Başyazı: Bu düzene verecek canımız, kaptıracak hakkımız, düzen partilerine atacak oyumuz yok!

Başyazı: Bu düzene verecek canımız, kaptıracak hakkımız, düzen partilerine atacak oyumuz yok!

Deprem çok şiddetliydi, sarsıntı büyüktü, şehirlerimizi yıkan, on binlerce insanımızın canını alan ise kârı ve rantı insan canının bile önüne koyan kapitalist düzen oldu. Nasıl işyerlerinde kâr için alınmayan önlemler yüzünden yaşanan kazalara iş cinayeti diyorsak, depremde yaşadığımız da bir katliamdı. Bu katliamın tetikçisi müteahhitler ise suç ortağı da sermaye düzeni ve iktidarıdır. Ve hepsi karşımıza çıkıp timsah gözyaşları dökerek “Türkiye tek yürek” yalanını söylemektedir.

Tek yürek olan bir Türkiye varsa o emeğin Türkiyesi’dir! Deprem haberini alır almaz bölgeye koşan, can kurtarmak için en riskli yerlere dalan madencilerin, yardım toplamak için fabrikasında işyerinde seferber olan işçilerin, cebindeki son parayı depremzedelere gönderen yoksul emekçilerin Türkiyesi’dir. Bu Türkiye iktidar sahiplerini, sermayeyi, para babalarını, emperyalistleri korkutmaktadır.

Diğer yandan Türkiye sermayenin elinde, düzen siyaseti aracılığıyla bin parçaya bölünmektedir. Bir kez daha milliyetçilik, ırkçılık, mezhepçilik sermaye düzeninin hizmetindedir. O kadar ki, deprem olalı beri bölgeye yardım için seferber olan Bursa halkını bir futbol maçında depremi yaşayan illerden Diyarbakır temsilcisine karşı ırkçı provokasyonlarla kışkırtmaya çalıştılar. Depremde katliamı yaşayan bir halka karşı NATO mahsulü kontrgerillanın işkence ve cinayetleriyle özdeşleşmiş katillerin-beyaz Torosların pankartlarını açtılar.

Bursa’da Renault fabrikasında o arabaları Türk, Kürt, Laz, Çerkes, Alevi, Sünni işçiler birlikte üretti. O Toroslarla kaçırılıp işkence görenler ve katledilenler sadece Kürtler de değildi. Ekmek mücadelesinin öncüsü işçiler, sendika liderleri, hürriyet için mücadele eden gençler, kadınlar, Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Alevisiyle, Sünnisiyle bu barbarlığın hedefi oldular. Sınıf bilinçli metal işçileri bizim kavgamız din, dil, ırk kavgası değil ekmek kavgası diyor!  Emperyalistler, patronlar, para babaları ve onun emrindeki istibdad rejimi ise “bu halk bölünmeli, parçalanmalı, birbirine düşman olmalı” diyor…

Biliyorlar, birlik olan bir halka boyun eğdiremezler, işini, aşını, haklarını gasbedemezler. 1999 depreminden bir hafta sonra mezarda emeklilik yasasını meclisten geçiren aynı kapitalist barbarlıktır bu. Bugün depremin enkazını fırsat bilip kıdem tazminatına saldırmıyorlarsa iki ay sonra seçim olduğundandır. Emin olun saldıracaklar. 1999’da Ecevit, Bahçeli, Mesut Yılmaz vardı. Bugün Tayyip Erdoğan var. Yarın o ya da başkası olur. Yanına Bahçeli’yi ya da Akşener’i almış olur. Ya da bayrağı Kılıçdaroğlu ve Babacan devralmış olur. Saldıracaklar! Aşımıza, işimize, haklarımıza saldıracaklar! 

İstibdad grevleri yasaklayarak, patronlar işten atarak, Anayasa, yasa, hak, hukuk tanımadan sendikal hakları çiğneyerek bugünden başladılar. Metal işçisi grev yasağını grev yaparak yırttı attı. İnadına sendika diyerek. Birleşerek, mücadele ederek, fabrika işgalleri, grevler, direnişler örgütleyerek bu mücadeleyi daha da yükseltmeliyiz. MKS, Mata, Tüvtürk ve mücadeleye giren her işçiye sahip çıkmalı ve omuz vermeliyiz! İstibdada karşı ekmek mücadelesini hürriyet mücadelesiyle birleştirmeliyiz… Bizi bölen paramparça eden ırkçılığa, mezhepçiliğe, erkek egemenliğine prim vermemeliyiz! İşçilerin birliğini halkların kardeşliğiyle perçinlemeliyiz. Ve bu yolda etiketi ne olursa olsun sermayenin hiçbir partisine asla ama asla güvenmemeliyiz! Düzen siyasetinin bir günde depremi nasıl unutturduğunu, memleketin gündemini nasıl toza dumana katıp karıştırdığını, halkın bilincini provokasyonlarla nasıl zehirlediğini gördük. Devamını ve fazlasını da göreceğiz. Bölünmeyeceğiz! Unutmayacağız! Affetmeyeceğiz!

Depremde yitirdiğimiz canların tek tek hesabı sorulmalı, sermayenin çakallarına en ufak bir hakkımız kaptırılmamalı! Düzen siyasetinin tüm masaları işçi sınıfının yumruğuyla dağıtılmalı. Ekmek ve hürriyet için tek kazanacak aday var o da işçi sınıfı!

Bu yazı Gerçek gazetesinin Mart 2022 tarihli 162. sayısında yayınlanmıştır. Bu yazıyı Gerçek'in podcast hesaplarından sesli olarak dinlemek için aşağıdaki resmin üzerine tıklayın. 

başyazı mart 2023 podcast