Suriye konferansı: Barışçıl, düzenli ve istikrarlı bir geçiş
1 Nisan günü İstanbul’da toplanan “Suriye Halkının Dostları Konferansı”, hiçbir sorunu çözemeden dağıldı. ABD, Fransa, Arap gericiliği ve Türkiye Beşar Esad’dan sonra ülkeyi yönetecek hükümeti tayin etmeyi umuyorlardı, olmadı. Suriye’ye askeri müdahale için meselenin Birleşmiş Milletler’e tekrar götürülmesinin tarihini belirlemek istiyorlardı, olmadı. Hükümet belli olmayınca ona yönelik yapılacak silah yardımını da karar altına almak mümkün olmadı. Emperyalistler, Arap gericiliği ve Türkiye bütün bu konularda belirli mesafeler kaydettiler, ama istenen sonuç elde edilemedi. Ama bu arada, konferans adına yayınlanan sonuç bildirgesi, yapılmak istenen şeyin ne olduğunu bütün açıklığıyla ortaya koydu: Suriye’de Beşar Esad devrimi yatıştıramadığı için gitmelidir, yerine devrimin iktidara taşıyacağı güçler değil, emperyalizmin maşaları geçmelidir.
Sonuç bildirgesinin iki paragrafı (8. ve 17. paragraflar) Suriye’de amaçlanan siyasi değişimi “barışçıl, düzenli ve istikrarlı bir ekonomik ve politik geçiş süreci” olarak tanımlıyor (vurgu bizim). Devrimci İşçi Partisi, emperyalizmin Arap devrimi karşısındaki şifrelerini Mısır devrimi günlerinden bu yana çözmüş ve okuyucularına aktarmıştır. ABD’nin, Mısır’dan beri, devrimin şiddetle bastırılamaması halinde kullandığı formülün “düzenli geçiş” olduğunu tekrar tekrar belirtmiştir. Bu formülün anlamı, düzenin kurumlarının devrimci tarzda altüst edilmesi yerine adım adım, yumuşak, düzeni sarsmayan tarzda reforma tâbi tutulması, yönetime emperyalizmin çıkarlarıyla uyum içinde olacak politik kadroların getirilmesidir.
İşte Suriye konferansının sonuç bildirgesinde iki kez yer alan yukarıdaki formül, emperyalizmin Suriye’de de bir devrim yaşanmakta olduğunun aklı evvel birçok solcudan daha fazla farkında olduğunun belgesidir. Bu yüzden emperyalizmin bütün amacı Esad’ın yerine devrimci bir iktidarın gelmesini engellemektir. Bildirge bununla kalmıyor. Daha da ileri gidiyor. 8. paragrafında kelimesi kelimesine şöyle diyor: “Politik geçiş esnasında, Suriye’nin kurumlarının muhafaza edilmesi ve reforma tâbi tutulması hayati önem taşımaktadır.” (Vurgu bizim.) Şimdi herkes kendine sormalıdır: Suriye’nin kurumlarının reforma tâbi tutulması anlaşılır da, bu “muhafaza edilme”nin hayati önemi nereden geliyor? Her kim Suriye’de bir devrimci mücadele olmadığını iddia ediyorsa, emperyalizmin bu çok önemli belgesine Suriye’nin kurumlarının toptan yıkılması kaygısının nereden sızdığını açıklamalıdır. Emperyalizm acaba Esad’ın, İran’ın ya da Rusya’nın mı bu işi yapacağından kaygılandı?
Hükümet atanamadı
Bilindiği gibi, emperyalizm Libya’ya saldırmadan önce muhalefeti Ulusal Geçiş Konseyi adını taşıyan bir kurulda birleştirip Kaddafi sonrası hükümeti önceden atamıştı. Aynı şeyi Suriye için de yapmak istiyor. Türkiye’nin himayesinde kurdurtulan Suriye Ulusal Konseyi (SUK) işte bu role aday. ABD ve Türkiye’nin konferansta en önemli amacı, SUK’un Suriye muhalefetinin resmi birleşik temsilcisi olarak kabul edilmesiydi. Başka bir şekilde söylenirse, yeni Suriye rejiminin diplomatik olarak “uluslararası topluluk” tarafından tanınmasının sağlanmasıydı.
Ama ne yazık onlara ki Suriye Libya değil. Libya’da hesapları karıştıran bir devrim yoktu, aşiretler ve bölgeler arası bir hâkim sınıflar içi mücadele vardı. Suriye’de ise bir yandan mülksüzlerin ayaklanması yaşanıyor, bir yandan da Kürt faktörü var. Bu yüzden Suriye muhalefetini evcilleştirmek kolay değil. Devrimci güçler, her geçen gün zayıflamakla birlikte, emperyalizme yamanmayı reddediyor. Birçok orta yolcu güç ise, emperyalistlerin bu mücadeleden galip çıkması ihtimalini bildiği halde, “ya devrim kazanır da ben hain konumunda kalırsam” diyerek SUK’a katılmıyor.
Bush Gülen ekolünün borazanı Zaman, birinci sayfasından yalan söyleyerek halkı aldatmaya çalışıyor. Güya sonuç bildirgesinde yer alan fikirler arasında şu da varmış: “Suriye Ulusal Konseyi, muhalefetin çatısı, halkın temsilcisidir.” Yalan! Bildirge katiyen böyle bir şey söylemiyor. Bir uzlaşma formülü olarak SUK’tan Suriye muhalefetin “meşru bir temsilcisi” olarak söz ediyor, muhalefetin “uluslararası topluluk” nezdinde “önde gelen muhatabı” olduğunu belirtiyor.
Nihayet, konferans Fransa ve Türkiye gibi şahinlerin istediğinden farklı olarak Suriye yönetimine bir “mühlet” vermek yerine, daha temkinli ilerleme taraftarı ülkelerin (en başta Almanya) basıncı ile bir “takvim” tanımlamakla yetiniyor. Yani ipe un sermeye devam!
Türkiye şahinlerin en şahini
“Rejim değişikliği” uluslararası politikada George W. Bush’un Irak politikası ile bir terim haline geldi. Bunun anlamı şuydu: Bir ülkenin rejimi ve hükümeti dışarıdan tayin edilebilirdi! Bu emperyalist anlayış şimdi Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu’nun Suriye’ye karşı saldırganlığında en açık ifadesini buluyor. Erdoğan, konferansta yaptığı konuşmada kelimesi kelimesine şöyle diyor: “Kendi halkına zulmeden bu rejimin iktidarda kalmasını sağlayacak hiçbir planı desteklememiz söz konusu olamaz ve olmamalıdır.” (Hürriyet, 2 Nisan 2012, s. 22) Erdoğan “rejim değişikliği” istiyor. Konferans ise Annan Planı’na destek vererek Suriye’de rejim değişikliği değil, katliamın sona ermesini sağlama kararı almıştır. AKP hükümeti şahinlerin en şahinidir!
Bunun nedenlerini iyi anlamak gerekiyor. Birincisi, “düzenli geçiş” olmazsa, Suriye’nin kurumları “muhafaza” edilemezse bir Kürt devleti kurulacağından korkuyor hükümet. Hem de ABD ve Barzani olmaksızın! İkincisi, İslamcı sermaye Arap dünyasına göz koymuştur. Bölgede hâkimiyet istiyor ki sermayesine olanaklar sağlayabilsin. Üçüncüsü, Erdoğan Ortadoğu çapında başını Suudi Arabistan ile İran’ın çektiği Sünni-Şii çatışmasında Sünni kampın fedaisi rolüne soyunarak avantaj sağlamaya çalışıyor. Yani AKP hükümeti insan hayatıyla falan ilgilenmiyor. İlgilendiği çıkardır, sermaye için fırsatlardır, iktidardır, gericiliğe hizmettir.
Konferansta Erdoğan bir de kendini rezil etmiş. Demiş ki, “Yakın geçmişte Baba Esed’in çok ağır zulmünü yaşamış, çok ağır bedeller ödemiş Suriye halkı, maalesef bu kez de oğul Esed’in zulmüne ve toplu infazlarına maruz kaldı.” (Hürriyet) Madem sen Esad ailesinin Suriye halkı üzerinde kurduğu zalim diktatörlüğün karakterini biliyordun, Beşar Esad ile neden “kardeş” oldun, birlikte Bodrum’da tatile çıktın, birlikte sınırları kaldırmaya kalkıştın? Rejimler ne zamandan beri kişilerin mülkü oldu? Zalimin oğlu geldi diye rejim mi değişmişti?
Kahrolsun emperyalizm, kahrolsun Esad!
Ortadoğu işçi sınıfının ve halklarının, en başta da Suriye mülksüzlerinin çıkarı elbette Esad’ın devrilmesindedir. Ama emperyalizmin devrimi söndürmek için müdahalesinde değil. Onun için Suriye halkına, emperyalizmin ve Türkiye’nin kuklası SUK dışında emekçilerin çıkarı için mücadele eden muhalefet odaklarına destek olmak hepimizin görevi. Maalesef, dünya solu görevini yapamadığı için sorun gittikçe daha çok emperyalizm ile Esad arasında bir sorun haline geliyor.