Fabrikalar, Tarlalar, Meydanlar, Siyasi İktidar...
Tahrir, Puerta del Sol, Catalunya, Sindagma, Zuccotti Parkı... Dünyanın birçok köşesinde yüzlerce, binlerce “öfkeli” ve “'işgalci” genç, aylardır meydanları zaptedip sesleri çıktığınca haykırıyorlar. Bu ses, artık bir depresyon halini almış olan dünya ekonomik krizine karşı işçi sınıfının büyük mücadelelere girişeceğinin en önemli işaret fişeklerindendir.
Madrid’den Atina’ya, Tel Aviv’den Wall Street’e, oradan 15 Ekim eylemlerine dünyanın birçok köşesinde yüzlerce, binlerce “öfkeli” ve “'işgalci” genç, aylardır meydanları zaptedip sesleri çıktığınca haykırıyorlar. “Bir takım küçük burjuvanın çocukça tepkisi” diye olaya gözlerini kapatanlar bizden uzak olsun.Bu ses, artık bir depresyon halini almış olan dünya ekonomik krizine karşı işçi sınıfının büyük mücadelelere girişeceğinin en önemli işaret fişeklerindendir. Toplumun kimi kesimlerinin daha erken harekete geçmesi veya meydanlarda toplananların sınıf mücadelesinin klasiklerinden olmayan yöntemler kullanmaları bu gerçeği değiştirmez.
Dünya çapında sınıf mücadelesi
Arap ülkelerini kasıp kavuran devrimlere burun kıvırıp, adına haklı olarak “Meydanlar Hareketi” denebilecek bu eylemleri zaaflarına hiç işaret etmeden tek başına kutsayanlar da bizden uzak olsunlar. Yunanistan ve daha da fazla olarak Arap Devrimi, görmek isteyenler için, olayın dünya çapında yürüyen bütünsel bir sınıf mücadelesi olduğuna dair çok net veriler sunmaktadır.
Meydanlar Hareketi'nin taşıyıcıları da -Araplara karşı Siyonizm zehriyle doldurulmuş İsrail halkının içinden çıkıp gelenler de buna dahildir- bu insanlara nazire gibi açıkça Tahrir'e ve Arap Devrimi'ne referans yapıyorlar. Oradaki büyük mücadeleden esinlendiklerini belirtiyorlar. Bununla kalmıyor her yerde kendi emperyalist ülkelerinin bu devrimi yolundan saptırmak için özgürlük ve demokrasi söyleminin sömürüsüne yaslanan ikiyüzlü müdahalelerini teşhir ediyorlar.
İşin daha güzel yanı ise, devrimin Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki zaafları onu olur da bir gün nefessiz bırakırsa Akdeniz'in ve hatta Atlantik'in karşı kıyısından yetişecek bir yardımın hayati önem taşıyacak olmasıdır. Ve kitlelerin ruh durumu şimdiden bu yardıma hazır olduklarını gösteriyor.
Zayıf yanlar
Meydanlar Hareketi’nin en büyük zaafı başlangıçta eylemcilerin işçi hareketine son derece mesafeli durmasıydı. Sindagma Meydanı'na grevci posta işçilerini meydana almamaya çalışan şuursuzluktan bugün eser kalmadı. Her yerdeki eylemlerde çalışanların hakları, ücretler, işsizlik, sendikalarla dayanışma gibi konular ön plana çıkmış bulunuyor. Parlamento dışı partilerle veya gruplarla ortak eylemler gündeme geliyor.
Bu hareketlerin şu ana kadar net bir acil talepler ve bunları devrime bağlayacak bir geçiş talepleri silsilesi inşa edememiş olmaları da onların suçu değil. Bunlar, talepsizlikleriyle, programsızlıklarıyla, örgütsüzlükleriyle adeta başka bir aktörü, sahneye davet ediyorlar.
Kitleyi “yüzde doksan dokuz” vurgusu etrafında birleştirecek talepler ileri sürmek de, kapitalizmin dışına taşan hedefler koymak da, işçi sınıfının ve esasen de onun devrimci öncüsünün tarihsel görevidir. Çünkü yalnızca işçi sınıfının grevler ile üretim araçlarını “kontrol” edebilme ve kolektif çalışmadan gelen örgütlü davranabilme kabiliyeti vardır.
Bu hareketler meydana, üretimden uzak kalmış bir kitleyi ve küçük burjuva unsurları kuvvetli biçimde çekiyor. Sınıfsal konularda muğlaklıkta, net talepler ortaya koyamamada ve siyasal hedeflere dair söylemin zayıf kalmasında bunun da etkili olduğu söylenebilir. Ama kötümser olmak için neden yok.
Kuvvetli yanlar
Çok net programatik hedefleri olmayan, belirli talepler için sonuna kadar direnmektense toplumun dikkatini belirli konulara çekmeye çalışan bu hareketlerin küçümsenecek tarafı kalmamıştır. Çünkü en öncelikli hedeflerine ulaşmışlar, bütün dünyanın dikkatini kapitalizmin yarattığı sorunlara çekmişlerdir. Bununla kalmamış sınıfı harekete geçirmek için bir kıvılcım bile çakmışlardır. Bu hareketin uluslararası eylem günü olan 15 Ekim'de Madrid'de beş yüz bin kişi, Roma'da iki yüz bin kişi yürümüştür. Katılımcıların çoğunun işçiler ve kamu çalışanları olması da, en yüksek katılımın burjuva hükümetlerinin borç krizinin bedelini işçi sınıfına ödetmeye çalışacağı ülkeler olması da tesadüf değildir.
Bu hareketlerin ağırlıklı olarak emperyalist ülkelerde ortaya çıkması oralardaki yaygın siyasal bilinç aşınmasının çirkin doğum lekesini değil, kapitalizmin depresyonunun çekici doğum izini taşıyor. Wall Street işgalcilerinin bir anda popülerleşmesine vesile olan şey, küreselleşme karşıtı harekete damgasını vuran post-modern 'ötekiler' söylemini ters yüz etmesidir.
Bugünkü hareketler, 1990’lı yılların sonu ile 2000’li yılların başındaki “alternatif küreselleşme” hareketinden farklıdır. Onlar kendilerini “toplumun dışına atılanlar” olarak anıyordu, kendi kendilerini marjinal ilan ediyordu. Bugün meydana çıkanlar ise “en zengin yüzde bir” lakabını taktıkları büyük burjuvaziyi marjinal ilan edip “biz yüzde doksan dokuzuz” diyorlar. Toplumu büyük burjuvaziye karşı büyük bir koalisyon olarak birleştirmek istiyorlar.
Üstelik bunu tek bir ülkenin dar sınırları içerisinde yapmayı başından beri düşünmediler. İspanyalı gençler, eylemlerinin daha başında grevlerle önceden ses vermeye başlamış Yunan halkına mesaj attılar: “Yunanlılar uyuyor musunuz?”. Cevap da gecikmemişti.
Neden meydanlar?
Tahrir, Puerta del Sol, Catalunya, Sindagma, Zuccotti Parkı... Meydanlar olgusu nereden çıktı? Olayın birçok yerde Meydanlar Hareketi şeklinde patlak vermesinin de elbette kapitalizmin gelişim biçiminde yatan maddi temelleri var.
Basitçe söylenecek olursa, işçi sınıfı giderek sayıca daha az kişinin bir arada çalıştığı birimlerde emek sürecine dahil olsa da toplam nicelik olarak durmaksızın büyüyor ve megakentlerde yoğunlaşıyor. Bunların önemli bir kısmı da işsizlikle boğuşuyor. Koca bir kent yoksulları kitlesi bunlara ekleniyor.
Nüfüsun megakentlerde yoğunlaşması, yaygın işsizlik ve küçük işyeri birimleri olgusuna sendikal ve siyasi örgütlülüğün asgari düzeye inmiş olması eklendiğinde meydanların önemi ortaya çıkıyor. Daha iki yıl önce Tekel işçileri de üretimle bağları kalmadığı için Ankara'nın göbeğine bir çadırkent kurmak zorunda kalmışlardı. Yoksa dünyanın kalanındaki sınıf kardeşlerine onlar mı örnek oldular?
Polisin Tekel işçilerine ilk günün ardından başlattığı saldırı, eylem toplumdan büyük bir onay alıp meşruiyetini ispatladıktan sonra bıçak gibi kesilmişti. Meydanlar Hareketi de şehirlerde biriken kitlelere bir müjde vaad ettiği için büyük onay alıyor. 2008 gençlik isyanında Yunan gençler de benzer bir onaya nail olmuşlar ancak sınıf hareketiyle birleşememişlerdi. Meydanlar Hareketi büyük kitlelerin özlemlerine işaret ederek bugün yalnızca bir onay almakla kalmıyor; zaman zaman sınıf hareketi içerisinde eriyip onunla bütünleşiyor.
Depresyon ilerledikçe siyaset netleşiyor
Frankfurt'taki eylem Yunanistan'ı kıskaca alan üç büyük güçten biri olan AB Merkez Bankası'nın -diğer ikisi AB ve İMF'dir- önünde yapılıyor. BBC'ye konuşan genç bir Alman öğretmen “Burayı seçtik çünkü biz başka halkların zararına zenginleşiyoruz. AB Merkez Bankası ise bu adaletsiz ve cani sistemi temsil ediyor.” diyor. Yine BBC'nin verdiği habere göre İspanya'daki eylemin ana teması her şeyi ortaya koyuyor: Çalışma saatlerinin azaltılması ile işsizliğe son! İşsizlik olmadan kapitalizm olmayacağına göre, daha ne olsun! Burjuva hükümetlerinin yerine getiremeyeceği bu son derece mantıklı, son derece insani talep siyasal iktidarın hangi sınıfta olduğu sorununu masanın üstüne koyuyor.
* Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Kasım 2011 tarihli 25. sayısında yayınlanmıştır.