Bir “ihtimal” olarak Millî Mücadele’yi kavrayamamak
31 Ağustos 2023 tarihinde Türkiye Komünist Partisi’nin yayın organı Sol haber sitesinin polemik bölümünde Ali Ufuk Arikan imzalı bir yazı yayımlandı. Sungur Savran’ın yakın zamanda yayımlanan Bir İhtilal Olarak Millî Mücadele kitabına yönelik bir eleştiri olduğu anlaşılan yazı “Sungur Savran Milli Mücadele'ye ‘ihtilal’ demek zorunda kalırsa: Mustafa Kemal gerçekten bu mu?” başlığını taşıyor.
Yazar, bu yazısının Savran’ın kitabının sistematiğine dair değil, “ruhuna dair” olduğunu açıklamış. Yazı kitabın ruhuna dair olduğu için pek tabii izlenimcilik ve kolaycılıkla malûl. Aslında daha doğrusu yazar bu izlenimcilik ve kolaycılıkla en fazla kitabın ruhuna dair bir yazı yazabilirmiş. Örnek vermek gerekiyor: Savran’ın kitabında hayati önemde yer tutan ve de titiz bir şekilde öne sürülen “Mustafa Kemal’in 1921 sonuna kadar Millî Mücadele’nin tartışmasız lideri olmadığı” önermesi yazar tarafından “neredeyse hiç olmadı”ya dönüştürülmüş. Hâlbuki Millî Mücadele’nin önünde Cumhuriyet ile sonuçlanana kadar geçecek iki kritik yıl vardır daha. Kitabın yazarının titizlikle hazırladığı önerme bir hokkabazlık numarasıyla kuşa dönüşmüş. Arikan belli ki Savran’ı Mustafa Kemal’in liderliğini küçümsermiş gibi göstermek istemiş.
Arikan yine bu yazısında Savran’ın ancak satır aralarında hafiyecilik oynayarak Mustafa Kemal’in önderliğini tartışmaya açabildiğini, hâlbuki sınıf mücadelelerinin yasalarına baksaydı böyle hayaller kurmayıp tartışılmaz önderliği görebileceğini yazmış. Bu konuyu açma tenezzülünde bile bulunmayan yazar “sınıf mücadelesinin yasaları”nı kendine saklamış görünüyor. Keşke okurlarını bu konuda aydınlatma çabası olsaydı da sınıf mücadelesinin hangi yasaları sayesinde iktidar mücadelesi veren farklı önderliklerden birinin daha en baştan itibaren tartışmasız önder rolünü üstlendiğini gösterseydi. Bu kolaycılıktır.
Yazının devamında okurun duygularını manipüle edecek kısımlar yer alıyor. Vurguları kendimizin eklediği aşağıdaki paragrafı yazıdan alıntılıyoruz:
“İşgal günlerinde hayali Saray’a damat olmak olan, işgalcilerin gözüne girmek için elinden geleni yapan, sonrasında ‘çok önemsiz’ şekilde Samsun’a çıkan, Havza’da gizlice buluştuğu Sovyet temsilcilerinin güvencesini! aldığı için Milli Mücadele’ye katılan bir isim Mustafa Kemal. Milli Mücadele’yi kim mi başlatmıştı, tabii ki Mustafa Kemal dışındaki unsurlar ve onun dışındaki ‘önderler’…”
Savran’ın kitabında yer verdiği Mustafa Kemal’in Millî Mücadele’ye katılmadan önce ve katıldığı sıradaki eylemleri ardı ardına alaycı bir dille teşhir niyetiyle sıralanıyor. Yazar kitabın “ruhuna dair” bir yazı yazdığını dile getirmişti fakat açık ki okuyucusunun “ruhuna seslenen” bir yazı yazmış. Peki yazar aslında kimlerin mi ruhuna sesleniyor? Cevap vereceğiz.
10 Eylül’de TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan düzenledikleri kahvaltıda bir grup gazeteciyle bir araya geldi. Okuyan partilerinin gelecek dönemde toplumda önemli bir mevcudu olduğunu öne sürdüğü “cumhuriyetçi birikim” ile sosyalistlerin ittifakını sağlamanın bir parti politikası olarak izleneceğini deklare etti. Okuyan’ın bahsettiği “cumhuriyetçi birikim”in nasıl bir sınıfsal bileşime sahip olduğu önemli bir soru fakat bu politikanın eleştirisinin yeri bu yazı değil. Bizim için önemli olan bu politikanın cevap verdiğimiz polemik yazısıyla ilişkisi. Okuyan’a göre bu cumhuriyetçi birikim bugün CHP’de kendisini temsil edemiyor, CHP de cumhuriyet değerlerini hiçe sayarcasına sağa kayıyor ve dolayısıyla bu cumhuriyetçi birikimi temsil etme yeteneğini kaybetmiş durumda. İşte artık örgütsüz kalmış bu birikim bir ittifaka ya da sosyalistlerin safına kazanılabilir.
Her ittifak ve örgütlenme stratejisi belli gereklilikleri doğurur. Örneğin bu “cumhuriyetçi birikim”de modern küçük burjuvazi baskınsa farklı, proletarya baskınsa farklı politikalar, yöntemler izlenmesi gerekecektir. Mesela bu “cumhuriyetçi birikim”in siyasete yaklaşımı pek tabii cumhuriyetin resmî ideolojisinin, resmî tarihinin diğer bir deyişle Kemalizm’in ağır etkisi altında olabilir. Durum buysa bu kitlelere nasıl gidilmelidir? Bingo! Tam da TKP Merkez Komitesi üyesi olan Ali Ufuk Arikan’ın denediği yöntemle: gerektiğinde Kemalizm’in tarih anlatısına sadık kalarak, tüm değerlerine saygı göstermekle yetinmeyip o değerleri en iyi şekilde temsil edebileceğini iddia ederek, bu örgütsüz kitlenin teorisyeni, tarihçisi, savunucusu, hamisi rolünü üstlenerek.
Şimdi Arikan’ın ideolojik ve tarihsel temelleri olan bir metodoloji hatasına gelelim. Millî Mücadele başladığında Sovyet Rusya gözünde Kuvayı Seyyare ve Çerkes Ethem yoksul köylü halka yaslanabilecek, Anadolu’nun hâkim sınıflarıyla açık bir zıtlaşma içinde olan bir müttefiktir. Çerkes Ethem’in ne Marksist olması ne de sosyalist olması bu aşamada bir gündem konusudur. Arikan’ın yazısında iddia ettiği gibi konu Çerkes Ethem’in “Türkiye’yi Sovyetleşmenin eşiğine getirecek ufuk” sahibi olup olmamasıyla doğrudan ilişkili değildir. Sovyet devletinin hegemonyası altında Çerkes Ethem ve Kuvayı Seyyare burjuva önderliğin karşısında galip gelebilirdi. Sürekli devrim bir dinamik olarak baskın çıkabilir; Anadolu’daki ezilen sınıfların, yoksul köylülüğün ve proletaryanın, Kuvayı Seyyare’nin, Çerkes Ethem’in, Türkiyeli komünistlerin, Sovyet Rusya’nın karmaşık ilişkiler ağı içerisinde sosyalist devrim bile o zaman bir “ihtimal” olabilirdi.
Arikan tüm bunları göz ardı ediyor, ihtimal dışı bırakıyor çünkü Anadolu’daki devrim sorununu yaşanan somut gelişmeler, önderliklerin ve sınıfların vaat ettikleri altında incelemiyor. Önceden verilmiş bir modele göre, her ülkede her devirde aynı yoldan geçmesi gereken bir süreç gibi kavradığı devrimde herkesi ve her şeyi bir şablona oturtarak inceliyor. Böylece bir “ihtimal” olarak Millî Mücadele’yi kavrama şansını elinden kaçırıyor.
Arikan yazısında Savran için Millî Mücadele’ye “ihtilal” demek zorunda kaldığından liberallere bedel ödemek zorunda hissettiğini yazmıştı. İnsan hayretlere düşüyor. Savran ilk basımı 1992’de yapılmış, bugün 5. basımında olan Türkiye’de Sınıf Mücadeleleri kitabının birinci cildinde Millî Mücadele’nin bir devrim, bir ihtilal olarak analizini modern dünyanın devrimler tarihi içine yerleştirerek zaten yapmıştı. 1992’den 2023’e 30 yılı açkın zaman geçmiş. Eleştirmenimiz, eleştirdiği kitabın yazarının beş basım yapmış bu kitabından habersiz, Savran’ın “Millî Mücadele’ye “ihtilal” demek zorunda kaldığını ileri sürüyor!
Mustafa Kemal’in Millî Mücadele’nin belli bir aşamaya kadar tartışmasız önderi olmadığı gerçeği, hele ki önderliğin diğer bir talibi mesela Enver Paşa ise, bir liberalin elini hiç mi hiç güçlendirmez. Fakat bundan önemlisi tarihin kendisi de zaten elde edilecek sonuçlar liberallerin mi Kemalistlerin mi işine gelir kaygısıyla incelenmez. Marksizmin sağladığı geniş avadanlıktan doğru şekilde yararlanmayı bilen gözler o dönemde Anadolu ve Trakya’daki bir tarihsel dönüşümü görebiliyor, yaşanan şeyin bir ihtilal olduğunu kavrayabiliyor. Peki ya, bu ihtilalin tarihini resmî tarihin ellerine bırakanlar? Bu ihtilali resmî ideolojinin çizdiği sınırlara hapsedenler? Bizce onlar Millî Mücadele’nin içerdiği tüm zengin ve karmaşık gerçekliği layıkıyla analiz edip Türkiye proletaryasına onu Marksizmin dilinden anlatmayı reddederek Marksizm ile harmanlamaya çalıştıkları Kemalizm’e esaslı bir bedel ödüyor.