Trump’a suikast girişiminin anlamı

Trump suikast

ABD’nin bir önceki başkanı ve Kasım ayında yapılacak başkanlık seçiminde Cumhuriyetçi Parti’nin yeniden adayı Donald Trump’a yönelik başarısız suikast girişimi, içinden geçmekte olduğumuz dönemin karakterini, görmek isteyen gözler için bir kez daha açıkça ortaya koymuş bulunuyor. Bu dönemin kendine özgü dinamiğini görmek istemeyen, buna hazır olmayan, bunun gereklerini yerine getiremeyecek kadar kendini yorgun hisseden, anlamak için gerekli bütün Marksist teorik araçlardan kendini toptan yoksun bıraktığı için anlayamayan, her şey İkinci Dünya Savaşı bittiğinden beri on yıllardır nasıl yürüdüyse hâlâ aynı şekilde yürüyecek diye avunan her kim varsa, onun, ya aklını başına toplayarak uyanmak için elden gelen çabayı göstermesi ya da tek bir kişiye bile gelecek hakkında söz söylemeden kenara çekilmesi en doğrusu olur!

Trump’a suikast girişimi kendi başına hiçbir şey demek değildir. Amerika’nın tarihini biraz bilenler, bu ülkenin kapitalizminin özel gelişme tarzının topluma getirdiği hastalıklar dolayısıyla bu tür suikast ve katliamların (ister başarılı ister başarısız olsun) ülkenin tarihinde epeyce yaygın olduğunu hatırlayacaklardır. Köleliği ilga eden İç Savaş’ın (1861-65) büyük önderi Abraham Lincoln, eserini tam kemale ulaştıramadan bir suikastta hayatını yitirmişti. Daha yakında Kennedy ailesinin iki mensubu (biri Beyaz Saray’da otururken, biri başkanlığa aday adayı iken) sırasıyla 1963 ve 1968’de sırrı bir türlü çözülemeyen suikastlara kurban gittiler. “Başkan” demişken Amerika’nın siyahilerinin “başkanlığı”na en yakın önder olan Martin Luther King Jr. da 1968’de, ikinci Kennedy’den iki ay önce bir suikastla katledildi.

Şimdiye kadar saydıklarımızın hiçbiri bir “yalnız kurt” operasyonu değildi. Ama Amerika’nın toplumsal hayatında sadece “kafası bozulduğu için” ya da “adını duyurma” için, “şöhret” dürtüsüyle kitlesel cinayetler işleyen onca insan varken suikastın da kimi zaman bu türün hasta zihninin ürünü olması da şaşırtıcı bir şey olmazdı. Nitekim 1972’de şansı epeyce yüksek sağcı bir Demokrat Parti adayı olan George Wallace, kayıtlara en yüksek olasılık olarak geçen senaryoya göre böyle bir şöhret delisinin kurşunlarına hedef oldu. Wallace hayatının geri kalanını belden aşağıya felçli geçirecekti.

Yani Trump’a yapılan suikastın bir “yalnız kurt” işi olması ihtimalini görmezlikten geliyor değiliz. Ama FBI/Gizli Servis/Adalet Bakanlığı soruşturması bu sonucu verse de biz buna inanmayacağız. Zira şu anda başkan olan Joseph Biden da dâhil olmak üzere, John Kennedy suikastının üzerinden geçen 61 yıl boyunca görev yapmış olan bütün başkanlar, hâlâ cinayet dosyasının bütün belgelerini mahkemelerin incelemesine sunmamakta ısrar ediyorlar. (Buna tabii bir önceki başkan olarak Trump da dâhil.) Trump’a kişisel saiklerle saldırıldığını duyarsanız hep Kennedy suikastının nasıl kasıtlı olarak karartıldığını ve aydınlanmaması için her şeyin yapıldığını hatırlayın. Ve Amerikan sisteminde devlet içinde ya da dışında ne kadar güç odağı varsa, olası suikastçı olarak kafanızdan hepsini geçirin.

Ayrıca, bu suikastta ötekilerin hepsinden farklı bir yön var. Bugün Amerika iki düşman kampa bölünmüş durumda ve bunların adayları arasında 5 Kasım’da yapılacak başkanlık seçimi için kıyasıya bir yarış var. Biden’ın aslında bu yarışı kazanamayacağı neredeyse belli oldu. Trump hemen hemen tek kale oynuyor. Demokratlar Biden’ın direncini çökertip dereyi geçerken at değiştirseler bile yeni bir adayın bu saatten sonra ortada olanları, kararsızları, oy vermeyecek olanları ikna etmesi çok zor. Yani Demokrat Parti bu seçimin muhtemel mağlûbu. Oysa devlet aygıtı şu anda onun elinde. Dolayısıyla, herkesin aklına Trump’a yönelen suikast girişiminin önünün, devletin bazı organlarının gayri meşru kullanımı yoluyla açılmış olabileceği kuşkusu gelecektir. Daha şimdiden başladı tartışma. Belki devletin sömürülenler ve ezilenler nezdinde inanılırlığını yitirmemesi için çok derinleşmeyebilir. Ama daha şimdiden olayda “bir güvenlik boşluğu olup olmadığı” sorusu havada uçuşuyor, bu tartışma medyaya yansıyor. Bu, iddialara ve karşı iddialara yol açacaktır. Yani suikastın sorumlusunu keşfetmek başka defalardakinden de daha zor hale geliyor bugünün somut koşullarında.

Siz, siz olun, olmaz olmaz demeyin. Olmaz olmaz!

Silah

Bu suikastın failinin ve azmettiricisinin ne işine yarayacağı sorusunu artık geride bırakarak biz olayın bugün içinde bulunduğumuz çağın karakteri bakımından ne anlam taşıdığına dönelim. Çağın karakteri bakımından, Devrimci İşçi Partisi’nin 2008’de başlayan Üçüncü Büyük Depresyon döneminin başından beri Türkiye ve dünya soluna anlatmaya çalıştığı genel durumu burada tekrar analize girecek değiliz. “Depresyon” terimiyle ifade edilen bu devasa ekonomik krizin ardında, kapitalizmin çöküş sürecinin yattığı berrak biçimde ortaya konulmuş bulunuyor. Bu çöküşün ise üretici güçlerin toplumsallaşması ve uluslararasılaşması dolayısıyla gerekli olan planlamanın önünde kapitalizmin bir engel olarak yükseldiği gerçeğinde yattığı vurgulanıyor. Gerçek sitesinde faşizmin ve dünya savaşının bugünün esas eğilimleri olduğuna dair irili ufaklı onlarca analiz, değinme, örnekleme bulabilirsiniz. Devrimci Marksizm sitesinde hem depresyonun hem de faşizm ve dünya savaşının yükselişinin barbarlığı bir üçüncü kez insanlığın gündemine somut olarak yerleştirdiğini en ince kıvrımlarına kadar irdeleyen makaleler okuyabilirsiniz. Devrimci İşçi Partisi’nin bütün kongrelerinde alınan kararlarda çağın karakterinin, zaman içinde eklenen veya değişen özgül veçheleriyle birlikte tespit edildiğini görebilirsiniz.

Bizim bu yazıda söylemek istediğimiz çok daha yalın. Dün Pensilvanya’da patlayan silah, bu dönemin bütün gelişmelerine damga vuracak siyasi aracın gelecekte ne olacağını ilan etmiştir. Bundan sonra her ülkede ve ayrıca uluslararası platformlarda orman kanunu geçerli olacaktır. Elbette kapitalist toplumun her şeyi hukuk biçimi altında gizemlileştiren yapısı dolayısıyla silah kullanımı da hukukla ilişkilendirilecektir, ister ülkelerin içinde, ister dünya ölçeğinde. Ama “gücü yeten yetene” denilecek bir döneme girmiş bulunuyoruz. Kapitalizmin kendini kurtarma çabası içinde çırpınırken bütünüyle çelişik bir tarzda geliştirdiği yeni strateji, insanlığı faşizme ve faşizm hâkim olmasa bile dünya savaşına göz göre göre sürüklüyor.

Öyleyse, seçimlerde başarı elde etmek, desteği çok diye burjuva partilerini desteklerken karşılığında bir şeyler beklemek, kendisi gözümüzün önünde faşistlerin sultasına girmeye hazırlanan, bazı ülkelerde (mesela İtalya’da, yarın belki de Fransa’da) en azından formel olarak yönetimi faşistlere kaptırmış veya kaptıracak olan Avrupa Birliği’nin demokrasisinden, insan haklarından, hukukundan medet ummak, sahibine, içine girmiş olduğumuz çağın özellikleri dolayısıyla her zamankinden de daha az yarar getirecektir. Seçimin, demokrasinin, formel hakların, hukukun etkisi hep sınırlı olmuştur. Ama şimdi ancak gerçek mücadele araçlarına ulaşmakta bir yol olduğu ölçüde önem taşıyor.

Örnek verelim ki anlaşılsın. Bir sosyalist parti, bu dönemin özelliklerine göre örgütlenmenin gereklerini yerine getirmekten uzaksa, kazandığı bütün seçim başarıları, yüksek üye ve oy sayısı, sesini topluma bir ölçüde eriştiriyor olması vb. bu dönemde hemen hemen hiçbir anlam taşımayacaktır. Eğer o sosyalist parti, faşizmle esas çarpışabilecek toplumsal aktörün işçi sınıfı ve en başta onun en güçlü taburlarını oluşturan sanayi proletaryası olduğunu anlamamışsa, yani örgütlenmesinde ve üye bileşiminde bu güç hatırı sayılır bir ağırlık taşımıyorsa yarın doğacak büyük krizlerde emekçiye, halka, ezilenlere bir faydası olmayacak demektir.

Eğer bir sosyalist parti faaliyetinin önemli bir bölümünü, işçi sınıfının faşizmin düşman olarak gördüğü sendikalarda bütün engellere ve sorunlara rağmen örgütlenmesine öncülük etmeye ve gerektiğinde destek olmaya ayırmıyorsa, işçi sınıfının hem bir toplumsal güç olarak hem de teker teker faşizmin kurbanı haline gelmesine çanak tutuyor demektir, gücü bu dönemde hiçbir işe yaramaz.

Eğer bir sosyalist parti, örgütlenmede, seçimlerde, parlamentoda, geniş kitleler arasında elde ettiği alçakgönüllü ya da göz kamaştırıcı başarıyı, işçi sınıfından başlayarak, emekçiler, yoksullar, ezilenler, gençlik içinde faşizmin bu dönemde dünya çapında en büyük bela olduğunun, bunun Türkiye’deki her türden tezahürüne karşı mücadele edilmesi gerektiğinin propagandasını ve ajitasyonunu yapmıyorsa o örgütlediği halkı gelecekteki tehlikelere karşı çaresiz bırakıyor demektir.

Eğer bir sosyalist parti kapitalizmin dünya çapında bir sistem olarak çözümsüz bir çöküş sürecine girmiş olduğunu, bunun daha önceki iki dünya savaşı gibi ama bu sefer nükleer silahlarla dolu bir dünyada insanlığı yeni bir dünya savaşına sürüklemekte olduğunu, bu yüzden son dönemde yaşanan Ukrayna savaşı, Gazze soykırımı, Çin-Tayvan gerilimi ve Güney Çin Denizi krizi gibi savaş ve savaş nedeni olabilecek gelişmelerin ardında emperyalizmin bu savaş ihtiyacının bulunduğunu anlatmıyorsa, örgütlediği halkı yakın geleceğin ihtimalleri karşısında bilinçsiz bırakıyor, emperyalizme karşı aralıksız mücadele etme görevini yerine getirmiyor demektir.

Eğer bir sosyalist parti, bütün bunların farkına vararak örgütlenmesini, propagandasını ve ajitasyonunu büyük işçi ve emekçi kitlelerinin, ezilenlerin, gençliğin, yoksulların özsavunma amaçlı bir hazırlığa girmesinin önemine yöneltmiyorsa, yarın büyük saldırılara karşı kitleyi savunmasız bırakacak demektir.

Eğer bir sosyalist parti, bütün ulusların, milliyetlerin, halkların proleterlerinin çıkar ortaklığı zemininde hepsinin öncü gücünü birleştirerek faşizmi ve kapitalizmi dünya çapında alt etmek amacıyla enternasyonal bir işbirliğinin örgütsel kanallarını, en son tahlilde bir dünya partisini yaratma çabasını göstermiyorsa, faşizmin proletaryayı ulusal temellerde bölme stratejisine karşı en güçlü araçtan yan çiziyor demektir.

Trump’a çekilen silah, yarın grevlerde, mahallelerde, okullarda faşistlerin silahlarının patlamasıyla cevaplandırılacaktır. Trump’a çekilen silah, bir yarış başlarken hakemin patlattığı tabanca gibi, Üçüncü Dünya Savaşı’nın habercisidir.

Yukarıdaki resme iyi bakın. Suratından kanlar akan bu faşistin yumruğu havada gösterdiği irade ve kararlılığı gösteremeyen sosyalist, dönemin gereklerini yerine getiremeyecek demektir.