Suudi darbesi

20. yüzyıl sonu-21. yüzyılın başında İslam dünyası hakkında genel bir şeyler söylenecekse, en başta şu gelir: Müslüman’ın Müslüman’a ettiğine başka kimsenin eziyeti yetişemez! Aklınıza hemen ABD’nin Irak savaşı ve işgali sırasında bir milyondan fazla Iraklı’nın öldüğü gelecek, itiraz edeceksiniz. Evet, ama o sayı sadece ABD ordusunun öldürdüğü Iraklıları değil, savaşın yol açtığı bütün her şeyden kaynaklanan ölümleri kapsıyordu. Ve elimizde rakam yoksa da, Iraklı Şiirler ile Sünnilerin birbirlerine dini bayramlarda, camilerde, pazaryerlerinde yaptıkları saldırılar sonucunda öldürülen insanların sayısı muhtemelen ölümlerin en büyük nedeniydi. Kaldı ki, o savaştan iki onyıl önce 1980-89 arasındaki İran-Irak savaşında da kayıplar için verilen sayı yine bir milyondur!

Başbakan Erdoğan kendi Müslüman kardeşlerine bakacağına, dünyanın önünde kendini yerin dibine sokacak bir açıklama ile Fransa’nın soytarı filozofu Bernard-Henry Lévy ve İsrail’in Adalet Bakanı Tzippi Livni’nin 2011 yılında birlikte çıktığı bir televizyon programında soytarının Müslüman Kardeşler (İhvan) için seçilseler de görev yaptırılmaz manasını taşıyan üç-beş kelime söylemesini, bakanın da onay anlamında baş sallamasını Mısır’daki darbenin İsrail tarafından yaptırıldığının kanıtı olarak ileri sürdü. Türkiye’nin geldiği yüz kızartıcı durumun bir sonucu olarak da yazılı medyanın yarısı ertesi gün bu açıklamayı manşet yapmıştı. İşin tuhafı, Erdoğan ne söylese üstüne atlayan bu gazetelerin belki bir-iki istisna ile hepsi, Erdoğan karşıtı medya için de geçerli olduğu gibi, Siyonizm yanlısıdır. Ama şimdi konu Erdoğan’ın siyasi geleceğidir, onun için başbakanla birlikte İsrail karşıtlığı yapıyorlar. Erdoğan elinde başka kanıt varsa derhal açıklamalıdır. Bu sadece kendi bakış açısından bakıldığında bütün dünyanın Müslümanlarına bir görev borcu değildir. Bu, insanlığa bir vicdan borcudur. İsrail denen Siyonist canavarın Mısır’da böyle oyunlara girmesine izin vermemek insanlığın çıkarınadır. O zaman saklamayın belgeleri!

Ama elinizdeki belgelerin hepsi bir soytarının İhvan’ın seçimi kazanması halinde bile hükümet etmesine izin verilmeyeceğini söylemesi, bakanın da başını sallaması kalitesinde ise açıklamasanız da olur. Hatta sussanız daha da iyi olur.

Suudi Kralı Abdullah neden celallendi?

Müslüman’ın Müslüman’a ettiğini kimse etmiyor dedik. Bu, Mısır’da yaşanan trajedi için de geçerlidir. Ne talihliyiz, tam Erdoğan’ın darbenin telif hakkını İsrail’e çıkarttığı günlerde Suudi Kralı Abdullah Bin Abdülaziz de zehir zemberek bir açıklama yaptı. Ama Müslüman Tayyip Erdoğan darbeye karşı esip gürlerken Müslümanlıkta ondan hiç aşağı kalmayan Abdullah büyük bir hiddet ve celalle darbeyi savundu! Hem de şu terimlerle: “Bütün dünya bilsin ki, Suudi Arabistan Krallığı’nın halkı ve hükümeti terörizme, aşırı akımlara ve yıkıcılığa, ama aynı zamanda Mısır’ın iç işlerine her kim müdahale etmeye çalışırsa onlara karşı Mısır halkının yanında durdu ve duruyor.” (Vurgu bizim.) Suudi kralı böylece Erdoğan’ın Mısır’ın meşru yöneticisi saydığı İhvan’ı “terörist” ve “yıkıcı” diye nitelemekle yetinmiyor. Aynı zamanda hem Erdoğan’a, hem de Erdoğan’ın veryansın ettiği ABD ve Avrupa Birliği’ne işaret parmağını sallıyor.

Suudi kralı bu tavrında yalnız mı? Elbette hayır! İhvan’a yıllardır yatırım yapan Katar ve İhvan ile aynı konumda bulunan Ennahda’nın yönettiği Tunus dışında, bütün Arap dünyası, ama en başta Körfez ülkeleri, Mursi’ye değil General Sisi’ye sahip çıkıyor! Zaten Erdoğan da doğru tavır alan ülkeleri sayarken Katar’dan başka isim telaffuz edememişti!

Erdoğan düne kadar Suriye’de Suudi Vahhabiliğinin fedailiğini yaparken şimdi Abdullah’tan örtülü bir uyarı almıştır. Suriye söz konusu olduğunda İran’ı zayıflatmak için Suudi Arabistan ile Katar aynı yolun yolcusuydu. Suriye’nin komşusu Türkiye’nin AKP hükümeti de onların işini görüyordu. Ama Mısır söz konusu olduğunda ortaklar birbirine girmiş bulunuyor.

Lafı dolaştırmanın gereği yok. Mısır darbesi bir dış faktörün damgasını taşıdığı ölçüde, bir Suudi darbesidir. Sisi iktidarı alır almaz Suudi Arabistan 5 milyar, onun arkasına dizilen Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) 3 milyar ve (kısa bir süre sonra) Kuveyt 4 milyar dolar yardım verdi Mısır’a. Bu 12 milyar dolar, ABD’nin (1,5 milyar dolar) ve AB’nin (1,3 milyar dolar) verdiği yıllık askeri ve ekonomik yardımın toplamının tam dört katıdır! Ve Mısır’ın şu anda en çok ihtiyaç duyduğu destektir döviz. Mısır’ın kendi iç dinamikleri dışında, dış dinamik işte budur. ABD ve AB, kimin kazanacağını öngörememenin kıvranışı içinde ne İhvan’ı, ne orduyu yitirme çabasıyla kendileri ârafta durmayı tercih etmiştir. İsrail, Mısır devriminden beri kendi desteği öteki tarafın işine yarar diye ağzını açmamaktadır. (Ha, tabii Adalet Bakanı 2011’de başını sallamış! Çok önemli!) Darbe esas olarak bir Suudi operasyonudur.

Neden? İhvan Ortadoğu’da 1928’den beri İslamcılığı yaymaya çalışan bir güçken, Suudi Arabistan da koyu İslamcı iken, her ikisi de Sünni iken neden Suudiler (ve onların parasıyla serpilip gelişen Mısır Selefi hareketi, en başta Nur Partisi) İhvan’ı devirmeye girişmiştir? Burada muamma olacak bir şey yok, ama oryantalist cehalet diz boyu. Bizim laik kampımız İslam dünyası söz konusu olduğunda elif ile merteki birbirinden ayıramadığı, İslamcı dendiği zaman hepsini aynı sandığı için Suudi Arabistan’ın İslamcılığa karşı mücadele eden yarı-laik Mısır genelkurmayını desteklemesini anlayamaz elbette. Arap ve İslam dünyası onlar için “bedevi” falan gibi terimlerle küçümsenecek tekdüze bir evrendir. Batı bizimkilerden iyi midir? Suudi Arabistan Mısır’da İhvan’a karşı mücadele ederken, İhvan’ın zaferini Suudi etkisine atfeden Batılı gazeteci o kadar çok ki! Geriye AKP İslamcılığının bakış açısı kalıyor. Erdoğan, aradaki farkları bilir ama Mısır’a esas olarak kendi geleceğinin prizmasından baktığı için işine gelen laik kampı ya da orduyu suçlamak. Arap dünyasının neredeyse bütünü İhvan düşmanı imiş, hele hele İslamcılıkta kimsenin boy ölçüşemeyeceği Suudi Arabistan en önde imiş, bunu teslim ederse hem ideolojik olarak İslamcılık zayıflar, hem de sabah akşam laiklere küfretme olanağı elden kaçar! Bunun üzerine bir de Batı’ya eleştiri ve İsrail’i suçlamayı eklerseniz, tadına doyulmaz. Ama gerçeklerle ilişkisi olmazmış, varsın olmasın!

Bir mücadelenin anatomisi

Suudi Arabistan ile İhvan’ın ilişkileri İhvan’ın tarihi boyunca Ortadoğu’nun somut politik koşullarına bağlı olarak büyük değişimler geçirmiştir. Birazdan değineceğimiz nedenlerle Vahhabi güç ile İhvan’ın kendilerine özgü İslamcılıkları aslında köklü çelişkiler içerir. Ama belirli evrelerde bu çelişkiler ikinci planda kalmış, işbirliği eğilimi baskın çıkmıştır. Bu, özellikle Nasır döneminde Mısır bütün Arap dünyasında laik bir ulusçuluğun ve Sovyet etkisi altındaki bir “Arap sosyalizmi”nin (yani ekonomide belirli bir devletçiliğin) taşıyıcısı karakterini sergilerken, Suudi Krallığının bu etkiyi durdurmak, Nasır’ı zayıflatmak amacıyla İhvan’a destek vermesi biçimini almıştır. Nasır’ın halefi Enver Sedat döneminde Mısır yavaş yavaş Sovyetlerden uzaklaşmış, İnfitah adı altında piyasacılığa dönüşü başlatmış, Camp David Anlaşması (1979) ile de İsrail’i tanımıştır. Bu sürece paralel olarak Suudiler de Mısır rejimiyle yakınlaşmıştır. Sedat’ın öldürülmesinden sonra iktidara gelen Mübarek ise 30 yıl boyunca Suudilerin yakın müttefiki oldu. İşte o dönemde Vahhabi devletle İhvan arasındaki çelişkiler su yüzüne çıktı.

Bazıları bunun nedenini İslami doktrinde arayabilir. Oysa iki odak arasındaki doktrin farkı esas olarak her birinin temsil ettiği sınıf fraksiyonunun çıkarlarının bir sonucudur. Petrol rantından zengin olmuş Körfez krallıkları, emirlikleri, şeyhlikleri çok ağır ve sancılı biçimde burjuvalaşan, dünya ekonomisi ile ilişkilerinde finans kapital karakteri taşıdığı halde kendi ülkesindeki ekonomik karakteri itibarıyla kapitalizm öncesi özellikler gösteren bir hâkim sınıf fraksiyonudur. Bu yüzden veraset yoluyla aktarılan krallıklara vb. sıkı sıkıya bağlıdır. Kendi egemenlik alanında siyasi bir örgütlenme anlamına gelecek en ufak bir bağımsız İslamcı odağa izin vermeye tahammül edemez.

Oysa İhvan’ın anayurdu Mısır, Ortadoğu’da İngiliz sömürgesi olarak dünya ekonomisiyle en erken aşamada bütünleşen, kapitalizmin sosyo-ekonomik biçimlerini Mehmed Ali Paşa’nın reformlarıyla Osmanlı’dan bile önce benimsemeye yönelen bir ülkedir. Çok daha erken gelişmiş ve çeşitlilik gösteren bir burjuvazisi vardır. Bu yüzden İhvan cumhuriyetçi bir İslamcılıktır.

Bundan daha önemli bir karşıtlık ise ulusal devletlerin önemi ve ümmetin belirleyiciliği konusunda ortaya çıkar. Her İslami hareket ümmetçi olmak zorundadır. Bu Vahhabilerin durumunda esas olarak Vahhabilik (Suudi Arabistan) hâkimiyetinde bir Arap-İslam dünyası için mücadele demektir. (Arap kelimesini çıkarırsanız, aynı şey Osmanlı’nın ihtişamını yeniden yaratmak için mücadele eden Türk İslamcılığı için de söz konusudur.) Yani burada ümmet fikri ile hegemonik ulus ve mezhebin hâkimiyeti bir sentez oluşturmuştur. Bunu basit bir doktrin meselesi olarak düşünecek olanlar, varlığın bilinci nasıl belirlediğini unutuyorlar. Bu doktrinin gerisinde çocukların bile anlayabileceği kadar yalın bir çıkar yatar. Söz konusu devletlerin her birinin hâkim sınıfının ve en başta kraliyet ailesinin çıkarları, o devletin topraklarının altında yatan petrol ve doğal gaz zenginliğinin toprak rantını başkalarıyla paylaşmamakta, kendi tekeli altında tutmakta yatar. Şayet eşitlikçi bir Arap birliği kurulabilseydi, Moritanya ya da Yemen gibi çok yoksul Arap ülkeleri hızla kalkınırken dünyanın kişi başına gelir bakımından en zengin ülkeleri arasında yer alan Körfez ülkeleri de hızla bu karakterini yitirirdi.

İhvan ise esas olarak İslam enternasyonalisti bir harekettir. Ümmeti ve hilafeti yeniden kurmayı sadece ideolojik düzeyde savunmakla kalmayan, pratikte uluslararası örgütlenmesiyle destekleyen bir hareket. İhvan Mısır dışında birçok Arap ülkesinde güçlü örgütlere sahiptir. Suriye, Ürdün ve Libya’da iktidara adaydır. Tunus (Ennahda) ve Fas’ta (Adalet ve Kalkınma Partisi) kendisine yakın partilerle işbirliği yapmaktadır. En önemlisi, her Arap ülkesinde örgütlenmeye çalışır. İşte bu Suudi Arabistan’ı, BAE’yi ve diğerlerini zıvanadan çıkarmaktadır. Bu ülkelerin hâkim kraliyet aileleri bunu kendi tahtlarına açık bir meydan okuma olarak görmektedir. BAE’de İhvan mensupları son dönemde sürekli baskı altında yaşamakta, tutukluluk dalgalarını siyasi davalar izlemektedir. 14 Ağustos’ta Sisi’nin tankları İhvan taraftarlarını meydanlardan boşaltmaya girişmeden bir gün önce, BAE’de 94 kişi İhvan lehinde faaliyetleri dolayısıyla hapis cezalarına mahkûm edildiler. Sırf Suudi Arabistan’da bazı rakamlara göre 2 milyon Mısırlı, hem vasıflı (mühendis, bilgisayarcı, doktor vb.), hem de vasıfsız göçmen işçi olarak çalıştığı için, İhvan Körfez ülkelerinde mebzul miktarda misyonere kolayca erişebilecek durumdadır. Tehlike büyüktür.

Üstelik General Sisi, Suudi Arabistan için arayıp da bulamayacağı bir nimet olmuştur. Mısır’ın yeni güçlü adamı, Sedat ve Mübarek gibi eski liderlerden ve kendinden önceki Yüksek Askeri Konsey başkanı Tantavi’den farklı olarak Batıcı-laik bir konumdan ziyade İslami etkiler altındadır. Mursi’nin de bütün generaller arasından Sisi’yi seçişi bundan dolayıdır elbette. Ama bir ayrıntıyı anlaşılan ihmal etmiştir. Sisi yıllar boyu Mısır’ın askeri ataşesi olarak Suudi Arabistan’da görev yapan, orada çok sayıda ilişki kurmuş biridir! Biz, Mısır ordusunun, 2012 Temmuz ayında, Mursi’nin cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturur oturmaz Tantavi’yi görevden almakla askere yaşattığı yenilginin intikamını almaya o günden kararlı olduğu kanısındayız. Bu bir yana, bizce ordu ve başındaki Sisi, Mursi’nin Anayasal Beyannamesi’nin devasa bir halk hareketiyle karşılandığı Kasım 2012’den itibaren uygun fırsatı kolluyordu. Bu uzun planlama sürecinde Sisi’nin Suudi istihbarat örgütünün başı Prens Bender ile teşriki mesai yapmış olduğuna dair belgeler gelecekte ortaya çıkarsa şaşırmamak gerekir.

Mısır darbesi, Vahhabi-İhvan çelişkisinin yanı sıra, son yıllarda Körfez’in yükselen yıldızı haline gelen Katar’a karşı Suudi Arabistan’ın kendi hâkim pozisyonunu koruma girişimidir ayrıca. Katar, orada yaşayan El Ezher imamı İhvan taraftarı El Karadavi’den El Cezire televizyonuna, seçimler öncesinde İhvan’a oy rüşveti olarak vaad edilen büyük rakamlı yardım paketlerine kadar İhvan’ın hamiliğine soyunmuştu. Şimdi Katar yaralarını sarıyor. Tesadüfen Mısır’daki darbeden bir hafta önce Katar Şeyhi tahtını oğluna bırakmıştı. Genç Şeyh Tamim bin Hamid el Tani’nin bir beyaz sayfa açarak Katar’ın İhvan’a destek politikasını belki terk etmesini, en azından yumuşatmasını bekleyen çoktur. Bunu zaman gösterecek.

Karşı devrim

Türkiye solu Mısır’da yaşanan trajediyi, gözü yaşlı hümanistler gibi ölü sayısı sayarak ölçüyor.  Bizim bildiğimiz sol hareketler insaniyet dernekleri değildir. İşçilerin, emekçilerin, ezilenlerin kurtuluşunu gerçekleştirecek büyük tarihi atılımları hazırlamaya ve zafere ulaştırmaya çalışır, dünyayı o gözlükten görürler.  Dolayısıyla, ölü sayısı tek başına hiçbir şey demek değildir. Evet, 14 Ağustos’tan bu yana, yüzlerce sivili katletti askeri darbenin mimarları. Hükümetin kendi resmi rakamlarına göre bile, bu sayı şimdiden 700’ü aşmış durumda. Evet, toplam ölü sayısı 3 Temmuz’da Mursi devrildiğinden bu yana düşünülürse daha da yüksek. Bu katliamın sözünü etmek, onu kınamak, sivillerin katledildiğine dikkat çekmek Mısır’ın başına tebelleş olmuş darbe hükümetine karşı önemli bir eleştiridir. Ama tek başına hiçbir şeydir.

Mısır’da yaşanan trajedi sadece sivil insanların yüzlerle, belki binlerle öldürülmesi değildir. Unutulmasın ki, Mısır’ın Hıristiyan (Kıpti) halkı İslamcılığın hâkimiyetinde son derecede tehlikeli bir varoluşla karşı karşıya. Son günlerde en az 18 kilise yakıldı. Bu bile geleceğin nasıl büyük bir kitle kırımı tehdidi içerdiğini gösteriyor. Ama sorun sadece tek yanlılık da değil.

Sorun sol hareketlerimizin siyasi hareketler olmaktan çıkmaya doğru yürümesi. Mısır’da aynı zamanda siyasi bir trajedi yaşanıyor. Birincisi, İhvan tabanının ne kadar ciddi bir direniş gücüne sahip olduğu görüldü. Bu koşullarda Mısır iç savaşa kayabilir, belki günümüz Suriye’sine benzeyebilir (son sayımlara göre 100 bin ölü), belki de 1991’den itibaren Cezayir’de yaşanan türden bir gelişmeye sahne olabilir. 1991’de FIS (Front islamique du salut-İslami Selamet Cephesi) adlı bir İslamcı örgüt seçimlerin birinci turunu kazanınca Cezayir hükümeti seçimleri iptal etmişti. Sonuç, 200 bin canın yitirildiği bir iç savaş olmuştu. Yani bugünkü can pazarının katbekat kanlısı. Sol bu olasılık karşısında ne düşünüyor, ne öneriyor? Esas sorun budur.

İkincisi ve daha da önemlisi Sisi hükümeti, adım adım Mısır devriminin çözülmesinin koşullarını hazırlıyor. Karşı devrim ya da eski rejim şimdiden büyük mevziler kazanmış durumda. Darbenin kurdurduğu hükümetin gerici karakterini bu sitede “Devrimi durdurma hükümeti” başlığı altında analiz ettik (http://gercekgazetesi.net/uluslararasi/devrimi-durdurma-kabinesi). Bu yetmedi, büyük katliamın başladığı 14 Ağustos’tan bir gün önce, 13 Ağustos’ta (daha sonra yaşanan katliam tarafından gölgede bırakıldığı için çoğu insanın haberdar bile olamadığı) vali atamaları yapıldı. 27 valinin üçte ikisi asker ya da polis generali, hemen hemen tamamı fülul, çoğu Mısır devrimine karşı ateşli bir mücadele vermiş kişiler! Şimdi de kanlı olaylar bahane edilerek Olağanüstü Hal (Ohal) ilan edildi, 11 saatlik bir gece sokağa çıkma yasağı ihdas edildi. Sokağa çıkma yasağı, geçtiğimiz Şubat ayında da futbol taraftar grupları arasında çatışma olarak sunulan olaylar vesilesiyle Süveyş Kanalı boyunca uzanan üç kentte ilan edilmişti (ama en ufak bir işe yaramamıştı). Buna karşılık, Ohal en son 1981’de, Enver Sedat’ın bir İslamcı suikast sonucunda can vermesinin ardından iktidara gelen Mübarek tarafından ilan edilmiş ve…30 yıl boyunca yürürlükte kalmıştı. Mısır devriminin ana taleplerinden biri Ohal yasasının ilgasıydı. Şimdi Sisi daha önce Mübarek’in kullandığı yetkileri ele geçirmiş durumda. Ve şimdi sembolik anlamı çok yüksek bir olasılıktan söz ediliyor: Mübarek’in serbest bırakılması! Karşı devrim büyük bir moral zafer kazanmış olur o durumda.

Solda kimi ağlaşırken kimi de bayram ediyor. Bunlar arasında darbenin darbe olduğunu ilk günden beri yadsıyan tayfa (Yalçın Küçük, Doğu Perinçek ve benzerleri) şimdi zafer kazandığını iddia ettikleri bir devrimin gözlerinin önünde devrimi tasfiye ettiğini izliyorlar! Mübarek çıkınca da mı bayram edecekler merakımızı celbediyor!

Daha ironik bir olasılıktan söz edelim. Sisi muhtemelen 12 Eylül rejiminin Türk-İslam Sentezi  gibi bir Mısır-İslam Sentezi oluşturacak. Daha da öteye giderek Pakistan’da Ziya ül Hak’ın İslam’ı yoğun olarak kullanan askeri diktatörlüğü türü bir rejim de kurabilir. O zaman görmeli bu ordu taraftarlarını!

Ne var ki, Mısır darbesinden en sivri sonucu muhtemelen soldaki devrim düşmanları çıkaracaktır. “Bakın devrim dediğiniz şey nasıl şiddete yol açtı, nasıl ülkeyi iç savaşa sürüklüyor!” Bunlar her şeyden önce devrimlerin arzu edilmediği takdirde tarihten yok olmadığını unutuyor olacaklar. Devrimi düşünmeyin, istemeyin, o zaman olmaz! Devrimler, nesnel, insanların iradesinden bağımsız toplumsal çelişkilerin sıkıştırması sonucu ortaya çıkan fay kırıklarının ürünü büyük kitlesel olaylardır. Şayet sonuçlarından çok korkuyorsanız o derin toplumsal çelişkileri (yani sınıf toplumunu, bugün esas olarak kapitalizmi) başka yöntemlerle ortadan kaldırın. Yok, kaldıramıyorsanız bizden şikâyet etmeyin. Çünkü ancak devrimciler devrim kampının enerjisini emekçi halkın iktidarına yönlendirirse toplumun altüst oluşundan pozitif bir sonuç çıkar. Eğer kitleler kendi çıkarlarını hâkim kılacak biçimde kendi iktidarlarını kuramazlarsa barbarlık olasılığı artar. Devrimlerde sınıf bağımsızlığının ve devrimci partinin öneminin belirleyiciliği Mısır’da bir kez daha Marksizmin tarihi tezlerini doğruluyor.

Ama bundan da önemli bir şey var. Mısır darbesi, devrimi durdurmaya, kitlenin özgüvene dayalı bağımsız siyasi faaliyetini engellemeye, onu kendi gerici kanallarına akıtmaya kararlı bir eski rejim operasyonudur. Yani darbeyi harekete geçiren güç, devrim değildir, karşı devrimdir. Karşı devrimin marifetlerini ne demeye devrime atfediyorsunuz? Karşı devrimin çeşitli yüzleri ve programları vardır. Bir düzeyde, Mısır devrimini aynen İran devrimi gibi yolundan saptırmaya çalışan İhvan’ın yüzü. Bir düzeyde, Mısır halkı içindeki çeşitli grup ve katmanların İslamcılığa yönelttiği reddiyeyi araçsallaştırarak kendi iktidarını yeniden kurmaya çalışan eski rejimin yüzü. Mübarek’in başbakanı Ahmet Şefik’in başkanlık seçiminin ikinci turunda halkın neredeyse yarısının oyunu almasından Sisi’nin on milyonlarca göstericinin devrimci ruhunun üzerinde iktidara yükselmesine. Ve nihayet bir başka düzeyde devrim kampının içindeki kaşı devrimciler, El Baradey’ler, Amr Musa’lar, Sawiris’ler. Bunların siyasi ataklarını devrime mal etmek mümkün değildir. Devrim kampı tam eski rejimin yerine emperyalizmin ve kapitalizmin süpabı olarak gelmiş olan İhvan iktidarını da yıkacak ve böylece bir işçi-emekçi iktidarının kapısını açacakken (sadece “kapısını açmak”tan söz ediyoruz, çünkü iktidarı gerçekten alma becerisini ve daha önemlisi iradesini gösterebilecek bir önderlik yoktur ufukta), bu kez eski rejim süpap olarak sahneye çıkmıştır. Ulusal Selamet Cephesi’nin uluslararası topluma “meşru” görünebilmek için izlediği taktiklerle başı dönmüş olan halk da teslim olmuştur.

Suudilerin darbeye verdiği büyük desteği açıklayan en önemli faktör de budur. Suudi Arabistan ilk günden beri Arap devriminin karşısında, hiç yalpalamayan bir karşı devrim kalesi olarak bilinçli bir tarzda yükselen ana gücüdür Arap hâkim sınıflarının. Kendi halkını derhal sosyal yardımlarla afyonlamış, Bahreyn devrimini tanklarla ezmiş, Yemen devrimini eski rejimin güçlü adamı Ali Salih Abdullah’ı kitlelerin önüne yem gibi atarak “düzenli geçiş” stratejisiyle durdurmuş, Suriye devrimini paralı askerleri gibi davranan İslamcı ordularla mülksüzlerin elinden çalarak karşı devrim haline getirmiştir. İşte şimdi de Arap devriminin bayrak gemisini, Mısır’ı dize getirmeye adımını atmış oluyor.

Erdoğan, şaşkın ördeğe dönmüş emperyalizmi ve Siyonizmi suçlayadursun. Mısır’da oynanan oyun bir Arap oyunudur. Uluslararası bir iç savaştır. Kaybeden bir yandan İhvan türü İslamcılıktır, ama bir yandan da biziz. AKP gölge boksu ile uğraşadursun. Biz karşı devrimin en faal unsurlarını görmeli, İhvan’ın gericiliği karşısında arkasında Suudi gericiliği olan darbeyi desteklemek yerine işçi sınıfının ve emekçi halkın bağımsızlığını ve kendi çıkarları temelinde örgütlenmesini gündemin başına yerleştirmeliyiz.

Arap devrimi de, Türkiye devrimi de, Akdeniz devriminin bütünü de kazanmak için mutlaka ABD’ye ve İsrail’e karşı mücadele etmek zorunda. Ama aynı zamanda karşı devrimin yerli ve bölgesel odaklarına karşı da amansız bir bağımsızlık mücadelesi vermesi şart. Mısır’ın trajedisi devrim kampındaki siyasi güçlerin bunu hâlâ kavrayamamasında yatıyor.