“Her yer Bursa, her yer direniş!”
Kiraz zamanı geldi yine! Paris Komünü’nün (1871) sembolü olmuş bir Fransız şansonu (şarkısı) vardır: “Le temps des cerises”, yani “kiraz zamanı”. Gerçi Paris Komünü’nden birkaç yıl önce yazılmıştır, ama söz yazarı Jean-Baptiste Clément Komün günlerinde karşı devrim güçlerine karşı fiilen savaşmış, yenilgiden sonra da şarkıyı o çarpışmalarda hayatını yitiren bir hemşirenin anısına adamıştır. Paris Komünü’nün 72 günlük görkemli serüveni 28 Mayıs’ta sona ermişti. Bizim isyanımız onun yenildiği günlerde başladı. 31 Mayıs’ı 1 Haziran’a bağlayan gece muhteşem bir insani havai fişek gibi bütün Türkiye’nin semalarında patladı! 1 Haziran, “kiraz bayramı” olarak kutlanırdı eskiden. İşte kiraz zamanı yeniden geldi. Paris’te Père Lachaise mezarlığındaki “Komünarlar Duvarı”nın şehitlerini (ve onların yakınında yatan Yılmaz Güney’i ve Ahmet Kaya’yı) analım ve Gezi ile başlayan halk isyanına geçelim.
İşte ikinci yıl, işte yeni toplumsal sarsıntılar. Her kim ki, Gezi’yi sadece Taksim’le ya da İstanbul’la ilgili bir şey gibi algıladı, her kim ki Gezi’ye “geldi geçti, hiçbir sonucu olmadı” diye hayıflanarak baktı, her kim ki, Gezi öncesi Türkiye’si ile Gezi sonrası Türkiye’sine sanki hiçbir şey olmamışçasına “aynı tas, aynı hamam” diye baktı, o, tarihin nasıl geliştiğinden, halk kitlelerinin gücünden, isyanın bulaşıcılığından pek bir şey anlayamamış demektir.
Gezi terimi kendi başına alındığında bir simge olarak anlamlı olsa da bir yanlışı ifade eder. Gezi, Gezi’den ibaret değildir. Gezi, Gezi’den fazlasıdır. Gezi, bütün bir ülkeye yayılmış bir halk isyanıdır. Gezi, Taksim’deki parktan Abdocan’ın, Ahmet’in, Ali İsmail’in memleketi Antakya’ya uzanan bir halk şenliğidir. Gezi, Mehmet’in kasıtlı biçimde ezildiği, Berkin’in soğukkanlı biçimde katledildiği İstanbul olduğu kadar olduğu kadar Ethem’in alçakça vurulduğu Kızılay meydanıdır. Gezi, Medeni’nin genç bedeninin cansız yattığı Lice’dir. Gezi, her gece sokağa çıkan Gazi’dir, Sarıgazi’dir, Gaziemir’dir. Bütün bir halkı uyandırmıştır.
Gezi’nin ardından onun sonucu olarak neler oldu neler! 17 ve 25 Aralık’lar, AKP ile cemaat arasında bölünmeler, AKP’nin bütün müttefiklerini yavaş yavaş yitirmesi, yeni ama geçici müttefikleri kendine koltuk değneği yaparak ayakta kalması, sonra kendi içinde büyüyen çatlaklar. 7 Haziran’dan sonra bunların hepsini çok konuşacağız, öyle görünüyor. Bugün herkes AKP’nin zayıfladığından, Erdoğan’ın hedeflerine ulaşmasının zorlaştığından söz ediyor. Bu nerede başladı? Bunu sürekli soracağız.
Hâkim sınıfların ve güçlerin saflarında bunlar yaşanırken, ezilen halk kitlelerinde isyan duygusu dolanıyor duruyor. 2103 Haziran’ında başlayıp Eylül’de biten Gezi halk isyanından sadece bir yıl sonra, 6-12 Ekim 2014’te Kürt bölgesinde Kobani (Kobanê) isyanı yaşandı. Şimdi de 15 Mayıs’tan bu yana birçoklarının “metal fırtına” adını taktığı büyük metal grev hareketi yaşanıyor. Gezi’nin Türkiye toplumunda nasıl bir iz bıraktığını görmek istiyor musunuz? Metal grevinde ve onun ardından başlayan başka işçi hareketlerinde (örneğin Petkim’deki fiili grevde) atılan slogana bakın: “Her yer Bursa, her yer direniş!” Artık sömürüye, ezilmeye, haksızlıklara karşı ayağa kalkan her büyük kitle Gezi’nin müziği ile yürüyor!
Pratiğin çözdüğü teorik sorunlar
Gezi ile başlayan halk isyanının içinde ortaya çıkan bazı tartışmalar var ki, aradan geçen iki yıl bunlara çok ciddi bir ışık tuttu. Bütün teorik sorunlarda olduğu gibi pratik burada da çok önemli bir hakem rolü oynadı. Bütün bu meseleleri başka yazılarda tartışıyoruz, tartışacağız. Burada satır başlarıyla değinelim.
· Gezi’nin bir işçi sınıfı hareketi olmadığı, şimdi gerçek bir işçi sınıfı hareketi ortaya çıkınca çok daha rahat kavranabiliyor.
· 30 Mart yerel seçimlerine ve cumhurbaşkanı seçimine bakarak “gençlerin boş yere öldüğünü” söyleyenlerin Gezi’den hiçbir şey anlamadığı gibi bu halk isyanının Türkiye’nin bütün dengelerini ve ittifaklarını köklü biçimde altüst ettiğini de göremediği artık ortaya çıkmış bulunuyor.
· İsyanın ve kendi kaderini pratikte kendi eline almanın Türkiye halkları için bir yaşam biçimi haline geldiği, Gezi deneyiminin uysal bir toplumu ayağa kaldırdığı şimdi yadsınamaz biçimde ortaya çıkmış durumda.
· Örgütsüzlük savunusunun Gezi ile başlayan halk isyanının insanlık tarihine ya da Türkiye’nin toplumsal mücadelelerine getirdiği henüz keşfedilmemiş bir cevher olmadığı, bir ideolojik gerilik olduğu, sosyalistlerin de bu büyük buluşa adapte olması gerektiği düşüncesinin yanlışlığı bugün, özellikle işçi hareketinin de örgütsüzlüğü savunan kesimlerinin hataları dolayısıyla daha iyi anlaşılıyor. Örgüt karşıtlığını bir belirti, bir semptom olarak görüp hareketlere çeki düzen vermek başkadır, örgütsüzlüğe boyun eğmek başka.
Kürt hareketi ve Gezi
Satırbaşı olarak değil de biraz daha ayrıntılı olarak ele alınması gereken bir konu Kürt hareketinin Gezi ile başlayan halk isyanına yaklaşımının değerlendirilmesidir. Bunun neden önemli olduğu açık: Gezi ile başlayan halk isyanında yer almış kitlelerin önemli bir bölümü, bu seçimde ilk kez HDP’ye oy vermeyi düşünüyor, hatta o yönde kararını vermiş durumda. Kürt hareketi ile Türkiye’deki toplumsal muhalefet arasındaki ilişkiler bu bakımdan seçim sonrası dönemde daha da hassas hale gelecek. Seçim kampanyası sırasında AKP ile HDP arasında, din sorunu gibi, çözüm sürecinin güncel durumu gibi, Alevi sorunu gibi çok çeşitli konularda sert tartışmalar yaşandı. AKP ile CHP ve AKP ile MHP arasında da, ikincil kalsa da, bir sürü tartışma oldu elbette. Ama toplumsal muhalefetin, daha dar tanımlayalım, AKP karşıtı toplumsal grupların içinde bu seçim kampanyasının esas tartışmasının ne olduğu konusunda sanırız hiçbir tartışma olamaz.
Neredeyse kampanyanın ilk günlerinden seçimin yaklaştığı bu günlere kadar esas konuşulan, HDP’nin AKP ile koalisyon yapmaya ya da onun kuracağı bir azınlık hükümetini dışarıdan desteklemeye niyeti olup olmadığıydı. Biz DİP olarak bu konuda çok berrak bir tavır aldık. Bugün HDP yöneticileri halkı AKP ile koalisyon yapmayacakları veya dışarıdan destek vermeyecekleri konusunda defalarca temin etmiş oldukları için bu tartışma bizim için bitmiştir. Bu konuya değiniyorsak bir tek nedenledir: Bu tartışma bir belirtidir. Toplumsal muhalefet içindeki bu kaygı semptomatiktir. Konu, HDP’nin AKP’ye karşı sonuna kadar muhalefet rolü oynayıp oynayamayacağıdır.
Gezi karşısında Kürt hareketinin tavrı konusunda berraklık bu yüzden geçmişte kalmış bir tartışma değildir. Bir kere, Kürt hareketi “Gezi’nin içinde var mıydı?” sorusunun içeriğinin artık herhangi bir ikircikliliğe yer vermeden açık seçik tanımlanması gerekiyor. “Gezi’ye katılma” sorunu Taksim’deki parka çadır kurmaktan başka bir sorundur. Gezi’ye katılmak ülkenin siyasi sınırları ölçeğinde halk isyanına katılmak demektir. Başka bir siyasi anlamı olamaz. Bu şekilde kavrandığı zaman, soru, “BDP Gezi parkına katıldı mı?” değil, “Diyarbakır Dağkapı, İstanbul Taksim’e katıldı mı?” sorusudur. Bunun cevabı da hayırdır. Diyarbakır Toma’ları Ankara’ya getirildiyse, bunun anlamı Kürt hareketinin Gezi’den uzak durduğudur.
Haklı mıydı? Buna gerekçelerine bakarak karar verebiliriz. Kürt hareketinin çeşitli bileşenlerinin temsilcileri bu konuda artık yeterince açık konuşmuşlardır. Bizim görebildiğimiz dört gerekçe var: (1) “Kürt hareketi işin içine girerse, devlet sertleşebilir.” Bu gerekçenin savunulabilir bir yanı yoktur. Çünkü devlet, evet, İstanbul’da 15 gün geri çekilmiştir. Ama bu yenildiği içindir. O 15 gün boyunca Ankara’da, Antalya’da, Antakya’da halka öldüresiye vuruyordu! Yani niyeti belliydi. Kürt hareketinin bunu anlaması için haftalarca beklemesi ve test etmesi gerekmiyordu. Bir-iki günde her şey ortaya çıkmıştı. (2) “Ulusalcı güçler üstünlüğü ele geçirebilir, süreci ordunun iktidarı ele alacağı bir mecraya kaydırabilirdi.” Bu, Kürt hareketinin mücadeleye girmemesinin değil girmesinin bir gerekçesi olabilirdi ancak. Kürtler girdiğinde ulusalcıların şansının neredeyse sıfıra düşeceği ortadadır. Kürt halkı yüz binleriyle, milyonlarıyla ayağa kalkmışken bir askeri darbe iç savaşa davetiye çıkarmak demektir, buna cesaret etmek zordur. (3) “AKP düşerse ve yerine CHP-MHP hükümeti kurulursa çözüm süreci bozulur.” Bunun için de bir önce söylediğimiz geçerlidir. Bu da Kürtlerin harekete bulaşmamasının değil, ağırlığını koymasının bir gerekçesi olabilir ancak. Kürtler olsaydı böyle bir hükümetin toplumsal tabanı oluşamazdı. Yoksa belki. Ama daha da önemlisi, böyle bir halk hareketinin kendi başına CHP-MHP türü bir gerici koalisyonu geçireceğinin düşünülmesidir. (4) “Türkiye halkı 30 yıl boyunca bize sahip çıkmadı.” İçinde en çok doğru içeren, Kürt halkı için duygusal bakımdan anlaşılır, ama Kürt hareketi için siyasi olarak anlaşılmaz gerekçe budur. Siyasi hareketi halktan ayıran stratejik ve taktik soğukkanlılıktır her şeyden önce. Bu duygusal tepkinin siyasi özü nedir? Kürt halkı 30 yıl boyunca büyük ölçüde yalnız bırakılmıştır. Peki, bu yalıtılmışlığı ortadan kaldırmanın bir yolu var mıdır? Bunun, birlikte mücadele etmekten daha iyi bir yolu olamaz!
Demek ki Kürt hareketinin Gezi ile başlayan halk isyanından uzak durması için verilen gerekçeler yanlıştır. Ortada çok ciddi bir siyasi değerlendirme sorunu vardır. Kimileri diyor ki, bu harekete katılmak “çözüm süreci”ni bitirirdi. Ama Gezi gibi bir hareketin hedefindeki siyasi şahsiyetin, yani Tayyip Erdoğan’ın hareket bir aşamada durulsa da eski gücünü muhafaza edeceğini düşünmek, başka her şey bir yana, siyasi bir yanlıştır. Bunu ısrarla söyledik: Kürt hareketi düşüşü başlamış bir siyasi önderle yürüme planları yapıyor, bu yanlıştır dedik. (“Çözüm süreci” konusundaki görüşlerimize hiç girmiyoruz.) Bugün durum nedir? Düşüşe geçmiş mi, geçmemiş mi?
Bunu saptadıktan sonra şunu belirtelim: Kürt hareketinden birçok temsilci Gezi isyanı karşısında hareketin tavrının ikirciksiz özeleştirisini vermiştir. Cemil Bayık’a kulak verelim (Ağustos 2013): “Bu endişelerle, katılmama ve zayıf katılma durumu yaşanmıştır. Bu iki anlayış da yanlıştır. Bunun kesinlikle yanlış olduğunu söylüyorum. Bu kaygılar artık geçmiştir” (vurgu bizim).
Şimdi Kürt hareketi zaten HDP çatısı altında başka bir siyasi bileşim içindedir. Hareketin içinden gelen sağcı, düzen yanlısı, halk hareketlerine güvenmeyen seslerin artık daha fazla yalıtılacağını, yeni bir halk isyanında Kürt hareketinin farklı davranacağını düşünmek için nedenler var. İşin gerçeğini elbette yaşayarak göreceğiz.
Bugün çapulcu olmak ne demek?
2015 yılında Gezi’nin ikinci yıldönümünü karşılarken “Gezi ruhu” diye sözü edilen şeyin mirasçıları kimlerdir? Bunun yalın bir cevabı vardır: Her kim toplumdaki isyan kıpırtılarını destekliyor, bunların birbirleriyle birleşmesi ve bir büyük ezilenler hareketi oluşturması için mücadele ediyorsa, “Gezi ruhu”nu yaşatan odur. Bu demektir ki, Kobani için ayağa kalkmış Kürt halkının dev protestosunu Kürtler arasında bir iç savaşa dönüştürme yolunda iktidarın ve maşalarının gerçekleştirdiği komploya rağmen 6-12 Ekim 2014’ün Gezi ile akraba olduğu kabul edilecek ve Kürt halkının hakları için verdiği bütün mücadeleler desteklenecek. Bu demektir ki, “bunlar sağcı, milliyetçi, ideolojik olarak geri” demeden, Bursa’da, Gölcük’te, Ankara’da, Eskişehir’de ayağa kalkmış olan dev işçi topluluklarının mücadelesine sahip çıkılacak. Sadece sözde değil, pratikte! Büyük metal grevinin Türkiye’nin kaderini değiştirmede seçim kadar büyük bir önemi olduğu teslim edilecek. İkinci yılında “Gezi ruhu”nu yaşatmak bu demektir. Gezi’ye içi boş güzellemeler yaparak oyalanmak değil.
2015 baharında Gezi taraftarı olmak, seçimlerde HDP’yle, mücadelede metal işçileriyle, yarın bütün ezilenlerle sokakta birlikte olmaktır.