüğü bütün ezilenler için isteyen ve enternasyonalizmini bütün dünya şairlerine parmak ısırttıracak kadar güzel anlatan bir şairdir:

Vatanım, demiştir, ruy-ı zemîn, milletim nev-i beşerdir! Yani “vatanım yeryüzüdür, milletim insan türü”! Rigas ve Fikret kardeştir, Yunan ve Türk halkları gibi.