Onların barışı bizim barışımız
Devlet Bahçeli mecliste DEM Partililerle el sıkışmasıyla ilgili olarak “dünyada barışı isterken, kendi ülkemizde barışı sağlamamız lazım” dedi. Daha sonra Devlet Bahçeli bir adım daha atarak Öcalan’ı örgütü tasfiye ettiğini “haykırması” için meclise çağırdı. Gazeteciler bu çıkışı Erdoğan’a sorduğunda “Ortadoğu’da haritalar kanla çizilirken, İsrail savaşı Lübnan’a taşırken iç cephemizi güçlendirmemiz gerekiyor” diyerek Devlet Bahçeli’ye destek veren bir cevap aldılar. Tüm bunlar saray danışmanlarından meclis başkanına uzanan “İsrail Türkiye’ye saldıracak” açıklamalarının ve bu doğrultuda TBMM’de bir kapalı oturum düzenlenmesinin ardından gerçekleşti. Bu tema istibdad medyası tarafından her gün işlenmeye devam etti. Tabii ki İsrail tehdidinin yanı sıra bolca, ABD’nin Türkiye aleyhindeki planlarından bahsediliyor. Şimdi Bahçeli ve Erdoğan’ın Öcalan açılımı iktidarın resmî söyleminde, dış cephede emperyalistlerden ve Siyonistlerden gelen tehditlerin arttığı bir ortamda iç cepheyi tahkim etmek olarak sunuluyor.
İktidarın Öcalan açılımı ne Kürtlerle barış istiyor ne de ABD’yi karşısına alıyor
Devrimci İşçi Partisi de yıllardır meydanlarda ve yayın organlarında “Kürtlerle barış ABD’yle savaş” şiarını yükseltiyor. Acaba Erdoğan ve Bahçeli, Devrimci İşçi Partisi ile aynı şeyi mi söylemeye başladı? Tabii ki hayır! Gerçekte olan şudur: Kapitalizmin büyük depresyonu, emperyalizmin gerileyişi, dünya savaşı dinamiklerinin yükselişi ve Batı Asya (Ortadoğu) gerçekliği kendini dayatıyor. Gerileyen emperyalizm krizden çıkmak için ABD öncülüğünde Rusya ve Çin’i kuşatmayı ve onlara diz çöktürerek sömürgeleştirmeyi istiyor. NATO’nun Ukrayna’da başlattığı savaş bu büyük saldırının ilk ayağı oldu. İkinci ayağını İsrail eliyle Batı Asya’da Gazze soykırımıyla başlattılar. Lübnan’a ve İran’a saldırarak sürdürüyorlar. Tüm bunlar olurken nihai savaş için Çin’e karşı Pasifik’te devasa bir askeri ve diplomatik yığınak yapıyorlar. Emperyalizmin bu cephelerde tek başına askeri güçle zafer elde etmesi mümkün değil. Dolayısıyla emperyalist saldırganlığa direnenleri zor yoluyla ezmenin yanı sıra bölmek, parçalamak, kendi yanında taraf haline getirmek (ya da kazanamadıklarını tarafsızlaştırmak) bunun için kâh tehdit etmek kâh pastadan pay teklif ederek rüşvet vermek gibi politikalara başvuruyorlar.
En yakınımızdaki Kürt halkı, emperyalist saldırganlığın doğrudan hedefi olan Suriye ve İran’ın, ABD işgaliyle dizayn edilmiş Irak’ın ve nihayet bölgede NATO üyesi olma sıfatıyla, ev sahipliğini yaptığı emperyalist üslerle ve Batı emperyalizmi ile köklü ekonomik siyasi bağlarıyla Türkiye’nin orta yerindeki bir coğrafyada yaşıyor. Bu koşullarda emperyalizm bir yandan Kürtlere “ben sizi Türkiye’nin tehditlerine karşı himaye ederim” diyerek Kürtleri kendi askeri yapmaya çalışıyor diğer yanda Türkiye’nin sömürgeci burjuvazisine “Kürt coğrafyasını istiyorsan büyük savaşta benim askerim olacaksın” diyor.
İşte Devrimci İşçi Partisi, tüm bu gerçekliği analiz ederek ABD’nin merkezinde olduğu emperyalist kampa karşı net bir saf tutuyor. Her cephede emperyalizmin ve Siyonist İsrail gibi vekillerinin yenilgisi için mücadele ediyor. Ancak bizler de bu savaşın sadece ordularla kazanılamayacağını biliyoruz. Onlar halkları bölmek ve düşmanlaştırmak için uğraştıkça biz halklar arasında kardeşliği inşa etmeliyiz. Sadece dışarıdaki emperyalist düşmana karşı değil, içerideki işbirlikçi iktidarlarla da mücadele etmeliyiz.
Turgut Özal’dan Bahçeli ve Erdoğan’a emperyalist himaye altında yayılmacı hayaller
Özal döneminde Türkiye’yi Irak’ı işgal planına dahil etmek için Musul ve Kerkük’ü vadeden İkinci Cumhuriyetçi projenin de altında bu emperyalist plan vardır. Öcalan’ın ABD ve İsrail tarafından Türkiye’ye verilmesi de bu planın parçasıdır. Erdoğan’ın yürüttüğü Oslo sürecinden Bahçeli’nin son Öcalan açılımına kadar hepsinin arka planı aynıdır. Türk-Kürt kardeşliği namına söyledikleri halklar arasında birliği değil bölünmeyi arttıracak niteliktedir. Onlar Türk-Kürt kardeşliğini eşitlik temelinde savunmuyorlar. Erdoğan, “Türk’ü ve Kürd’ü İslam’ın şanlı ordusu kılan Allah’ım” dediğinde bunun arkasında yatan zihniyeti gayet iyi biliyoruz. Daha önceki açılım sürecinde Türk-Kürt birlikteliği adı altında, PYD ve ÖSO’nun Esad’a karşı ittifak kurması için uğraştılar. Şimdi Suriye’de ABD ve İngiliz emperyalistlerine sundukları Sünni mezhepçi projeyi yeniden ısıtıp bugün bölgede İsrail’e karşı direniş cephesinin en güçlü bileşeni olan İran’a karşı masaya sürüyorlar.
İşte Devrimci İşçi Partisi’nin “Kürtlerle barış ABD’yle savaş” şiarı tüm bu gerçekliği erkenden görüp analiz ettiğini ve doğru politikayı öne sürdüğünü gösteriyor. Ancak Devrimci İşçi Partisi ile Erdoğan ve Bahçeli aynı gerçekliğe, karşıt taraflardan bakıyor. Onların sloganı “ABD’yle anlaş Kürdistanı paylaş”tır! Erdoğan ve Bahçeli’nin Öcalan açılımının arkasında söylendiği gibi bir “devlet aklı” var ise bu akılda anti-emperyalizmin zerresi yoktur. İsrail’in Gazze’yle başlayıp tüm bölgeye yaymakta olduğu ve ABD’nin tam desteği ile sürdürdüğü saldırı bölgeyi yeniden şekillendirirken Kürt coğrafyasından kendi payını istemek vardır.
İktidar ABD’yi ve İsrail’i tehdit olarak görse onlara bu kadar hizmet etmezdi
Gerçekten ABD ve İsrail’den Türkiye’ye yönelik bir tehdit olduğunu düşünseler çok farklı davranmaları gerekirdi. Örneğin İncirlik’i kapatır, buradaki ABD’ye ait nükleer silahları çıkartırlardı. Siyonist soykırıma kalkan olan Kürecik radar üssünü NATO’nun ve dolayısıyla İsrail’in erişimine kapatırlardı. İsrail’in savaş makinesine petrol, demir, çelik taşımayı bırakırlardı. Trump’ın Rahip Brunson olayında bir tivitle nasıl ekonomiyi çökerttiği hatırlardadır. ABD’den tehdit görseler İngiliz Mehmet’i ekonominin başına getirip ülke ekonomisinin dolar bağımlılığını daha da arttırmazlardı. Nihayet özel olarak Kürt coğrafyası söz konusu olduğunda ABD ve İsrail’i tehdit olarak gören, onların bölgedeki kuklası Barzani’yi el üstünde tutmaz. Yine ABD ve İsrail’in karşısında İran’a yakınlaşmış olan Talabani’yi hedef almaz. Tüm bunların sağlamasını yapmak istersek de İngiltere ve Almanya ile imzalanan Eurofighter savaş uçağı alım anlaşmasına bakmamız yeterli olur. Mevcut iktidarın Türkiye’yi İsrail’le askeri olarak karşı karşıya getireceğine dair en ufak bir olasılık dahi olsa Siyonizmin neredeyse İsrail’den bile daha güçlü etkisinin olduğu Almanya’dan bırakın savaş uçağını mermi dahi alamazsınız!
Kürtlerle barış ABD’yle savaş!
Sonuç olarak biz “Kürtlerle barış ABD’yle savaş” diyoruz. Barışın yolunun halkların eşitliğinden ve kardeşliğinden, emperyalizmin yenilgisinden geçtiğini söylüyoruz. Biz Kürt halkının eşitlik doğrultusundaki haklı ve meşru taleplerine karşı şartlar öne sürmüyoruz. Türk’ün ne hakkı varsa Kürd’ün de olmalı diyoruz. Onlarsa ABD ve İsrail’le anlaşıp Kürt coğrafyasını paylaşma planı yapıyorlar. Kürtlerin haklı ve meşru taleplerine karşı şartlar öne sürüyorlar, kâh şantajla kâh rüşvetle mukabele ediyorlar. Biz, Devrimci İşçi Partisi olarak dış cephede karşımıza emperyalizmi almışız, içeride işçilerin birliği ve halkların kardeşliği temelinde bir cephe inşa etmeye çalışıyoruz. Onlarsa dışarıda emperyalizm ve Siyonizmden yana saf tutmuşlar, içeride işçi sınıfını köleleştirerek emperyalist sermayeye ucuz emek olarak sunmaya ve halkları birbirine düşürmeye çalışıyorlar.