Cumhuriyet düşmanlarının Milli Mücadele konusundaki çelişkileri
Derin Tarih dergisi her ay başka bir hediye veriyor bize! Nisan sayısında İkinci Abdülhamid’in tahttan indirilmesinin 110. yıldönümü üzerine bir dosya hazırlamıştı. Oradaki Abdülhamid fedailiğinin ne derecede çürük ve savunulamaz temellere dayandığını, Devrimci Marksizm’in çok yakında yayınlanacak olan 38. sayısındaki bir yazımızda anlattık. Şimdi ise Mayıs sayısının ana dosyası, beklenebileceği gibi 19 Mayıs’ta Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışının 100. yıldönümüne ayrılmış. Bu sayının da keyfine doyum olmuyor.
Dergi, bir dizi tarihçiye 19 Mayıs konusunda 19 soru sormuş. Bunların biri, belki ikisi daha dikkatli ve olgulara dayanarak yazan tarihçi. Geri kalanı militanca cumhuriyet düşmanı. Türkiye’nin cumhuriyet düşmanı sağının genel yaklaşımı uyarınca hem padişahı savunuyorlar, hem Mustafa Kemal’i yerin dibine batırmaya çalışıyorlar. Ama bu ikisini yaparken ayakları birbirine dolaşıyor ve ortaya birbiriyle katiyen uzlaştırılamayacak iki ayrı teori çıkıyor. Bunlar on yıllardır var elbette. Derin Tarih’in Mayıs sayısının hizmeti şu ki, var olan bu çelişkinin kanatlarını aynı sayının, hatta aynı dosyanın çerçevesi içinde bir araya getiriyor, iç içe sokuyor ve ama bunun ne farkına varıyor, ne de herhangi bir telif ya da açıklama çabasına girişiyor. Küçük bir intihar girişimi ile karşı karşıyayız neredeyse: Bir taşla iki kuş vurmaya çalışırken, kendi kendini vurmak gibi bir şey.
İki teori: (1) vatan kurtaran kahraman Vahdettin
Sözünü ettiğimiz iki teorinin cumhuriyetin kuruluşuna ve belki daha bile önemlisi hilafetin kaldırılmasına ilişkin uzantıları olmakla birlikte, bu sayıda bunlar üzerinde durulmuyor. Bu sayının konusu, 19 Mayıs’ın Kemalist (ve Atatürkçü) söylemde Milli Mücadele’nin başlangıcı olarak ele alınması dolayısıyla, bu tarihin 100. yıldönümünde Milli Mücadele ile ilişkili. Aslında mesele şu soruya indirgenebilir: Mustafa Kemal, kendisi, Nutuk’ta ve taraftarlarına yazdırdığı anılarda 19 Mayıs’ta Samsun’a işgalci emperyalist güçlere ve emperyalizmin kullandığı ikincil kuvvetlere (Yunanistan, Ermeniler vb.) karşı mücadele edip vatanı kurtarmak için çıktığını ileri sürer. Cumhuriyetin ve inançların kardeşliğinin düşmanları, bu iddianın yerine iki farklı alternatif önerirler. İşte birbiriyle uzlaşmaz bir çelişki içinde olduğunu ileri sürdüğümüz iki teori, bu soruya getirilmiş iki farklı yanıtttır.
Bunlardan birincisi, Mustafa Kemal’in Milli Mücadele’yi başlatmak için Samsun’a çıkışının arkasında padişah Vahdettin’in olduğunu ileri sürer. Yani Milli Mücadeleyi Vahdettin başlatmıştır, Mustafa Kemal onun memurudur. Vahdettin’in emperyalist işgalcilere karşı nasıl teslimiyetçi bir politika gütmüş olduğu ortadayken bu tezin ileri sürülebilmesi elbette şaşırtıcıdır. Amaç şudur: Osmanlı hanedanı da Türkiye topraklarının emperyalistlerce paylaşılmasına ve emperyalistlerin hizmetindeki devletlere dağıtılmasına karşıdır. Milli Mücadele padişahın eseri olarak başlatıldı. Dolayısıyla, tarihi açıdan, güncel bir terimi kullanacak olursak ülkenin “bekası” bakımından cumhuriyet gerekli değildi.
Bu teoriye delil olarak çeşitli noktalar ileri sürülür. Biz bu kısa yazıda bunların ayrıntılarına girmeyeceğiz. Bu yazının amaçları açısından konumuz bu uçuk iddianın yanlışlığını kanıtlamaktan ziyade, bu teorinin cumhuriyet düşmanlarının ileri sürdüğü öteki teoriyle çelişkisini ortaya koymak olduğu için, burada sadece bir-iki delile örnek olarak kısaca değineceğiz.
En yalın ve anlaşılması en kolay delil, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışının (uzun on yıllar boyu iddia edildiği gibi) hiç de öyle tehlikeli, İngilizlerden gizli, zor koşullarda bir gidiş olmadığı, bütünüyle saray ile İngilizler arasında anlaşmalı biçimde padişahın Mustafa Kemal Paşa’yı 9. Ordu’nun (daha sonra adı 3. Ordu olmuştur) müfettişi olarak Samsun’a göndermesinin sonucu olduğudur.
Aslında bunda şaşılacak bir şey yoktur. Mustafa Kemal Osmanlı’nın en üstrütbeli paşalarından biri olarak resmi görevle gönderilmiştir Samsun’a. Kemalist efsaneler yıllarca başka izlenim vermeye çalışmış olmasa bu iddianın kendi başına kafa karıştırıcı bir yanı yoktur. Çünkü Mustafa Kemal’in saray ile İngiliz işgal güçleri arasındaki anlaşmaya göre resmi görevi, Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinde bölge halkı arasında işgal güçlerine ve onlarla ortak davranan Rumlara karşı kendiliğinden doğan direniş odaklarının pasifize edilmesidir. Ama Mustafa Kemal bu görevi yerine getirmektense tersini yapmıştır.
Ne var ki, cumhuriyet düşmanları ek bazı deliller ileri sürerler. Bunların en belirgini, Mustafa Kemal’in Samsun’a yola çıkmadan önce yaptığı resmi ziyarette padişahın ikircikli bazı cümleler söylemiş olmasıdır. Kısaca aktaracak olursak, şöyle demiştir Vahdettin: “Paşa paşa, şimdiye kadar vatana çok hizmet ettin. Bunların hepsi bu kitaba girmiştir [padişah eliyle bir tarih kitabını işaret etmektedir.] Şimdi vatanı kurtarabilirsin paşam.” Bu, Vahdettin’in örtülü olarak “seni İngilizlere açıklanan resmi görevin doğrultusunda çalışmak üzere değil, işgalcilere karşı mücadele etmek üzere yolluyorum” demiş olduğu biçiminde yorumlanmaktadır. Oysa bu cümleler, padişahın tahtını ve devletini İngilizlerle iyi geçinerek koruma stratejisinin sürdürülebilmesi için Mustafa Kemal’e görevini düzgün yapması için verdiği bir talimat olarak da okunabilir.
Başka deliller de ileri sürülmektedir. Biz bunlar üzerinde durmak yerine, bu teorinin en zayıf noktasına değinelim. Padişah bu dönemde İngilizlerin uşağı gibi davranan Damat Ferit’i defalarca sadrâzam olarak atamıştır; ülke Milli Mücadele döneminin büyük bölümünde resmi olarak onun hükümetleri altında yaşamıştır. Padişah madem işgalcilere karşı mücadele etme niyetindedir, bu sefil adamı neden başta tutmaktadır? Derin Tarih tarihçilerinden biri de kolay kolay bastırılamayacak olan bu sorunun farkında ve onu tartışıyor. Ama getirdiği çözüm soruyu çırılçıplak ortada bırakıyor: “...Damat Ferit Hükümeti dışındaki bütün hükümetler Milli Mücadeleyi desteklemişlerdir.” (Ali Satan, 59) Ama bu bir açıklama değil bir itiraftır! Bu cümle Damat Ferit’in Milli Mücadele’yi desteklemediğini kabul ediyor. Öyleyse, Vahdettin neden Mustafa Kemal’i işgale karşı direniş başlatsın diye yollarken bir yandan da ülkeyi Damat Ferit’e teslim ediyor?
Bu kadarı bu yazı için yetsin. Çünkü burada asıl amacımız, cumhuriyet düşmanlarının bu teorisi ile öteki arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi ortaya koymak.
İki teori: (2) Mustafa Kemal İngiliz emperyalizminin hizmetinde
İkinci teori, Mustafa Kemal’in İngilizlere hizmet etmeye can atan, hatta onlarla anlaşıp vatana ihanet eden biri olduğudur. Bu teorinin amacının ne olduğu açıktır: İlk teori cumhuriyeti reddetme bakımından yarı yolda kalmaktadır. Oysa bu, cumhuriyeti ve daha da önemlisi hilafetin kaldırılmasını ülkenin İngiliz emperyalizminin çıkarlarına teslim edilmesi gibi göstermektedir. Derin Tarih tarihçilerinden biri bunun arka planını şöyle izah ediyor: “Osmanlı Devleti hem hilafete, hem de petrole sahipti. Onun bu hususiyet ve hâkimiyeti, doğru kullanıldığı takdirde, onu halde ve istikbalde hem manen, hem de maddeten zengin ve güçlü yapacak ve güçlü tutacak demekti.” (Metin Hülagü, s. 66) Ne demek istiyor bu tarihçi? Mustafa Kemal, Musul’u İngilizlere vererek ve hilafeti kaldırarak Osmanlı-Türk hâkim sınıflarının zengin ve devletler sistemi içinde üstün konumda olması olanağını ortadan kaldırmıştır. Yukarıdaki “hem manen, hem de maddeten” ibaresi bu teorinin asıl çekirdeğinin itirafıdır. Başka yerlerde de anlattığımız gibi, cumhuriyet düşmanlarının esas derdi, ne dindir, ne Osmanlıdır, Türk hâkim sınıflarının dünya sistemi içindeki üstünlüğünün yitirilmiş olmasıdır, kendi maddi çıkarlarıdır.
Bu teori de kendine tarihte birtakım deliller bulmaya çalışır elbette. İşgalci İngiltere’nin uzantısı gibi davranan Yunan güçlerini Ege’den çıkartan, ülkenin başkenti İstanbul’u başta İngiliz emperyalizmi olmak üzere emperyalist güçlerin işgalinden kurtaran hareketin liderinin İngiliz emperyalizminin hizmetinde biri olarak nitelenmesi kolay kolay savunulacak bir şey gibi görünmüyor. Ama teorinin mucitleri bazı delillerden söz ediyorlar. Bunlardan biri Filistin’in yitirilmesinde Mustafa Kemal’in sorumluluğu, hatta daha ötede ihaneti olduğuna dair iddialardır. Bir başkası, 13 Kasım 1918’de İstanbul’a geldikten sonra İngilizlere hizmet etmek istediğine dair açıklamalarıdır. Örneğin İstanbul’a gelir gelmez İngiliz gazeteci, Daily Mail muhabiri G. Ward-Price’a verdiği ünlü demeçte söyledikleri: “Eğer İngilizler Anadolu için sorumluluk kabul edecek olurlarsa Britanya idaresinde olan tecrübeli Türk valileri ile işbirliği halinde çalışmak ihtiyacını duyacaklardır. Böyle salahiyet dahilinde hizmetlerimi arz edebileceğim münasip bir yerin olup olmayacağını bilmek isterim...” (Aktaran M. Fatih Can, s. 56)
Mustafa Kemal’in yalnızca İngiliz emperyalizmine değil, İtalyan ve Fransız emperyalizmlerine, hatta bugün mandacılık karşıtlığı çok vurgulanıyor olsa da Amerikan emperyalizmine dahi zaman zaman el uzattığı doğrudur. Bunların ne ölçüde savaş taktiği ve diplomasi, ne ölçüde Mustafa Kemal’in dünya görüşü icabı emperyalizm yanlısı olmasının ürünü olduğunu tartışmanın yeri burası değil. Biz tek bir soru soralım: Aynı tarihçilerin hem Mustafa Kemal’in asker olarak İngilizlere yardım ettiğini, daha da öteye onlarla haberleşme içinde olduğunu, yani ajan olduğunu ima etmesi, hem de sonra gazetelere verdiği demeçlerde açıkça “ben İngilizlerin hizmetinde çalışmak isterim” demesini kanıt olarak kullanması akla uygun mudur? El insaf! Hem emperyalizmin ajanı olacaksınız, hem de gazeteler aracılığıyla bunu ilan edeceksiniz! Mustafa Kemal’in baş düşmanlarından İngiliz muhibbi Ali Kemal bile bunu yapmazdı!
Vahdettin budala mıydı, hain miydi?
İki teoriyi gördük. Her ikisinin de çok çürük zeminlere bastığına da kısaca değindik. Şimdi bu yazının esas fikrine gelelim. Cumhuriyetin ve inançların kardeşliğinin düşmanlarının cumhuriyeti reddetmek ve Mustafa Kemal’in itibarını düşürmek için başvurduğu iki farklı teoriyi gördük. Biri Milli Mücadele’yi Vahdettin’in başlattığını, Mustafa Kemal’in onun memuru olduğunu söylüyor. Öteki ise Mustafa Kemal’in Osmanlı-Türk çıkarları aleyhine İngiliz emperyalizmine hizmet ettiğini, hatta İngiliz ajanı olduğunu.
Şimdi soruyoruz: Madem Mustafa Kemal İngiliz ajanı idi, Vahdettin neden onu çok geniş yetkilerle Anadolu’ya gönderdi? İngiliz emperyalizmine karşı bir İngiliz ajanı eliyle mücadeleye girebileceğini mi düşündü? Elinde hiç istihbaratı olmayan bir zavallı budala mıydı? Böyleyse zaten bu ülkeyi yönetmek için yetersizliği kanıtlanmış oluyor. Yoksa kendisi de Mustafa Kemal gibi İngiliz emperyalizminin ajanı ya da taraftarı mıydı, hain miydi? O zaman Osmanlı’nın devam etmesi gerektiği yolundaki tarihsel iddia zaten ortadan kalkıyor!
Teşekkürler, Derin Tarih! Birbiriyle uzlaşmaz iki teoriyi aynı dosya içinde, çelişkilerin hiç farkına varmadan sergilediğiniz için teşekkürler. İnsanın şöyle diyeceği geliyor: Önce kendi aranızda karar verin hangisi doğru, öyle gelin. Birbirinizle tartışın ki hakikat ortaya çıksın. Ama tabii mesele hakikatın ortaya çıkması değil, yani tarihçilik değil.Propaganda.
Cumhuriyete ve inançların kardeşliğine düşman fikirler ortaya atılsın, sözde deliller ileri sürülsün, gençliğin kafası karışsın, başka bir şey gerekmez!