İstibdadın açılımları da kayyımları da operasyonları da emekçi halka karşıdır!
İstibdad rejimi bir yandan MHP ve Bahçeli üzerinden başlattığı, Erdoğan’ın da desteklediğini açıkça söylediği Öcalan açılımını sürdürürken diğer yandan ardı ardına HDP’li ve CHP’li belediyelere kayyım atıyor, gözaltı ve tutuklamalarla, Kürt halkının haklarını savunan kişi ve kurumlar üzerindeki baskısını arttırıyor. Bu gelişmeler birbiriyle çelişiyor gibi görünse de aslında durum öyle değil. Açılım da baskılar da aynı amaç doğrultusunda kullanılan farklı yöntemler. Dolayısıyla öncelikle istibdadın amacını, bu amacın arkasında hangi sınıfsal çıkarlar olduğunu doğru anlamak gerekiyor.
Erdoğan 2023’te ikinci tura kalan seçimlerden Cumhurbaşkanı olarak çıkmış ama ciddi oranda oy kaybetmiştir. Seçimi kazanmak için izlediği seçim ekonomisi enflasyonu azdırmış, devasa bir bütçe açığı ve borç batağı yaratmıştır. Borç yiğidin kamçısı değildir. Borç alan emir alır. Dolayısıyla Erdoğan ekonomide dümeni emperyalizmin mutemedi İngiliz Mehmet’e teslim etmiş, dış politikada izlediği denge politikasında terazinin NATO kefesi ağır basmaya başlamıştır. Erdoğan ve müttefiki Bahçeli, bu şekilde girdikleri yerel seçimlerden hezimetle çıkmıştır.
İstibdad “kent uzlaşısı” eksenini vuruyor ve benimle uzlaşacaksınız diyor!
İşte bu koşullarda giderek halk desteğini kaybedip siyasi gücünü yitirmeye başlayan Erdoğan ve Bahçeli, istibdad rejiminin halk denetiminden bağımsız, keyfî ve baskıcı yönetim mekanizmalarını devreye sokarak iktidara tutunmaya yönelmiştir. Yerel seçimlerin ardından Erdoğan’ın CHP’ye yönelik başlattığı “yumuşama” ve “normalleşme” süreci ile Bahçeli’nin başlattığı Öcalan açılımının buluştuğu bir nokta var. O da son yerel seçimlerde Cumhur İttifakı’na hezimet yaşatan, “kent uzlaşısı” adıyla anılan CHP-HDP/Dem Parti ittifakını bozmaktır. Kemal Kılıçdaroğlu’nun beş benzemezleri bir araya getirdiği, halk arasında karşılığı olmayan, meclise faşist ve siyasal İslamcı gericileri taşımaktan başka bir şeye yaramayan “Altılı Masa” adı altındaki Zihni Sinir projesi fiske vuruşuyla un ufak olmuş dağılmıştır. Ancak CHP ve HDP ekseninde istibdadın baskılarından bunalan şehirli modern küçük burjuvazi ve eğitimli yarı proletarya ile sömürgeci baskı altında ezilen Kürt halkı arasında, hürriyet özlemi ortak paydasında buluşan ve mevcut iktidarı rahatsız eden bir muhalefet dinamiği olduğu açık.
Bu “uzlaşı”nın iki kanadı aslında programatik bakımdan çelişkiler içindedir. Modern küçük burjuvazi Cumhur İttifakı’nın oy potansiyelinin karşısında Kürtlerin oyundan vazgeçemiyor ama Kemalist “üniter devlet” dogmasında ısrar ediyor. Bu, Kürt halkının taleplerinin önünde büyük bir engeldir. Ama koyu istibdad iki tarafı anlık olarak birbirine yaklaştırıyor. Daha önce “seni başkan yaptırmayacağız” çıkışı ile AKP’yle ve Erdoğan’la birlikte değil onu yenerek iktidara gelecek muhalefetle çözüm arayışını öne çıkaran Selahattin Demirtaş, son seçimlerde yönelişini değiştirerek Öcalan’ın çizgisine yaklaşarak “üçüncü yol” lehine tutum açıklamıştı. Buna rağmen “kent uzlaşısı” yönelişi baskın çıktı. Kandil’in AKP-MHP ile uzlaşmaya uzak tutumu, “kent uzlaşısı” yönelişini desteklemesi, Kürt halkının istibdadın baskılarına karşı tepkisiyle buluşarak bu ağırlığın oluşmasında belirleyici oldu. Erdoğan yerel seçimlerin ardından yaz aylarında kapsamlı askeri operasyonlar yapılacağını duyurduğunda bu, Kandil’in askeri yöntemlerle siyasi olarak zayıflatılmasını ve Kürt hareketi üzerindeki ağırlığının azaltılmasını hedefliyordu. Şimdi Bahçeli hem askerî hem de siyasi etkiyi son derece radikal bir Öcalan çıkışıyla yaratmayı hedefliyor.
Yumuşama, normalleşme, açılım bu muhalefeti kırmak için uygulanan havuç politikası ise kayyımlar, operasyonlar, tutuklamalar sopadır. Bu bağlamda CHP-HDP/Dem Parti ittifakının cisimleştiği iki belediye olan İstanbul Esenyurt ve Dersim Ovacık belediyelerine kayyım atanması anlamlıdır. Aynı şekilde sendikal hareket içinde CHP ve HDP/Dem Parti’nin ittifak halinde etkin olduğu DİSK’e bağlı Genel-İş sendikası Genel Başkanı Remzi Çalışkan’a ve yine mevcut iktidara karşı muhalif konumdaki sendikacılara, insan hakları savunucularına yönelik operasyonlar da aynı doğrultudadır.
Bu durumda ne yapılmalı? İstibdad rejimi CHP ile HDP/Dem Parti arasındaki muhalefet dinamiğine saldırdığı için bu ittifakı sadece demokratik haklar bakımından değil, politik olarak da savunmak hatta güçlendirmek gerekir diye düşünenler ise yanılıyor. Çünkü CHP ve HDP/Dem Parti arasındaki “kent uzlaşısı” ekseni toplumun hürriyet özleminde belirli bir karşılık bulmuş olsa da arka planında, CHP tarafında Amerikancı, Avrupa Birlikçi, NATO’cu TÜSİAD burjuvazisinin, HDP/Dem Parti tarafında ise Kürt burjuvazisinin ve toprak ağalarının çıkarları belirleyicidir.
“Kent uzlaşısı” sınıf işbirliğidir, çözüm ise sınıf mücadelesindedir
Dolayısıyla “kent uzlaşısı” bir sınıf mücadelesi odağını değil, sınıf uzlaşması yönelişini temsil eder. Bu yüzden iş, aş ve hürriyet isteyen Kürt ve Türk emekçi sınıfları açısından bir güç değil zayıflıktır. Zira TÜSİAD burjuvazisi istibdadın ekonomide İngiliz Mehmet’in eliyle uyguladığı sınıf saldırısından, dış politikada ABD ve AB eksenine oturan yaklaşımından memnundur ve nemalanmaktadır. Öcalan açılımı bunların üzerine emperyalizmin himayesinde Kerkük petrolüne ulaşmayı da vadetmektedir. Yani geçmiş açılımlar için kullandığımız sıfatla sömürgeci bir “petrol açılımı”dır. Bu vaatlerin Kürt burjuvazisi ve toprak ağalarında da karşılığının olduğunu biliyoruz. Devlet Bahçeli’nin, Ahmet Türk’le görüşebileceklerini söylerken onu, “ağalık vasfına sahip değerli bir şahsiyet” olarak anması boşuna değildir. Dolayısıyla “kent uzlaşısı” çizgisi sınıf işbirliği çizgisidir ve hürriyet mücadelesini başarıya değil, teslimiyete götürür. Kürt halkı açısından ise yukarıda belirtilen nedenden dolayı kent uzlaşısı yalnızca bir kısa dönem taktiği olarak işe yarayabilir. Kemalist “üniter devlet” saplantısı, bu ittifakın daha uzun vadeli bir ömrünün olamayacağını ortaya koyan zayıf halkadır.
İşçilerin birliği ve halkların kardeşliği için emperyalizmden, sermayeden ve devletten bağımsız sınıf siyaseti
İstibdadın gerçek korkusu ise sınıf mücadelesidir. Sınıf mücadelesinin gereği CHP gibi bir burjuva partisiyle işbirliğini değil, ondan kopmayı gerektirir. Bu kopuş sadece siyasette değil sendikal harekette de gereklidir. DİSK Genel-İş’in ve KESK’in uğradığı baskı tüm işçi hareketine yönelik bir gözdağıdır. Türk ve Kürt işçilerinin emekçilerinin ortak çatısı olan emek örgütleri bilinçli olarak hedef alınmaktadır. Öte yandan bu sınıf örgütleri içinde CHP-HDP/Dem Parti ekseni sınıf mücadeleci sendikacılığı değil, sivil toplumculuğu hâkim kılmıştır. CHP’li belediyelerdeki son toplu sözleşme süreçlerinde gördüğümüz gibi, sivil toplumculuğun ürünü olan sendika ve belediye yönetimlerinin işbirliği, işçiyle sendika arasındaki bağı kopartmış, bu da işçi sınıfının çok kıymetli olan bu örgütlerini baskılara karşı zayıf ve kırılgan hale getirmiştir. Dolayısıyla siyasette olduğu gibi sendikal harekette de sınıf uzlaşmacılığından kopmak, düzen partilerinden bağımsızlaşmak elzemdir.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Aralık 2024 tarihli 183. sayısında yayınlanmıştır.