Yerel seçimlerde rant kavgasına hayır! Sınıfla buluşmaya, sınıfı örgütlemeye, sınıf siyasetini inşa etmeye devam!
31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlere her zaman olduğu gibi düzen partilerinin rant ve ihale kavgası hâkim olacak. Düzen partilerinde sadece belediye başkan adaylıklarında değil özellikle belediye meclis üyeliklerinde de müteahhitler, para babaları ve onları temsil eden avukatları sıraya girmiş durumda. AKP’nin ve CHP’nin başını çektiği, diğer düzen partilerinin kendilerine düşecek kırıntıların peşinde koştuğu bir rant kavgası var.
Rant kavgasının şampiyonları: Ekrem İmamoğlu, Murat Kurum ve diğerleri
Rant kavgasının en ön safında İstanbul Büyükşehir Belediyesi için yarışan Ekrem İmamoğlu ve Murat Kurum bulunuyor. Her ikisi de partilerinin en ünlü müteahhitleri. Ekrem İmamoğlu hâlihazırda Büyükşehir Belediye Başkanı. İstanbul’da altyapı sorunlarından trafiğe kadar halkın temel sorunlarına getirmiş olduğu bir çözüm yok. İmamoğlu AKP’den devraldığı enkazı aynı şekilde bugüne taşıdı. Murat Kurum ise cemaat şirketi olduğu için kapatılan GESTAŞ’tan TOKİ’ye oradan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına uzanan bir kariyere sahip. Başarıları ülkeyi beton yığınına dönüştürmekten, bunu yaparken de kendisi gibi müteahhitlerin ve para babalarının servetine servet katmaktan ibaret. 6 Şubat depremi ise Murat Kurum’un bu karanlık sicilini kanlı hale getirmektedir.
Bu rant kavgası üç aşağı beş yukarı tüm illerde aynen devam ediyor. Tabii ki bu rant kavgası açıktan değil kimlikler ve kimlikçilik üzerinden devam ediyor. Örneğin İzmir’e AKP’den aday olan Hamza Dağ “ben Cumhuriyet çocuğuyum” diye etrafta dolanıyor. İmamoğlu camilerde Kur’an okuyarak seçimlere hazırlanıyor. Ankara’da ise aynı kayıkçı kavgasının bir başka türü var. Düzen partileri halka faşistler arasından faşist beğendirme yarışında. Aynı zamanda her şehirde Kürtlerin oyuna da talipler. Ama Kürtleri eşit gören, Kürdün hakkını gerçekten savunan yok. CHP, Kürtlerin AKP-MHP politikalarına tepkisini kendi lehine kullanmaya çalışıyor. AKP ve MHP ise yanlarına Hüda Par’ı alıp her türlü din istismarını ve mezhepçiliği devreye sokarak oy avcılığına çıkıyor.
Kürt hareketinin kent uzlaşısı da üçüncü yolu da düzen siyasetine çıkıyor
Dem Parti olarak seçimlere girecek Kürt hareketi ise düzen siyaseti ve düzen partileriyle uzlaşmanın farklı yol ve yöntemleri arasında gidip geliyor. Bu yolda CHP’yle yürümenin adı “kent uzlaşısı”, AKP’yle yeni bir açılımın yolunu aramanın adı ise “üçüncü yol” olarak karşımıza çıkıyor. Dem Parti’nin CHP’ye desteği gerçek bir hürriyet mücadelesi perspektifi sunmadığı gibi CHP ile AKP’nin başa baş yarıştığı illerde ayrı aday çıkarması da düzen siyasetinden bağımsız bir tutuma işaret etmiyor. Zira HDP’den Dem Parti’ye sermayenin farklı kanatlarıyla uzlaşma temelinde yürütülen siyasi programda hiçbir değişiklik yok. Kürt illerinde Dem Parti’nin vereceği mücadelenin ise bir başka boyutu var. Burada Dem Parti’nin yerel yönetimler programından ayrı olarak istibdad rejiminin kayyım politikalarına karşı, Kürt halkının siyasi iradesinin gasbedilmesine karşı haklı tepkisini göreceğiz.
Sosyalistler yüzünü işçi sınıfına dönmeli ve düzen siyasetinin dışına çıkmalı
Bu manzara içinde sosyalistlerden bu düzenin ve düzen siyasetinin dışına çıkması beklenirdi. Devrimci İşçi Partisi bu doğrultuda “işçi kentlere işçi başkanlar” perspektifiyle ortak hareket etme çağrısını uzun süredir savunmaktaydı. Çünkü mevcut düzen siyasetine sermayenin çıkarları damgasını vuruyorsa bu düzen siyasetinin dışına ancak işçi sınıfına dayanarak çıkılabilirdi. Ne var ki bu çağrımız hiçbir şekilde karşılık bulmuş değil. Sosyalist hareketin bir bütün olarak siyasetinin merkezine işçi sınıfını almamış olduğu gerçeği ortadadır.
Sosyalistler genelde de yerelde de Menşevikleşmeye devam ediyor
Sosyalist hareketin küçük burjuva bir siyasete yönelmesi, burjuvaziyle demokratik bir uzlaşma hayalini programının merkezine alması anlamında Menşevikleşmesi, yerel seçimlere yaklaşımlarında da son sürat devam etmekte. Türkiye İşçi Partisi pek çok ilde aday çıkarıyor. Ama bu adaylıkların en önemli kriteri CHP’nin ayağına basmamak. Öyle ki Erkan Baş, Özgür Özel ile TİP ve CHP arasında bir koordinasyon mekanizması kurulması için özel bir görüşme yapıyor. Sonra böyle bir koordinasyon olmadığı açıklanıyor ama TİP’in bunu istediği halde CHP’nin yanaşmadığı söyleniyor. Yani TİP düzen siyaseti içinde CHP’nin yamaçlarında kendine yer açmak için girdiği yolda aynı hızla yürümeye devam ediyor. Sosyalist hareket ana gövdesiyle işçi sınıfından kopuk olmaya devam ediyor. “Komünist başkan” lakaplı Dersim Belediye Başkanı Fatih Maçoğlu’nun Kadıköy adaylığı sanki sosyalistlerle işçi sınıfının arasında iyice incelmiş bağı da toptan kopartmak için kasıtlı bir çaba ya da güldürmeyen kötü bir şaka gibi. TKP bu adaylığa sahip çıkarken yaptığı propagandada sosyalistlerin bağımsız tutumunu ısrarla vurgulayarak son seçimlerde Kılıçdaroğlu’na verdikleri desteği unutturmaya çalışıyor. TKP özeleştiri falan yapmış değil. Tam tersine Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi ile CHP’nin sağına hatta İyi Partili isimlere doğru bu yönelişi ileriye taşıyorlar. Ayrıca bu adaylık da öyle CHP’den ayrı durmayı, komünistlerin bağımsız siyasetini falan ifade etmiyor. 2019’da CHP’nin yüzde 66, AKP’nin yüzde 19 aldığı, oylar üçe bölünse bile CHP’nin kazanacağı Kadıköy’de CHP’li burjuvaların canını sıkmayacak, düzen siyasetine renk katacak bir “komünist” adaylık söz konusu. Madem Maçoğlu komünizmi temsil ediyor ve en güçlü adayınız, o zaman neden İstanbul Büyükşehir’de aday göstermiyorsunuz?
Sosyalizmin sınıftan kopartılmasına ve bir kimliğe dönüştürülmesine hayır!
Türkiye sosyalist hareketi, sosyalizmin sınıfsal çıkarlarla buluşması gereken yerlerde yokları oynuyor. Sosyalistlerin kimlik temelinde karşılık bulduğu yerlerde ise (Dersim, Hatay, Kadıköy gibi) kıyasıya bir rekabet almış başını gidiyor. Sert polemikler yapılıyor, karşılıklı suçlayıcı açıklamalar birbirini izliyor. Somut bir program olmaksızın, belediyelerin gerçek bir kamulaştırma yetkisinin dahi olmadığı olgusunu atlayarak ve belediyelerin mevcut burjuva devletinin yerel organları olduğu gerçeğini gizleyerek sosyalist belediyecilik gibi gerici ütopyaları pazarlıyorlar. Yerel mülk sahipleriyle dirsek temasını halkçı belediyecilik gibi içeriksiz söylemlerle kamufle etmeye çalışarak sosyalizmi içi boş bir kimlik etiketine dönüştürüyorlar. Bu anlayışla yol alan sosyalistlerin kazara bir ilçeyi kazanmasının işçi ve emekçiler için bir kazanımı ifade etmesi çok zor. Tam tersine, düzen siyasetinin sosyalistleri kendine kazanması ise çok daha büyük bir olasılık. “Komünist başkan” Maçoğlu’nun yıllar süren Ovacık ve Dersim deneyiminden sonra Kadıköy’den aday olmasından, Dersim’de bir daha seçim kazanamayacak hâle gelmiş olmasından alınacak büyük dersler olmalıdır. Bu söylediğimiz Dersimliler başta olmak üzere geniş bir kesim tarafından bilinen ama konuşulmayan bir gerçekliktir.
Akıntıya karşı kürek çekmeye, sınıfta ve sınıf siyasetinde ısrar etmeye devam!
Yerel seçimlere rant kavgasının damga vurduğu, düzen siyasetinin Kürt hareketini ve sosyalist solu kendi içinde daha fazla erittiği bir süreçte, bu gidişata direnmek, ısrarla ve inatla işçi sınıfının bağrında, işçi sınıfı siyasetini inşa etmek için mücadele etmek gerekmektedir. Genel olarak ülke siyasetinde özel olarak da yerel seçimlerde işçi sınıfını bağımsız bir odak haline getirmek, bugünün koşullarında tek tek siyasetlerin altından kalkabileceği bir iş değildir. Öte yandan sosyalizmin düzen siyaseti tarafından soğurulmasına, sosyalizmin işçi sınıfından büsbütün kopartılarak, modern küçük burjuvaziye dayanan bir kimlik hareketine dönüştürülmesine karşı direnmek vazgeçilmez bir görevdir. Devrimci İşçi Partisi’nin tüm siyasetine olduğu gibi yerel seçimlere yönelik alacağı tutumlara ve atacağı adımlara da bu perspektif yön verecektir.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Şubat 2024 tarihli 173. sayısında yayınlanmıştır.