Şükürsüzlük

Levent Dölek Şükürsüz

Erdoğan bir konuşmasında hayat pahalılığından şikâyet eden halkı “şükürsüz” olmakla suçladı. "Halbuki önce elimizdekilere şükredeceğiz sonra daha iyisi, daha güzeli için çalışacağız, mücadele edeceğiz" diye devam etti. Sadece evine ekmek götürebilmek için açlık sınırının altındaki ücretlerle alın teri döken milyonlarca işçiye “isyan etme şükret” diyor. İsyan edersen Allah’a isyan etmiş olursun demeye getiriyor. Lafın gelişi söylenmiş cümleler değil bunlar. Zira Erdoğan’ın bu sözleri bir hafta sonra Diyanet İşleri tarafından Cuma hutbesi haline getiriliyor ve her camide okutuluyor. Tam bir din istismarı örneği!

İşçi ve emekçi hayat pahalılığına karşı isyan ederse neden Allah’a isyan etmiş olsun… Hayat pahalılığına sebep olan politikalardan kim sorumluysa ona isyan eder. Peki siyasetin en yetkili makamlarında oturanlar, yaptıklarının sorumluluğuna Allah’ı ortak etmeye çalıştığında buna ne demeli? İtikadi olarak bunun hükmünü biz bilmeyiz; kendimizi ahkâm kesecek konumda da görmüyoruz. Ama işçi ve emekçiler bu duruma nasıl bakıyorlar, bunu aktarabiliriz.

Türkiye’nin dört bir yanında işçiler mücadele ediyor. Bu mücadelelerde işçilerin en çok öfkelendiği konu patronların “size ben ekmek veriyorum” havalarına girip işçileri nankörlükle suçlamalarıdır. Bu memleketin işçisi böylelerine “rızkı veren Allah’tır” diye cevap verir. Grevlerde, direnişlerde işçilerin bu inançla attığı bir sloganı da sıkça duyarız: “Açlıktan ölmeyiz, biz bu yoldan dönmeyiz!” Bu tavırdaki insanlar için “şükürsüz” diyebilir miyiz? İşçiler karın tokluğuna gece gündüz demeden, pandemide evde kalamadan, sağlıklarından olarak, aile huzurlarını kaybederek çalışırlar ve patronların kasalarını milyarlarla doldururlar. Kimdir nankör?

Bu ülkenin işçisi emekçisi bu sorunun cevabını biliyor ve görüyor. Hatta sarayda oturup bu sözleri söyleme cüreti gösteren kişinin kibrini ve aslında nankörlüğün kendisine yapıldığını ima ettiğini de fark ediyor. Ve saraylardan bakıp tebaası olarak gördüğü halkın şükredip boyun eğeceğini zannedenlerin umduklarının aksine her işçi mücadelesinde, her hak arayışta kula kulluğu reddetmek düşüncesi büyüyor. Emekçi halkımız emin olun ki itikadına bağlı olarak şükrediyor. Ama sana değil! Asla nankör değil! Ama kula kul da değil!

Bu iktidarın icraatlarına şükredecekler yok mu? Var elbette… Mesela Merkez Bankasından yüzde 14 faizle para alıp yüzde 25’le geri devlete borç veren bankalar! 285 dolara işçi sömürerek ihracat ve kâr rekoru kıran sanayiciler! Garantili ihalelerden milyarlar götüren beşli altılı yedili oligarklar ve çeteler! İstibdadın yargıyı kendine bağlamasıyla Mavi Marmara katliamını tek kalemde aklayan İsrail! Cemal Kaşıkçı’yı konsoloslukta öldürüp asit kuyusuna attıktan sonra üstünü ücreti mukabilinde “bağımsız” Türk yargısına kapattıran Suud veliahtı! Türkiye’yi sığınmacılar için toplama kampına dönüştürerek, evlerini başına yıktıkları esmer derili halkları sınırlarından uzak tutabilen Avrupa emperyalistleri! Dolarla koca ülkeyi teslim alan Amerikan emperyalizmi! Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkı bunların arasında yok ve olmayacak! İktidara oy vermiş olsa da hatta AKP’ye ya da MHP’ye üye bile olsa bu memleketin insanı bu zilleti kabul etmeyecek.

Bazı solcular bu toprakların insanındaki “şükür” ve “tevekkül” inançlarını mücadele etmeye engel olarak görürler. Halbuki biz mücadele içinde tam tersine çokça şahit olduk. Din istismarını her daim kullanışlı bir araç olarak kullanan düzen siyasetini acı bir sürpriz bekliyor. Türkiye işçi sınıfının laikliği benimsemediği için mücadele etmediğini zanneden memleketim solcusunu ise tatlı bir sürpriz. Çünkü sınıf mücadelesi yükseldikçe, din istismarı silahını sermayenin, para babalarının ve despotların elinden almakta bir araç olarak laikliğin işçi sınıfı için ne kadar önemli bir ilke ve kazanım olduğunu işçiler daha iyi kavrayacak. Din istismarından vazgeçemeyen sermaye tarafından ilk elde feda edilen laiklik ilkesi sınıfsal çıkarları laiklikten yana olan işçi sınıfında en sağlam zeminini bulacak.      

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Mayıs 2022 tarihli 152. sayısında yayınlanmıştır.