Trump’ın zaferinin kaynakları
Türkiye’nin ilerici insanları, yüreği solda atanlar, hatta sosyalistler şimdi liberal kalem erbabının ağlaşmalarının kurbanı olacak, Trump’ın ABD başkanlığını yeniden ele geçirmesinin insanlığın ilerici birikiminin büyük bir darbe yemesi anlamına geldiğine inandırılacak, “Joe” Biden-Kamala Harris (“Joe” tırnak içinde çünkü Joseph yerine “Joe” demek Biden işçi ailesinden geliyor diye halkın onun para babalarının adamı olduğuna uyanmamasını sağlamak içindir) kapitalist çetesinin kaybetmesini ilericiliğin kaybetmesi olarak algılayacaktır.
Sözü edilen kapitalist çete, tam 13 aydır Filistin halkının gün ışığında işlenmekte olan bir soykırımda adım adım yok edilmesine destek olan bir çetedir. Bu çete, 2022 Şubat ayından bu yana Rusya’yı yıpratmak, ekonomisini, ordusunu ve halkının moralini zayıflatmak, askerî kapasitesini ölçmek ve zaaflarını anlamak için 30 yıllık bir strateji temelinde ulaşılan Ukrayna savaşını çıkaran, on binlerce Ukraynalı genci ölüme göndererek kendi hedeflerine ulaşmak için bir vekalet savaşına yol açan çetedir. Bu çete, Hint-Pasifik bölgesinin kendisine yanaşan bütün büyük kapitalist güçlerini arkasına alarak kendisine uygun bir anda Tayvan/Güney Çin Denizi çelişkilerini ya da Uygur sorununu ya da Tibet’i ya da Hong Kong’u ya da hepsini birden bahane ederek Çin’e saldırmak için uygun anı kollayan çetedir. Dünyayı yangın yeri haline getirmeyi Amerika’nın ve “Batı uygarlığı”nın kurtuluşu olarak gören çete!
“Küreselleşme” diye göklere çıkarılan ucuz emek yağması döneminde yedek sanayi ordusunu dünya çapında bütünleştirme yoluyla dünya işçi ve emekçileri arasında “aşağıya doğru yarış” yaratan da bunların önceki kuşaklarıdır, Asya’nın ve Latin Amerika’nın (ve çok daha geç olmak üzere Afrika’nın bazı bölgelerinin) işçilerinin rekabeti karşısında Amerikan ve Avrupa işçisinin 200 yılda elde ettiği mevzileri yıkarak onu yoksullaştıran da. “Bütün ülkelerin işçilerini”, Komünist Manifesto’nun savaş nar’asında birleşmeye çağırdığı o sınıfı, zengin emperyalist ülkede de eski sosyalist denen ülkede de yoksul “Üçüncü Dünya” ülkesinde de yoksulluk ve sefalette birleştiren odur.
İnanmayın güzel insanlar, yüreği solda atanlar, ilericiler, ezilenlerden yana olanlar, inanmayın! Bugün onlar kaybettiği için değil Trump gibi bir canavarı kendi içlerinden çıkarttıkları için, işçi ve köylü o çeteden kaçarken Trump’a tutulduğu için üzülün, ama ötekiler kazanamadı, daha iyi olurdu diye değil! Trump bu kapitalist çetenin halka ettiklerinin çarpık ürünüdür. Liberal kapitalizmin ürettiği faşist tehdidin Amerika’daki adıdır.
Nasıl?
Artık Trump’ı çok konuşacağız. Dünyanın en büyük ekonomisine, kendisini izleyen on ülkenin toplamından daha güçlü askeriyesine, en büyük ideoloji fabrikasına (Hollywood) sahip ABD’nin başında bir faşist varsa, başka kimi konuşabilirsiniz?
Ama nasıl konuşacağız? Şimdi dar kafalı, sığ kafalı, boş kafalı hangi yazar varsa, derhal “Trump’ın kazanması Türkiye’yi nasıl etkileyecek?” sorusuyla insanımızın ufkunu dar çıkarların bencil sularına hapsetmeye girişecektir. Reddedin. “İnsanlığa ne olacak?” diye sorun. Sadece insanlığın kaderi tek bir milliyetin, tek bir ülkenin kaderinden daha önemli olduğu için değil. Trump’ın Türkiye’nin geleceğini nasıl etkileyeceği sorusu dünyayı nasıl etkileyeceği sorusuna bağımlı olduğu için. Faşizmin bir dünya savaşını hazırlayacağı, barbarlığa doğru adım atacağı bir evrende Türkiye’nin insanlıktan ayrı, ondan bağımsız çıkarlarından söz edilemeyeceği için.
Bu, burnunun ucunu göremeyen “Türkiye’nin çıkarları” okulunun sorunu oraya hapsetmesine izin vermeyin. “İnsanlığa ne olacak, sen önce onu söyle” deyin. Bakalım ne diyor.? “Trump Türkiye’ye iyi gelecek, Erdoğan’la iyi anlaşabilirler, baksana New York Times bile başyazısında Trump’a örnek olarak Erdoğan’ı gösteriyor” diyene “sen faşizmden yanasın” deyin. “Dünya savaşı çıkaracak adama ne diye olumlu bakıyorsun?” deyin. Ortadoğu’yu İsrail’in çıkarlarına göre yeniden düzenlemeyi gündemine almış adama “Türkiye’nin çıkarları” adı altında Erdoğan’ın çıkarları doğrultusunda nasıl destek veriyor, sorun.
Bugün “Ortadoğu yeniden paylaşılacak, biz de kendimize pay kapalım” korosu nasıl burnunun ucunu göremeyen felaket kargaları ise, “Trump Türkiye’ye iyi gelebilir” diyenler de o derece miyoptur. Nükleer mezarlıkta Türk’ün, Kürdün, Arap’ın, Fars’ın cesetlerinin milliyetini ayıramazsınız.
Neden?
Bir tehlikeyle doğru biçimde savaşmak için önce o tehlikenin nasıl doğduğunu bilmek zorundasınız. Nedeni bilmezseniz, Don Kişot gibi modern dünyanın eski hayat tarzı üzerinde oluşturduğu basınca karşı rüzgâr değirmenlerine saldırırsınız.
Trump’ın zaferinden sonraki ilk yazımızda bilhassa ayrıntılardan, hassas noktalardan, ince analizden uzak duracağız. Esas nedeni sekiz yıldır yazıyoruz. Şimdi de bunu yazacağız. Sekiz yıldır en ince noktaları analiz ettik, şimdi onlardan uzak duracağız. Çünkü gün berrak olma günüdür. İşin aslını bilelim, inceliklerine sonra gireriz.
Trump’ın zaferi çarpılmış, baş aşağı dönmüş bir sınıf mücadelesinin eseridir. 2016’da böyleydi, 2024’te de böyledir. Köktendincilikle, “kültür savaşları” olarak anılan sorunla, eğitimle, ırkla ilgili yanları hep bu sınıf mücadelesi sorununun etrafında dizilmiş, her biri elbette çok önemli ama son tahlilde sınıf sorunuyla ilgisi aracılığıyla etki yaratan faktörlerdir.
Trump’ın zaferi, yaklaşık iki on yıl boyunca (1990’lı ve 2000’li yıllar) süren, adına uyduruk biçimde “küreselleşme” olarak denilen, ulus devletin sözde bütün işlevlerini yitirdiği, ama aslında sermayenin işçi ve emekçileri bilinçli politikalar temelinde bütün dünya çapında (“küresel ölçekte”) rekabet içine soktuğu dönemde, en başta emperyalist ülkelerin işçi sınıfının ve köylülüğünün yaşadığı çöküşün çarpık intikamıdır.
Aşağıda fabrika tarzı üretimde yer alan işçilerin göreli refahının (ortalama gelire göreli gelirlerinin) “küreselleşme” dönemi boyunca nasıl gerilediğinin ABD’ye özgü bir istatistik ifadesini görüyoruz. Bu istatistikte kol emekçisi işçilerin (yukarıdan aşağıya doğru “özel alet ve kalıp yapımı işçileri”, “makine operatörleri”, “metal işleme işçileri”, “kaynakçı-lehimci”) göreli gelirlerinin 1980 ila 2022 arasında nasıl serbest düşüşe geçmiş olduğunu görebiliyoruz.
“Üniversite okumamış beyaz erkek” nüfusun kadın hakları düşmanlığı ve ırkçılık temelli Trump taraftarlığından “Evanjelist” olarak adlandırılan çeşitli kilise topluluklarının Trump’a köktendinci bir yaklaşımla verdiği desteğe kadar birçok unsur gerçektir ama bunlar, temeldeki sınıf şokunun üstyapıda bulabildiği ideolojik-kültürel ifadelerdir.
Eğitim, din, kültür gibi faktörlere bütünüyle bağımsız bir belirleyicilik tanıyan bütün analizler yanlıştır ve aslında derinden derine sınıf çelişkilerini gizlemeye dönük saptırmalardır.
Kim?
O zaman bir soru doğuyor: Tarihî gelişme içinde sayısız devrimin öznesi olan, 20. yüzyılda birçok ülkede kapitalist özel mülkiyeti ilga eden devrimlere yol açan işçi sınıfı ve köylülük bugün neden gerici, hatta faşist bir programın etrafında toplanmıştır? Bunun sorumlusu kimdir?
Bu soruyla birlikte sınıf davranışlarının etkisi sorunundan siyasi aktörlerin etkisine geçiyoruz. Bu konuda, Avrupa ülkelerinde solun (hem sosyal demokrasinin hem komünist denen partilerin) 1968 sonrasında sınıf politikasından kimlik politikasına yönelmesi baş rolü oynamıştır. Bu partiler özellikle 21. yüzyılın ilk on yılında ardı ardına bilinçli biçimde işçi sınıfından koparak yüzlerini kimlik politikalarına dönmüşlerdir. Bunun sonucunda işçi sınıfı yüzünü kendisinin günlük sorunlarına çok daha duyarlı davranan faşist partilere dönmüştür.
Benzer bir süreç Amerika’da da yaşanmıştır. Amerika’da her ne kadar sosyal demokrasiye denk bir tarihî işçi partisi mevcut olmasa da büyük sendikalar (en azından İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra) tarihî olarak bir burjuva partisi olan Demokrat Parti’ye destek vermiştir. Bunun sonucunda son yıllara kadar Demokratlar işçi sınıfını oylarını “cepte keklik” olarak görmüşlerdi. Oysa Trump politika sahnesine girer girmez işçi sınıfı yaygın biçimde ona kulak vermeye başlamıştır. Aynen Fransa’da alt sınıfların Marine Le Pen’e çok güvenle kulak verdiği gibi. Çünkü her ikisi de kimlikçi solun terk ettiği işçi ve köylüye sözde sahip çıkmıştır.
O takdirde, (1) sorunun bir ideolojik-kültürel sorun olmanın ötesinde bir sınıf mücadelesi sorunu olduğu kavrandığında, (2) sol partilerin işçi sınıfını terk ettiği anlaşıldığında, (3) buna karşılık faşist partilerin sınıf partileri imişçesine emekçi sınıfların sorunlarıyla sözde sol partilerden çok daha içli dışlı olduğu tespit edildiğinde, faşizmin yükselişinin esas sorumlusunun kimlikçi sol olduğu ve düğümün solun yeniden biçimlenmesinde yattığı anlaşılır.
Çözüm, post-Leninizmden yeniden Leninist partilere dönmektedir. Post-Leninizm kimlikçiliktir, sınıf politikasını terk etmektir, işçi sınıfı iktidarı için savaşmaktan vazgeçmektir, işçi partilerinin ve elbette devrimci proletarya partilerinin inşasının gerekliliğini yadsımaktır. Leninizm proletaryanın iktidar organı olan partiyi disiplinli tarzda inşa etmek ve koşullar olgunlaştığında proletaryanın iktidarını kurmaktır. Post-Leninizmden Leninizme dönüş, faşizmle mücadelenin de anahtarını verecektir.
Trump’ı ve benzerlerini ancak, ondan bağımsızlaşırken küreselci liberal burjuvazinin Demokrat Partisi’ne kapılmayan, işçi sınıfının devrimci partisini inşaya girişen işçi sınıfı yenecektir.