Göçmen ve yerli işçileri birbirine kırdıran provokasyonları boşa çıkar! Emperyalizmin ve sermayenin oyununu boz!

Göçmen ve yerli işçileri birbirine kırdıran provokasyonları boşa çıkar! Emperyalizmin ve sermayenin oyununu boz!

Ekonomik kriz ülkede sınıf çelişkilerini keskinleştiriyor. İşçi ve emekçi kitlelerde hayat pahalılığı, işsizlik ve yoksulluğun getirdiği öfke giderek artıyor. Bu sadece iktidarı değil, burjuva düzen muhalefetini de içine alan tüm sermaye güçlerini fazlasıyla korkutmakta. Bu koşullarda göçmen sorununun ülke gündemini sarması ve siyasi kamplaşmanın merkezine oturması, emekçi kitlelerin dikkatini dağıtması, öfkesini sermayeye değil göçmenlere yöneltmesi, sınıf mücadelesinin birleştiriciliğinin karşısında, ırkçılığın ayrıştırıcı etkisinin hâkim olması iktidarıyla muhalefetiyle tüm düzen siyasetinin işine geliyor. Devrimci İşçi Partisi’nin bu konudaki tutumu nettir. Bu yıl gerçekleştirilen 6. Kongre kararlarında bu tutum ortaya konmuştur. Tüm işçi ve emekçiler sermaye düzeninin oynadığı oyunu görmeli ve kardeş kavgasına karşı sınıf kavgasını yükseltmelidir.

 

Devrimci İşçi Partisi 6. Kongre kararı: “Emperyalizme, sermayeye ve istibdada karşı ekmek ve hürriyet mücadelesinde perspektifler ve görevler!”

“Türkiye’de sayısı giderek artan göçmenlerin emperyalizmin işgal politikası olduğu söyleniyor. Oysa sayısı milyonları geçen göçmenler Türkiye’yi işgal etmek için değil emperyalizmin çıkarlarına paralel olarak Suriye’yi işgal etmek ve Afganistan’da emperyalist işgali sürdürebilmek için Türkiye’yi taşeronlaştırmak üzere vesile yapılmaktadır. İstibdad rejimi kendine biçilen bu misyonu hayata geçirirken AB ve ABD’den daha fazla para koparmak için göçmenleri kendi deyimiyle “Kayseri pazarlığı”nda kullanıyor. Amerikan muhalefeti ise göçmenleri Batı sınırlarından uzak tutmak üzere geri gönderme planları yaparken halkın şoven ön yargılarını kaşıyıp buradan siyasi destek devşirmeye çalışıyor. Sadece işçi sınıfı siyaseti hem göçmenlerin hem yerli işçi sınıfının aynı sistemden kaynaklanan sorunlarına ortak bir yanıt üretebilir. Göçmen ve yerli işçileri birbirine kırdıran provokasyonları boşa çıkararak, emperyalizmin ve sermayenin oyununu bozabilir.

***

Göçmen karşıtlığı, faşizmin Türkiye toplumunda var olan potansiyel etki alanının dışına taşan bir gelişme göstermesine uygun bir ortam sağlamaktadır. MHP, istibdad rejiminin dış politikasına angaje olduğu için göçmen karşıtlığında ihtiyatlı bir tutum izlerken, burjuva muhalefeti saflarında faşizmin meşruiyet alanı kazanmasında göçmen karşıtlığı ciddi bir rol oynamaktadır. Faşist hareket içinden çıkan İyi Parti’ye “AKP’yi geriletmek” savıyla meşru bir muhalefet partisi muamelesi yapan sosyalist solun ve HDP’nin bu gelişmede büyük sorumluluğu vardır. Nitekim göçmen karşıtlığı rüzgârı sadece İyi Parti’nin yelkenlerini doldurmamakta, Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan gibiler aracılığıyla CHP saflarında da faşizan bir ırkçılık gelişmektedir. Ümit Özdağ, Avrupa’daki ön faşist hareketlerin muadili bir partiyi ırkçılığa ve faşizme alan açan bu atmosfer içinde kurmuştur. Erdoğan ve Bahçeli’ye karşı muhalefeti düzen içi, parlamentarist ve kimlikçi bir perspektifle yürüten sosyalistler ve HDP, Millet İttifakı’ndaki müttefiklerinin göçmen karşıtlığına karşı yine kimlikçi bir tavırla karşı çıkmaktadır. Bu tavır sınıfsal çelişkilerin alabildiğine keskinleşmekte olduğu bir süreçte solu emekçi kitlelerden tecrit etmekte ve faşizan eğilimlerin düzen muhalefeti içinde etkinliğini arttırmasına neden olmaktadır.                 

Faşizme karşı mücadele “aşırı sağcılığa” karşı bir solcu kimlik mücadelesi olarak görülürse, gericiliğin kaynağının sermaye düzeninde ve emperyalizmde değil kimlik olarak “Türklük”te ya da “Müslümanlık”ta olduğu zannedilerek hareket edilirse ve nihayet işçi sınıfının milleti sermayeyi tasfiye ederek kendi öncülüğünde yeniden kurma hedefi göz ardı edilirse etkin bir anti-faşist mücadele cephesi inşa etmek mümkün değildir. Faşizm kimlik mücadelesiyle değil sınıf savaşıyla yenilgiye uğratılabilir. Faşizmin iktidara ulaşmak için bir yöntem olarak kışkırttığı kardeş kavgası ancak sınıf kavgasıyla engellenebilir.  

***

Bugün Türkiye göçmen ve sığınmacı sayısı bakımından nüfusuna göreli olarak dünya birincisidir. Bu göçmen nüfusun çoğunluğu, mülteci kamplarında insani yardımlarla yaşamını idame ettirmekten ziyade şehirlerde sanayi ve hizmet sektöründe işçilik yaparak yaşamaktadır. Göçmenler çocuk yaştaki kuşak da dahil olmak üzere Türkiye işçi sınıfının önemli bir bileşeni haline gelmektedir. İstibdad rejimi devasa boyutlara ulaşan bu göçmen nüfusu Suriye ve Afganistan başta olmak üzere Batı Asya, Ortadoğu ve hatta Afrika için bir enstrüman olarak değerlendirmektedir. Aynı zamanda bu nüfus göçmenleri sınırlarından uzak tutmak isteyen Avrupa Birliği’ne karşı güçlü bir koz işlevi görmektedir. Göçmen nüfus, gerek ucuz işgücü gerekse de yedek işsizler ordusunun unsurları olarak işçi sınıfı içinde aşağı doğru rekabeti körükleyerek sermayenin kârlılığını arttırmaktadır. Sermaye sınıfı ayrıca ekonomik kriz dolayısıyla artan sınıfsal çelişkileri göçmen karşıtlığı ile çarpıtma ve yozlaştırma olanağına da kavuşmaktadır. İşçi sınıfının nesnel çıkarları ise tam tersi bir noktadadır. Göçmen karşıtlığı rekabeti arttırır, halkların kardeşliği ise sınıf içinde rekabetin yerine birliğin güçlenmesini getirir. Göçmenlerin yerli işçilerle başta çalışma hakkı olmak üzere eşit hak ve koşullara sahip olması bu anlamda yine yerli-göçmen tüm işçi sınıfının ortak çıkarıdır. Devrimci İşçi Partisi, göçmen sorununa kimlikçi bir perspektiften, sınıf çelişkilerinden soyutlanmış bir insan hakları anlayışıyla yaklaşmaz. Göçmen karşıtlığını kırmanın başlıca yolu sınıf mücadelesini yükseltmektir. Göçmen ve yerli işçilerin kesiştiği her alanda ortak mücadele ve örgütlenme deneyimleri hayata geçirilmelidir. Ancak bu mücadeleler içinde sınıfsal öfke ve tepki çarpık ve yozlaşmış biçimlerden arınarak dosdoğru sermaye düzenine ve istibdad rejimine yönelebilir.    

Yerli ve göçmen işçilerin eşitliğinin en önemli ifadelerinden biri elbette ki vatandaşlıktır. 1917 Ekim Devrimi’nin kurduğu işçi devleti, mülk sahibi ve sömürücü olmayan her göçmeni vatandaşlığa kabul ederken sadece işçi sınıfının evrenselliğini ortaya koymaz. Kapitalist düzende emek arzı işçiler arasındaki rekabeti arttırırken, ücretlerin düşmesi ve işsizliğin artması sonucu doğurmaktadır. Çalışma hakkının dokunulmaz olduğu, iş güvencesinin sağlandığı sosyalist planlamada, kâr için değil ihtiyaç için üretim yapıldığından daha fazla işçi (yerli ya da göçmen) işlerin bölüşülmesi, iş saatlerinin kısalması, daha fazla üretim ve refah demektir. İçinde bulunduğumuz çağda göçmen sorununun gerçek ve nihai bir çözüme kavuşturulması ancak işçi sınıfı enternasyonalizmine dayanan bağımsız bir sınıf siyaseti temelinde ve işçi iktidarıyla mümkün olacaktır.”

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Mayıs 2022 tarihli 152. sayısında yayınlanmıştır.