On Birinci Emir: Kıvırtmayacaksın!
İnsanda utanma diye bir şey olmayınca, her türlü yalanı söyler, sonra da yalanı ortaya çıkınca dünyanın yüzüne büyük bir pişkinlikle bakar. Dün, 2002’den 2009 Ocak ayına, “one minute” olayına kadar AKP’yi ve Tayyip Erdoğan’ı ABD ve İsrail’in Türkiye’deki ajanı olarak suçlayan ulusalcılardı. Bugün, bütün dünya çapında İsrail’in en bağnaz, en açık sözlü iki savunucusu, ABD emperyalizmi ve Türkiye’deki sözde ulusalcılardır! Hayır, eksik söyledik! Bir de üçüncü müttefikleri vardır: Fethullah Gülen!
AKP ve Tayyip Erdoğan, elbette, İslamcı siyasal hareket içinde, en azından son döneme kadar, iktidarını ABD ve AB'ye bağlanmaya yaslayan bir çizgiyi temsil ediyor. İsrail ile de zaman zaman gerilen ilişkilere rağmen esas olarak dost bir çizgi izlemiştir. Mesele burada değildir. Mesele, kendisi koyu Amerikancı ve Siyonizm dostu olduğu halde, AKP ve Tayyip Erdoğan'ı esas Amerikancı ve Siyonizm yanlısı göstermeye, kendisini ise "ulusalcı" olarak sunmaya çabalayanların yalanlarının bugün patlamış olmasıdır. 2002'den beri sürekli yaptığımız uyarılara kulak asmayarak düne kadar onlara inananlar artık uyanmamakta ısrar ederlerse, bu saflıktan değil, olsa olsa gafletten olabilir!
ABD İsrail'i koruyor
Saptanması gereken ilk nokta şudur: İsrail'in insani yardım filosuna korsanca saldırısı, emperyalist ülkelerce eleştirilmiştir, ama ikiyüzlü tarzda. ABD (ve AB) gerçekte İsrail'e arka çıkmıştır. Bunu, çeşitli biçimlerde saptamak olanaklıdır.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ndeki (BMGK) tartışmanın sonucunda kabul edilen bildiri en önemli kanıttır. Türkiye hükümeti, acilen toplantıya çağırdığı BMGK'da şunları talep etmiştir: (1) İsrail'in kınanması; (2) olayın Birleşmiş Milletler tarafından bağımsız tarzda soruşturulması; (3) sorumluların kovuşturularak cezalandırılması; (4) mağdurlar için tazminat ödenmesi; (5) ablukanın sona erdirilmesi.
ABD bütün bu taleplere direnmiş, BMGK'dan çıkan karar bu yüzden bir orta yol kararı olmuştur. Birincisi, İsrail kınanmamıştır. İsrail'in barbarca saldırısı bile kınanmamış, ölümlere yol açan bütün edimler/eylemler (metnin İngilizce aslında "acts") birlikte kınanmıştır. Yani İsrail askerinin 19 yaşındaki Furkan Doğan'ın başına kurşun yağdırması ile gönüllülerin sopalarla kendilerini ve gemiyi savunması aynı torbaya konulmuştur. İkincisi, ABD Birleşmiş Milletler'in kendi bağımsız soruşturmasını yürütmesine karşı çıkmıştır. Bunun yerine karar metni "derhal, tarafsız, inandırıcı ve saydam bir soruşturma" talep etmektedir. Eğer BMGK bağımsız bir soruşturmayı İsrail'e dayatmazsa, soruşturmanın İsrail devletinin kendisi tarafından yapılacağı açıktır. (Nitekim, İsrail Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Mun'un yaptığı bağımsız komisyon önerisini reddetmiştir.) Yani zanlı ile yargıç aynı olacaktır! "Tarafsız, inandırıcı ve saydam" bir soruşturma! Bağımsız soruşturma olmayınca, cezalandırma ve tazminat hiç olmaz. Ablukanın kaldırılması yerine ise karar Gazze'deki durumun "sürdürülemez" olduğunu saptamaktadır (New York Times, 1 Haziran 2010).
Bütün bu büyük olayların arka planında yatan politik sorunun Gazze'ye uygulanan abluka olduğu, onun ardında da Gazze yönetimini elinde tutan Hamas'ın meşru bir güç olarak kabul edilmemesi olduğu açıktır. Hamas 2006 Ocak ayında seçimleri büyük bir farkla kazanarak Gazze'de yönetime gelmiş, 2007 Haziran'ında ise El Fetih ile arasında yaşanan fiili çatışmadan sonra duruma tek başına el koymuştur. İşte abluka bu tarihten sonra başlamıştır. Yani üç yıldır devam etmektedir! Bunu Aralık 2008-Ocak 2009'da İsrail'in Gazze'de yürüttüğü askeri operasyon izlemiştir. (Bu operasyon üzerine Birleşmiş Milletler'in Yahudi asıllı Güney Afrikalı yargıç Goldstone başkanlığındaki komisyona hazırlattığı rapor, İsrail'in savaş suçları işlediğini saptamaktadır. İsrail'in bugün Mavi Marmara olayı için bağımsız soruşturma istememesini anlamamak mümkün mü?)
Bütün bu gelişmeler olup biterken ABD emperyalizmi, Kuartet (Dörtlü) denen bir mekanizma çerçevesinde, yanına AB'yi, Rusya'yı ve Birleşmiş Milletler'i de alarak, Hamas'ı belirli koşulları kabul edene kadar muhatap olarak görmeyeceğini ilan etmiştir. Bu koşullar, Hamas'ın İsrail'in varolma hakkını kabul etmesi, İsrail'e karşı şiddet eylemlerini reddetmesi ve El Fetih tarafından daha önce İsrail ile imzalanan anlaşmalara uyacağını taahhüt etmesidir. Yani Hamas'ın da El Fetih teslimiyetini kabulüdür! Bu politik tavrın uzantısı olarak ABD ve AB (ve "ulusalcılar"ın pek sevdiği Rusya!) Gazze halkını Hamas'tan soğutmak için uygulanan, ama halkı açlık ve sağlık sorunları ile karşı karşıya bırakan ablukayı desteklemişlerdir. Ablukanın sadece Siyonizmin bir marifeti olmadığı, emperyalizmin de bir suçu olduğu o kadar açıktır ki, AB çapında sistem yanlısı bir "think tank" olan International Crisis Group, Mavi Marmara olayı olur olmaz yayınladığı "Filoya saldırı, çökmüş bir politikanın ölümcül belirtisi" başlıklı bildirisinde, şöyle demiştir (International Crisis Group, 31 Mayıs 2010):
International Crisis Group, İsrail'in Gazze'ye insani yardım taşımakta olan filoya yaptığı, trajik biçimde ölümle sonuçlanan saldırıyı kınar. Aynı zamanda, bu olay Gazze'ye karşı tek sorumlusunun İsrail olmadığı çok daha geniş çaplı bir politikanın kusurunu ortaya koymuştur. Yıllar boyunca, uluslararası topluluğun birçok unsuru Hamas'ı zayıflatma umudu ile Gazze'yi yalıtmayı hedefleyen politikanın suç ortağı olmuştur. Bu politika ahlâki bakımdan dehşet verici ve politik bakımdan kendi amaçladığının tersini yaratacak bir politikadır. Hamas'ın kontrolünü zayıflatmaksızın Gazze halkına zarar vermiştir. Ama başarısızlığı açık olduğu halde sürüp gitmiştir... Uluslararası kınama ve olayı araştırma çağrıları yapmak kolaydır, ama bunu yapacak olanların birçoğu, bugünkü olayların arka planında yatan, Gazze'ye utanılacak biçimde muamele edilmesinde kendi rollerini kabul etmelidir.
Burada AB'ye bayılan sol liberallere ve Rusya'ya bayılan ulusalcılara epeyce ders vardır, ama esas sorumlunun onları da yanına alarak bu çizgiye önderlik eden ABD olduğunu unutmadan. Bugün BMGK'dan ablukanın sona erdirilmesi kararını çıkarttırmayarak onun yerine Gazze'deki durumun "sürdürülemez" olduğunu yazdıran ABD, aslında Kuartet'in son bir yıldır zaten benimsemiş olduğu çizgiyi muhafaza etmeye çalışmaktadır: insani yardımın engellenmemesi, ama ablukanın devam etmesi. Daha açıkçası, ambargonun/ablukanın kaldırılmaması, sadece hafifletilmesi (New York Times, 2 Haziran 2010).
New York'ta BMGK'da alınan karara karşıt olarak, BM'nin Cenevre'deki insan hakları kuruluşunda yapılan tartışmada uluslararası bağımsız soruşturma açılması kabul edilmiştir (Cumhuriyet, 3 Haziran 2010). Ama karar 32 ülkenin olumlu oyu ile kabul edilirken, ABD, Hollanda ve İtalya tasarıya karşı oy kullanmış, Fransa, Britanya, Belçika, Macaristan ve Slovakya gibi AB ülkeleri ise oylamaya katılmamıştır. Burada, AB ülkelerinin nasıl hâlâ İsrail ve ABD'nin suç ortakları olduğu açıkça görülmektedir.
ABD'nin İsrail'e sahip çıktığının başka göstergeleri de vardır. Bunlardan biri, ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Philip Crowley'in insani yardım filosunun baş örgütleyicisi İHH'yı Hamas'la görüşmeler yaptığı için suçlamasıdır. Bir başkası, ABD'nin üç-dört önde gelen gazetesinden biri olan Washington Post gazetesinin, ABD yönetiminin İsrail saldırısından olaydan önce haberdar edildiği yorumudur. Nihayet, en önemlisi, Barack Obama'nın Dick Cheney'sinin çıkışıdır. George W. Bush'un yardımcısı Cheney'ye referansla, Obama'nın yardımcısı Joseph Biden'ın dış politikadaki önemini vurgulamış oluyoruz. Biden, Senato'da otuz yıla yakın süre boyunca Dış Politika Komisyonu'nun başkanı olarak bütünüyle Siyonizm yanlısı bir politika izlediğine geçmişte tekrar tekrar dikkat çektiğimiz bir politikacıdır. Bu sefer de rahatlıkla "olayı ne büyütüyorsunuz?" mealinde bir açıklama yapmış, İsrail'in gemilerde arama yapmasının çok olağan olduğunu belirtmiştir (Cumhuriyet, 4 Haziran 2010). Tabii ölümlerden de bunlara yol açan "eylemler" sorumludur, değil mi?
Ulusalcı koro ABD'den ABD'ci!
31 Mayıs'ta yaşanan saldırı olayından bu yana Hürriyet ve Cumhuriyet gazetelerini izleyenler, dehşete düşmemişlerse, ya politikanın abecesini bile anlamayan insanlardır, ya da iflah olmaz derecede ikiyüzlü! Ulusalcı yazarlar korosunun mensupları, AKP hükümetini bu olay vesilesiyle eleştirmekte birbirleriyle yarışmaktadır. Daha da önemlisi, ABD'den bile ABD'ci kesilmişlerdir.
Kim mi bunlar? Cumhuriyet yazarları dışındakilerin listesini o gazetenin yazarı Hikmet Çetinkaya veriyor: Oktay Ekşi, Bekir Coşkun, Emin Çölaşan, Fatih Altaylı, Can Ataklı, Yılmaz Özdil, Fatih Çekirge, Oray Eğin. Bunlara Cumhuriyet gazetesinin bütün yazarlarını eklemek mümkün. Biz şimdilik kendi okuduklarımızın adını verelim: Ali Sirmen, Emre Kongar, Hikmet Çetinkaya, Ümit Zileli, Nilgün Cerrahoğlu. Bir de, Batıcı-laik burjuvazinin "ulusalcı" diye nitelenemeyecek Ertuğrul Özkök tipi yazarları var. Özkök, 31 Mayıs günü Hürriyet "yıldırım baskı" yaptığında İsrail'e giydiriyordu. Ama hemen "ayarını" düzeltti. Ve çevresindeki gazeteci arkadaşlarının hepsinin bu konuda samimi düşüncelerini yazmakta zorlandığını itiraf etti. İsrail'in yarattığı vahşet halkı o kadar hiddetlendirmiştir ki, bu beyler ve hanımlar gerçek duygularını yazamamaktadırlar. Tabii, Batıcı-laik burjuvazi cephesinin radikal ucu olan ulusalcılar hariç. Onlar AKP hükümetini açık açık eleştiriyorlar. İsrail'e taraftar oldukları belli olmasın diye de, yazılarına İsrail'i rüşveti kelam türü eleştirmekle başlıyorlar, ama esas amaçları hükümeti yerden yere vurmak. Bazıları İsrail'i kınama zahmetine bile katlanmıyor!
Tek tek yazarların fikirlerini incelemek yerine ortaya atılan argümanları hızla sayalım: (1) Yardım filosu bir "sivil toplum girişimi"nden ibaret görülemez. AKP'nin bir operasyonudur. (2) Onca Arap ülkesi dururken Türkiye neden Filistin'in savunuculuğuna soyunmuştur? Türkiye Filistin davasının şampiyonu olmamalıdır. (3) Bu yaklaşım "sıfır sorun" politikasıyla bağdaşmaz. Türkiye İsrail karşısında "tarafsız arabulucu" rolünden "sıcak savaşta taraf" rolüne doğru adım atmıştır. (4) Bu açıkça dış politikada eksen kayması demektir. (5) Türkiye Hamaslaşmıştır.
Dikkat edilirse, bunlar bizim hükümete yönelteceğimiz eleştirilerin tam tersi yöndeeleştirilerdir. Hükümetin İsrail filoyu açıkça tehdit ettikten sonra tedbir alarak koruma sağlamaması değil, filonun bizatihi varlığı eleştiriliyor. Hükümetin İsrail'e yeterince tavır almaması değil fazla tavır alması eleştiriliyor. (Bu, aynı zamanda sözde ulusalcıların, Tayyip Erdoğan'ı "Yahudi Cesaret Madalyası" vb. dolayısıyla eleştirmelerindeki ikiyüzlülüğü ortaya koyar. Eğer bugün İsrail'le cephe cepheye gelen AKP hükümetinin bu politikası reddediliyorsa, madalyadan söz etmek bütünüyle saçmadır. Madalyadan ancak biz bahsederiz ve Tayyip Erdoğan'ı bu madalyaya sahip çıktığı için eleştiririz. Siz hem Siyonizme sahip çıkacaksınız, hem de Erdoğan'ı Siyonizmin madalyası dolayısıyla eleştireceksiniz!)
Tek tek argümanları irdelediğimizde, ulusalcıların hem Siyonist İsrail ile ilişkilerin bozulmasına karşı çıktığını hem de Hamas ve Gazze konusunda emperyalizmden de geri bir politikayı benimsediğini görüyoruz.
Yardım filosunun hükümetten bağımsız olmadığı iddiasının hükümet aleyhine bir koz olarak kullanılabilmesi için hükümetin Gazze'de ablukayı kaldırmak amacıyla izlediği politikalara karşı olmak gerekir. Bir an düşünelim ve diyelim ki, "Bu İHH'nın bağımsız işi olamaz, hükümetin de katkısı vardır." Ne olmuş? Gazze halkına yardım ediyorsa, hükümetin bu politikası sözde ulusalcılara neden dert oluyor?
Türkiye'nin Arap ülkeleri dururken Filistin davasını sahiplenmesine karşı çıkmak, bugün, ezilen Filistin halkının kaderine razı olmak anlamına geliyor. Neden Filistinlilerin kaderini gerici Arap rejimleri çizsin ki? Bu ne ırkçılıktır? Neden "Arabın Arap'tan başka dostu yoktur" politikası?
AKP hükümeti, sıfır sorun politikasıyla iki şey yapmaya çalışıyor. Birincisi, AB'nin, Türkiye üyeliğe kabul edilirse, İran, Irak, Suriye vb. ülkelerle sınırdaş olacağı, bu yüzden de savaşlara girebileceği korkusu karşısında böyle bir tehlikenin kalmayacağı bir durum yaratmaya çalışıyor. İkincisi, bölgenin siyasi liderliğini ele geçirmeye çalışıyor. İlki bakımından bu son olaylar "sıfır sorun" politikası ile çelişmez. Çünkü çatışma korkusu İsrail'le ilgili değildir. İkincisi bakımından ise Mavi Marmara olayı ile birlikte Türkiye bölge liderliğinde büyük bir avantaj sağlıyor. Tabii, gerici ve ABD yanlısı rejimlerin bu ataktan rahatsız olduğu doğrudur. Ulusalcılar burada Suudi Arabistan ve Körfez şeyhlikleri ile de nesnel bir ittifak içindedir!
Ama en önemlisi "eksen kayması" argümanı ve "Hamaslaşma" iddiasıdır. Bunların ilki "ulusalcılar"ın Türkiye'nin "Batı ittifakı"nda kazık çakmasını istediğini gösterir. İkincisi ise ABD ile bu somut olayda dahi ne kadar ittifak içinde olduklarını. Unutmayalım, ABD yönetiminin Mavi Marmara baskınında İsrail'e arka çıkmak için kullandığı en önemli argümanlardan biri, İHH'nın masum bir insani yardım kuruluşu olmadığı, Hamas ile temas içinde olduğudur. İsrail daha da ileri giderek İHH'nın Hamas doğrultusunda bir örgüt olduğunu ima etmiştir. (Ama aynı zamanda Mavi Marmara'daki gönüllülerin sadece pasif direnişte bulunacaklarını öngördüğünü söyleyerek kendiyle çelişmiştir. Eğer bu insanlar İsrail'e göre bir "terör örgütü" olan Hamas ile aynı çizgiyi paylaşıyorsa, neden pasif direnişle yetinsinler?) Bizim sözde ulusalcılarımız ise daha ileri giderek sadece İHH'yı değil AKP hükümetini de Hamasçı ilan etmektedirler!
İHH hakkında söylenenler bir yana, sorunun politik temeli Hamas'ın meşru kabul edilmemesidir. Gazze'ye uygulanan ambargonun/ablukanın temeli, yukarıda gösterildiği gibi, Hamas'ın ya yola getirilmesi ya da halktan koparılmasıdır. Sözde ulusalcılarımız, AKP hükümetinin Gazze'ye uygulanan ambargoya karşı mücadele etmesine karşı "Hamaslaşma" argümanını öne sürerek, ABD'den de ileri gitmekte, ambargoyu bütünüyle savunmuş olmaktadırlar!
Kıvırtma yarışı
Tayyip Erdoğan, "one minute" olayından sonra da yaptığı gibi, Tevrat'taki On Emir'den altıncısını İsrail'e hatırlattı: "Öldürmeyeceksin!" Buna cevap Keşan'dan geldi. CHP'nin yeni genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Erdoğan'a On Emir'in sekizincisini ("Çalmayacaksın!") ve dokuzuncusunu ("Yalan söylemeyeceksin!") hatırlattı. Kılıçdaroğlu'nun tartışmaya böyle girmesi, insana onun Mavi Marmara ve Gazze konusunda bugüne kadar doğru dürüst hiçbir tavır açıklamamış olduğunu düşündürüyor. Bir yıl içinde yapılacak seçimlerde iktidara geçme iddiasında olan bir partinin genel başkanının Gazze üzerinde uygulanan ambargo konusunda hiçbir şey söylememesini yadırgamamak mümkün değil. Daha önemlisi, Kılıçdaroğlu'nun Fethullah Gülen'in bu konuda söylediklerine ilişkin sorulan soruya verdiği cevap: "Fethullah Gülen'in açıklamalarını okumadım, içeriğini tam olarak bilemiyorum ama bu açıklama tahmin ediyorum ki tartışmalara zemin hazırlayacaktır." Kılıçdaroğlu bu demeci 6 Haziran Pazar günü veriyor. Gülen'in açıklaması Wall Street Journal'da 4 Haziran Cuma günü çıkmış, 5 Haziran Cumartesi günü Türkiye gazetelerinde aktarılmış. Kılıçdaroğlu gazete okumadan mı başbakan olmayı umuyor? Ayrıca, okumadığı açıklamaların "tartışmalara zemin hazırlaya"cağını nasıl tahmin ediyor Kılıçdaroğlu?
Epey bir gecikmenin ardından Kılıçdaroğlu nihayet 8 Haziran Salı günü CHP grup toplantısında yaptığı konuşmanın önemli bir bölümünü son gelişmelere ayırdı. Konuşmasında AKP ve Erdoğan'ın tutarsızlıklarını ortaya koyan Kılıçdaroğlu özetle kürsüde esip gürleyen Erdoğan'ın pratikte hiçbir sonuç elde edemediğini söyledi. Ne kadar manidar ki, uzun konuşmasında söyelemediği tek şey, CHP'nin politikasının ve önerilerinin ne olduğuydu. Kılıçdaroğlu grup toplantısında AKP'yi şu sözlerle eleştirdi:
İsrail büyükelçisi, insani yardım götürülmeden önce defalarca basın toplantısı yaptı, açıklamalar yaptı. "Göndermeyin, müdahale edeceğiz" dedi. Şimdi, bütün bunlara rağmen, biz, yurttaşlarımızı bindirdik gemilere ve oraya gönderdik. Soru şu: Bu uyarılar hangi gerekçeyle Türkiye Cumhuriyeti hükümeti tarafından dikkate alınmamıştır? İkinci sorumuz şu, bir başka sorumuz: Sivillerin açıkça ölüme gönderilmelerinden kim sorumludur? "Göndermeyin" diyorlar. "Gönderirseniz müdahale edeceğiz" diyorlar. Siz, bizim insanlarımızı gemiye bindirip ölüme gönderiyorsunuz. O zaman Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin varlık nedeni ne? Kendi insanlarını ölüme göndermek midir?
Bizim de Kılıçdaroğlu ve CHP'ye sorumuz şu: Siz olsanız ne yapacaktınız? İsrail'in tehdidini "dikkate alarak" Gazze'ye yardım gemileri gönderilmesine engel mi olacaktınız? Eğer bunu yapmayacaksanız karşı olduğunuzu söylediğiniz Gazze ablukasının kaldırılması için ne öneriyorsunuz? Neden yardımların güvenlik içinde götürülmesi için donanmanın görev alması gerektiğini savunmuyorsunuz?
Bu soruların cevabı Kılıçdaroğlu'nun kendisi tarafından ve aynı grup toplantısında verilmiştir. CHP bu süreçte tek bir öneri sunmuştur. Söz yine Kılıçdaroğlu'nun:
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin, İsrail hükümetini kınayan bir karar almasıyla ilgili hükümetin girişimleri vardı. Bu girişimleri savunduk ve mutlaka Birleşmiş Milletlere Güvenlik Konseyinin bu konuda bir karar almasını hükümetin sağlamasını ve bu süreçte de Amerika Birleşik Devletlerinin de ikna edilmesini söylemiştik.
İsrail'in en büyük hamisi olan ve son katliamda dahi olabilecek en açık biçimde İsrail'i destekleyen ABD ikna edilmeliymiş. Ya ikna olmazsa? ABD emperyalizmini ve İsrail Siyonizmini gerçekten karşınıza almaya hazır mısınız?
Biz Kılıçdaroğlu'na bir On Birinci Emir önerelim: "Kıvırtmayacaksın!" Halk karşısında kıvırtan halkın derdine deva olamaz!
Sadece Kılıçdaroğlu mu kıvırtan? Fethullah Gülen'in bütün İslamcı çevrelerde soğuk duş etkisi yaratan İsrail savunusundan sonra "Hocaefendi"nin bütün müritleri kolektif halde kıvırtma hareketleri yapmaya başladılar. Bu sözlerin "tevil"i bütün bir endüstri haline geldi! Tevil, yani "çevir kazı yanmasın"!
Ya Bülent Arınç? "Hocaefendi her zaman olduğu gibi haklı" imiş! "Hocaefendi" Arınç'ın başbakan yardımcısı olduğu hükümete karşı İsrail'i savunmak üzere muhtıra veriyor, Arınç da "yarabbi şükür" diyor! Ertesi gün de kalbinin "vur" dediğini, aklının ise, haydi biz kendi terimlerimizle ifade edelim, "dur" dediğini söylüyor. Arınç bir ruh/akıl yarılması yaşıyor. Fethullah Gülen anlaşılan insanı şizofren bile yapar!
AKP hükümeti İsrail'e sözde karşı!
Türkiye burjuvazisi içinde hangi kampın esas emperyalizm ve Siyonizm yanlısı olduğu bu olayla birlikte artık en görmek istemeyen gözler için bile ortaya çıkmıştır. Genel olarak Batıcı-laik kamp, özel olarak onun radikal vurucu gücü "ulusalcılar" emperyalizm ve Siyonizmle ilişkilere kıskançça sahip çıkmaktadırlar.
Ama bütün bunlar AKP hükümetinin İsrail'e ve Filistin'e ilişkin politikasının doğru ve yeterli olduğunu göstermiyor elbette. AKP hükümeti, Arap ve İslam dünyasında önderliği ele geçirmek amacıyla Gazze meselesinde İsrail karşıtı bir politika izlemektedir. Bunda kuşku yok. Mavi Marmara olayı bir rastlantı değildir, bu bilinçli politikanın mantıksal sonucudur. Ancak AKP hükümetini emperyalizme bağlayan bağlar, Siyonist devlete karşı tavrın tutarlı olmasını engelliyor, sonuç almaya yeterli olacak adımların atılmasını olanaksız kılıyor.
AKP'nin sandalyelerin üçte ikisinden fazlasına sahip olduğu mecliste kabul edilen İsrail karşıtı bildiri, "Türk hükümetinden İsrail ile siyasi, askeri ve ekonomik ilişkilerimizi gözden geçirmesini ve gerekli etkin önlemleri almasını beklemektedir." Ne gözden geçirmesi? Neyi gözden geçireceksiniz, durum belli değil mi? Ortada açık bir durum vardır: Türkiye devleti, Cumhurbaşkanı Gül'ün ve Başbakan Erdoğan'ın kendi ifadeleriyle İsrail'in bölgedeki en önemli dostudur. Bu duruma derhal son verilmelidir! Türkiye İsrail'in en önemli dostu olmaktan çıkmalıdır! Bunun için İsrail elçisi derhal persona non grata (istenmeyen kişi) ilan edilmeli ve ülkesine gönderilmelidir. İsrail ile bütün ilişkiler askıya alınmalıdır. İnsansız keşif uçağı Heron'lar ile ilgili sipariş derhal iptal edilmelidir! 1997 askeri anlaşması ve benzeri belgeler derhal yırtılmalıdır! Türkiye Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu'na, İran'a değil İsrail'e karşı yaptırımlar içeren bir alternatif tasarı sunmalıdır! Gazze üzerindeki ambargo/ablukanın kaldırılması bütün bunların odak noktasına oturmalıdır.
Emperyalizme kölece bağımlı olmayan, dolayısıyla Siyonizme kopmaz bağlarla bağlı olmayan, vicdan sahibi herkes, Mavi Marmara olayından sonra İsrail’in nasıl insanlık dışı bir politikası olduğunu kavramış olmalıdır. Arkasında bölgenin güçlü devletlerinden Türkiye olan insanlara böyle saldıran İsrail devletinin Filistinlilere nasıl saldırdığını, neler yapmaya muktedir olduğunu hayal edebiliyor musunuz?
Mavi Marmara olayı ile birlikte Siyonist devlet dünya halklarının gözü önünde teşhir olmuşken, İsrail’e yüklenmenin tam zamanıdır. ABD’nin Ortadoğu ve Avrasya’daki sürekli savaşına karşı verilecek mücadele şimdi burada düğümlenmiş bulunuyor. Her kim, İsrail’e karşı yaptığı kısmi ataklarda AKP hükümetine karşı emperyalizmi ve Siyonizmi savunursa, emperyalizmin en gerici müttefiki olarak davranmaktadır. Yapılması gereken, AKP hükümetini İsrail’e ve onun emperyalist hamilerine karşı fiiliyatta yeterince mücadele etmediği için eleştirmektir.