Che Vitamini
Burjuvanın aklı dardır. Ona “homo economicus” adını veren kendi büyük düşünürleridir. “İktisadi insan”. Yani aklı esas olarak kâr ve zarar üzerinden işleyen, bencil çıkarların buzlu sularında hesap yapa yapa öteki yetileri körelen, her şeyi sayılara vurarak ölçen, verdiğinde mutlaka almak isteyen bir canlı türü. İnsanın çapasından fışkıran buğdayı, insanın dokuma tezgâhında örülen kumaşı, insanın hünerli ellerinin sanki bir uzantısı imişçesine oluşan camı borsalarda kote edilecek birer meta haline getirmekle kalmaz. İnsan onurunu da satın alır. Sanatçıları ve sanatı kendi reklâmının ve yatırımının aracı haline getirir. İnsan bebeklerini de satar. İnsanın bedeninin parçalarına kadar piyasalar kurar. Ve hepsinden kâr eder. Kâr, kazanç, getiri, temettü, artı-değer, sadece ve sadece bunun oburca düşlendiği ve arzu edildiği bir dünyayı yaratır.
Bu dünyada her şeyin bir fiyatı vardır. Burjuva, parası olduğu müddetçe her şeyi satın alabileceğine inanır. Bir gün biri çıkar da “her şey satılık değil” diye haykırırsa, burjuva görmüş geçirmiş bir sınıfın üyesi olarak güler: “Fiyatını yükseltmek istiyor” der. Çünkü aklı dardır. Başka türlüsünü anlamaz. Anladığı zaman içini büyük bir kin kaplar. Çünkü “iktisadi aklının” ufkunun dışında bir şeylerin kıpırdadığını, tekmelediğini, kurmuş olduğu rahat dünyayı sarstığını hissetmiştir. Aklının almadığı şeylerin olabileceğini sezmeye başlamıştır.
Burjuvazinin bütün siyaset bilimi, gizli ya da açık, politik insanların iktidar hırsıyla yanıp tutuştuğunu varsayar. Politik insanlar olarak devrimciler de öyledir. Onlar da bir başka “elit” ya da “seçkinler” grubudur. Onların da bütün amacı iktidarı alıp kendi çıkarlarını “maksimize etmektir”. Yozlaşan devrimlere bakıp bakıp “işte” derler “görüyorsunuz”, “devrimciler de iktidara geldi mi, aynı pislik devam ediyor”. Herkes kendi bencil çıkarının peşindedir çünkü. Ama bir gün gelip de biri, tek bir insan, yoldaşlarıyla birlikte yönettiği bir devrimle yükseldiği iktidarın bütün “ikbal”ine tekmeyi vurup, iktidarı kendi isteğiyle başka yoldaşlarına emanet edip, uzak topraklarda ölümü göze alarak yeniden devrimi kucaklarsa...
İşte Che’yi bütün öteki büyük devrimcilerden ayıran budur! Che’yi bütün burjuvalar için bir karabasan haline getiren, kendi iradesiyle iktidara sırtını dönüp yeniden devrim yapmaya girişmesidir. Çünkü bu tavırda yepyeni bir dünya yatıyor: burjuvanın bencil hesaplar dünyasına sığmayan bir başka dünya. “İki, üç, daha fazla Vietnam” diye haykıran ses, bu yüzden unutulamıyor! O güzel yüzde, insanın ruhunda soylu ve yüce ne varsa o yansıyor! O yüz burjuvazinin gazetelerinde, reklâmlarında ya da saatlerinde bile devrimin ölümsüz yüzüdür!
Bakın o ses başarısız Bolivya seferinden çocuklarına, Hildita, Aleidita, Camilo, Celia ve Ernesto’ya yazdığı son mektubunda ne diyor: “Her şeyden önemlisi, dünyanın neresinde olursa olsun, her kime yapılırsa yapılsın, herhangi bir haksızlığı her zaman en içinizde hissedebilmelisiniz.” Bugün globalist yeni–liberalizm çağında her şeyi dolara tercüme edenler bu sesi duyabilirler mi? Öldürülmeden hemen önce karısına yolladığı mesajda hayatını yeniden kurup, yeniden mutlu olmaya çalışmasını dileyen bu adamın duygularını anlayabilirler mi?
Che’yi ölümsüzleştiren Küba devrimi değildir. Dünyadan nice devrimci geçti, kimi de kendi ülkesinde başarılı oldu. Lenin, Trotskiy, Luxemburg gibi devrimin özgürleştirici ateşini başka diyarlara taşımak için yanıp tutuşanlar da vardı. Che onların düşlerini cisimleştirdi. Gerçek bir enternasyonalist olarak Afrika’ya ve Latin Amerika’ya devrimin sözünü taşıdı. Nasıl Ekim devriminin önderlerinin ufku Rus halkının kurtuluşuyla sınırlanamazsa, Che’yi de Küba’ya hapsetmek mümkün değildir. Che’yi ne Küba’nın bir emperyalist ambargo sonucunda içine düşmüş olduğu büyük ekonomik sıkıntılardan dolayı yerebilirsiniz, ne de Küba’nın sağlık ya da eğitim hizmetlerinin çok gerçek kazanımlarını öne sürerek yüceltebilirsiniz. O, Küba’nın değil bütün dünyanın devrimcisidir, burjuvazinin baskısının hissedildiği her yerde isyanın adıdır. Onun için korkuyorlar ya! Onun için insanların dağlarda, ormanlarda ve her yerde devrim için savaştığı bir dünyada, sanki yaprak kıpırdamıyormuş gibi mükemmel bir pişkinlikle, “konuşmak yetmez, dağa çıkmak gerek” ucuzluğunu yapıyorlar ya! Biliyorlar çünkü, tarihin bittiğini söylerken bile biliyorlar: günümüzün gençliği bu kirli düzene bugün değilse bile yarın isyan edecektir. Bu isyanın aklı Marksizmden gelecektir. Ruhu ise Che vitamini ile beslenecektir!
İşte Che: “Gülünç görünme riskini sineye çekerek söyleyeyim ki, gerçek devrimciyi yöneten büyük aşk duygularıdır.” Küba yoluyla Bolivya’ya geçerek aşkı için ölen bu Arjantinliyi anlıyor musunuz? Bu büyük enternasyonalistin aşkını hissediyor musunuz? Burjuvanın bencil dünyasına sığmayan işte budur.
Bu yazı daha önce Özgür Gündem gazetesinde, Sınıf Bilinci dergisinin Kış 1997/19. sayısında ve Che: Bir Fotograf Albumu başlıklı kitapta yayınlanmıştır.