İsyan ve devrim Asya’dan Afrika’ya sıçrıyor

İsyan ve devrim Asya’dan Afrika’ya sıçrıyor

"Bu olaylarda gençliğin rolü çok belirgin. Bu konuya erkenden dikkat çektiğimizi de hatırlatalım.”

Bu cümle daha 20 gün önce bu sitede yayınlanan “Devrim Hint alt kıtasının kapısını tekrar çaldı” başlıklı yazımızda yer alıyor. O yazıda son aylarda Asya’nın iki ülkesinde (Endonezya ve Nepal) yaşanan iki büyük isyanı ele alıyor, bunları Hint alt kıtası olarak anılan devasa bölgenin iki başka ülkesinde (2022’de Sri Lanka’da ve 2024’te Bangladeş’te) yaşanan dev devrimci ayaklanmalarla bağlayarak Asya’da devrimin ateşinin harlanmakta olduğunu savunuyorduk. Yukarıda alıntıladığımız cümlede referans verilen yazıda ise, bu yeni devrimci dalgada gençliğin nasıl önemli bir rol oynadığını, Bangladeş örneğinin yanı sıra yine aynı dönemde Doğu Afrika ülkesi Kenya’da yaşanan isyan ile bağlayarak ortaya koyuyorduk. 

Aslında bu analizimiz, gençliğin önemini vurguladığımız bu yazıdan sadece dört ay önce (Nisan 2024) yazdığımız ve yeni bir 1968’in yaklaşmakta olduğunu ileri sürdüğümüz bir başka yazımızdan kaynaklanıyordu: “Yeni bir 1968 geliyor, Filistin yeni Vietnam’dır, yeni bir Arap devrimi hazırlanıyor!”. Ama ona çok önemli bir unsur ekliyordu. Yeni bir 1968 öngörüsü Filistin’deki soykırıma karşı 2024 baharında sayısız Amerikan üniversitesine ve bir dizi Avrupa üniversitesine yayılan çadırkent eylemlerinden esinlenmişti. “Yeni 1968 Gençliği Kimdir, Neye İhtiyacı Var?” yazısı ise ilave bir sonuca ulaşıyor:

“Demek ki, 1968’in üniversite gençliğinin yerini almasa bile yanına eklenen bir yeni gençlik beliriyor yeni 1968’in ufkunda. Diplomalı ya da diplomasız yoksullar ve onların henüz üniversite çağında olan kardeşleri! Farkın nedeni açık: 1968 dünya kapitalizminin tarihinde gördüğü en uzun canlı sermaye birikimi dönemlerinden birinin (1945-1975) sonunda, her ülkede ekonomik durum kendi ölçüsüne göre en iyi durumda olduğu bir anda patlak vermişti. Bu dalga kapitalizmin ‘yüzyıllık krizlerinden biri’nin, Üçüncü Büyük Depresyon’un her ülkede yoksulları perişan ettiği bir dönem bağlamında geliyor.”

Bu öngörünün (yeni 1968) ve yeni tespitin (yeni 1968’in öğrencilerden ibaret olmayacağı, yoksul gençliğin ana itici güçlerden biri olacağı) ilk doğrulanması olarak Nepal ve Endonezya’yı ele almıştık. Daha onların tozu dumanı sona ermeden iki ülke daha patladı: Bu kez doğu Afrika’da ada ülkesi Madagaskar ve Arap ve Berber halkların yaşadığı Mağrip ülkesi, hepimizin malûmu Fas, gençlik isyanlarıyla sarsılıp duruyor.

Gen Z, komplo teorileri, yeryüzünün lanetlileri

Bu ülkelerdeki ayaklanmalarının özgül önemine girmeden önce, önemli bir olgu üzerinde durmalıyız. Nepal’deki ayaklanmada gençlik “Gen Z”, yani “generation” sözcüğünün kısaltılmasıyla “Z Kuşağı” adı altında mücadele etmişti. Şimdi hem Madagaskar’da hem Fas’ta sokaklardaki gençlik aynı adı benimsiyor, ayrıca Nepal’de kullanılan ve bir kurukafa ile temsil edilen (kökeni bir Japon manga çiziminde yatan) “korsan” logosunu kullanıyor. Ayrıca öyle anlaşılıyor ki Discord adlı sosyal medya sitesi favori siteleri. Hatta aralarında kendilerine hitap eden politikacılara “gelin Discord’da tartışalım” diyorlarmış. Yani “kapalı kapılar ardında kandıramazsınız bizi, bizim mekânımıza gelin” diyorlar anlaşılan!

Bir sevimli örnek de Güneydoğu Asya’dan. Endonezya’nın komşusu olan Tayland, Malezya, Filipinler gibi ülkelerde gençler komşularında aylardır devletin silahlı güçlerine karşı mücadele etmekte olan yaşıtlarına Grab diye bir uygulamadan yemek yolluyorlarmış. Fransız televizyonunda bunu anlatan uzman, “bu halk hareketleri tarihinde görülmemiş bir olaydır” diyor. Enternasyonal dayanışmanın yükseldiğini vurgulamak güzeldir. Ama bunun öncesi var, biz hatırlatalım. Mısır devriminden dokuz ay sonra Wall Street İşgali hareketi patlak verince, Mısırlı devrimciler New Yorklu yoldaşlarına pizza ısmarlamayı ihmal etmemişlerdi! Endonezya Amerika değil, oranın gençleri herhalde bölgeye özgü pirinç ile fasulye yemeğine talim etmekle meşguldür!

Şimdi bu isyanlar, şakayla karışık söylersek Gen Z enternasyonalizmi, bizim komploseverler kulübünü yine harekete geçirecektir. “Efendim, bunlar, Maocuların yönetiminde olan Nepal’i, Çin’le iyi geçinen Bangladeş başbakanı Şeyh Hasina’yı falan devirmek için George Soros’un, onun Açık Toplum Vakfının, bu vakfın beslemesi olan bir dizi örgütün (Otpor vb.) sun’i olarak tahrik ettiği hareketlerdir. Renkli devrimlerdir. Bunları destekleyen Amerikan emperyalizminin oyununa düşer. Şimdi de Gen Z diye gençliğe çekici gelecek, interneti ustaca kullanan bir senaryo hazırlamışlar. Nepal bunun ilk denemesiydi, başarılı olunca başka ülkelere çengel attılar.”

Türkiye yarı-aydınının düşünce tarzının en zehirli yanlarından biri olan “komploseverlik” daha önce aynı terimlerle devasa bir uluslararası devrim olan Arap devrimi için (hem de her iki turunda da, hem 2011-2013 evresinde, hem de 2018-2019’da) kullanılmıştı. Gezi davasının savcıları da iddianamelerinde bu komplo teorisini Gezi ile başlayan ve bütün Türkiye’ye yayılan halk isyanına karşı kullandılar.

Bu mesele “bir dokun, bin ah işit” halk deyişine yakışır bir politik sorundur. Biz Arap devrimi ile ilgili olarak Türkiye solunun çeşitli akımlarının sözcüleriyle (en başta Sol Parti ve TKP yazarlarıyla) bu konuyu tekrar tekrar tartıştık. (“Tartıştık” sözün gelişi. Türkiye solu tartışmıyor. Sizin ileri sürdüğünüz argüman ve dayanakları görmezlikten gelip kendi bildiğini okuyor.) Yazıyı uzatmamak için burada sadece iki noktaya değineceğiz.

Birincisi, Amerikan emperyalizminin kışkırttığı büyük kitle eylemleri 21. yüzyılın yadsınamaz olgularındandır. “Hah, işte sen de teslim ediyorsun!” diye heveslenecek komploseverlere derhal şöyle seslenelim: “Siz bu kafayla giderseniz ileride Rus devrimi veya Çin devrimi gibi yüzyıllık etkiye sahip gerçek büyük devrimleri bile bir kulpunu bulur ‘renkli devrim’ olarak nitelersiniz. Somut konuşun. Kanıt getirin. Getirirseniz biz de durur sorgularız. Ama her isyanı, ayaklanmayı, devrimi Soros, Açık Toplum Vakfı, Otpor sayıklamalarıyla karalamaya kalkışırsanız sizi halk düşmanı ilan ederiz.”

Renkli devrimlerin nedenleri bellidir, kanıtları da en azından sonradan sızan belgeler (yazışmalar, raporlar, videolar vb.) sayesinde ortaya çıkmaktadır. NATO’nun Belgrad’ı bombalamasını (1999) tamamlayan Sırbistan kalkışması (2000), Gürcistan “Gül Devrim”i (2003), Ukrayna “Turuncu Devrim”i (2005) Kiev’de Maydan ayaklanması (2014), her biri NATO emperyalizminin Rusya’yı kuşatma politikasının parçasıydı. “Sivil toplum” budalaları bunları alkışlarken biz bu gericiliğe her birinde ilk günden karşı çıkmış bir hareketin mensubuyuz. Daha sonra bu tutumuzun doğruluğunu kanıtlayan somut veriler de ortaya çıktı. Maydan’a ilişkin olarak ABD’nin Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland’ın bir videosu (“siktir et AB’yi!”) daha o dönemde yeterli ipucu veriyordu. ABD, Ukrayna faşistleriyle işbirliği dâhil o kadar ileri gitmişti ki AB itiraz ediyordu. Ama şimdi ortaya çıkan videolarda, Maydan’ın bir ABD senaryosuyla düzenlendiği Nuland’ın ve başka ABD yetkililerinin çok daha berrak ifadeleriyle tartışmasız şekilde ortaya çıkıyor. 

Arap devriminde benzer ne oldu ki? Bir sürü palavraya inandınız ama ABD Arap devriminin satrancında Şah değerinde olan Mısır’ın devrimci rejimini deviren El Sisi’yi 2013’ten beri bağrına basıyor. Üstelik, ABD komplosunun İslamcıları başa geçirmeyi amaçladığını iddia ediyordunuz, oysa gerek Mısır diktatörü Mübarek, gerekse Tunus’taki Bin Ali ilki ABD’nin, ikincisi Fransa’nın sözünden çıkmayan alçaklardı. Her iki ülkede de emperyalizm belirli bir aşamada (Mısır’da erkenden, Tunus’ta gecikmeli olarak) emperyalizm yanlılarının İslamcıları ezmesini alkışladı.

Uzatmayacağız. Yeni isyan ve devrim dalgasında “komplo” diye haykırdığınızda somut kanıt göstermedikçe biz de sizi halk düşmanı ilan edeceğiz. Nepal’de iktidardaki “Maocular”ı Çin’in düşmanları düşürdüler diyorsunuz, Şeyh Hasina’yı Çin’le iyi geçindiğinden alaşağı ettiler diyorsunuz. Peki, Fransa’nın eski sömürgelerini yeni-sömürgeci yöntemlerle sürdürmeye dönük “Françafrique” politikasının sadık izleyicisi olan Madagaskar’la ne diye uğraşıyorlar? Veya, en başta Fransa ve İspanya olmak üzere Avrupa Birliği’nin Mağrip’te ve daha genel olarak BAKA (Batı Asya ve Kuzey Afrika) bölgesinde en güvendiği oyuncaklarından olan Fas Kralı VI. Muhammed’in tahtını (aşağılık İbrahimî Anlaşmaları’nı imzalamış dört ülkeden biridir Fas!) neden tehlikeye atsınlar? Önce buniara cevap verin sonra tartışırız.

Bir de büyük halk hareketlerine, özellikle sosyal sorunu, yoksulluğu, işsizliği, kamu hizmetlerini, yani işçi, köylü ve emekçinin sorunlarını merkezî sorun haline getiren hareketleri (Fas, Madagaskar, Nepal, Endonezya doğrudan doğruya, Bangladeş ise bir dolayımla tam da bu tür hareketlerdir) yaklaşım sorunu var.

Dünyanın en zengin finans kapitalistlerinden biri olan, kurduğu Açık Toplum Vakfı dogmatikçe kapitalizmin en vahşisinden yana olan Soros çeşitli ülkelerde halkı yoksulluğa, işsizliğe, sefalete karşı neden kışkırtır ki? Hem de planlı olarak dünyanın çeşitli kıtalardaki en yoksul ülkelerinde hep bir arada? İnsanın son tahlilde şöyle söylemek geliyor içinden: “Bre komploseverler, Soros’un ‘sun’i olarak’ yaptığını söylediğiniz şeyi dünya solu olarak biz ‘doğal yoldan’ bir türlü yapamadık henüz, siz halk sokağa dökülünce halka mı karşı çıkıyorsunuz Soros’a mı anlamak mümkün değil!” Hastalıklı zihninizle yeryüzünün lanetlilerinin mücadelesinin önüne geçmeyin bari! İnsanın Diyojen gibi isyan edeceği geliyor: “Gölge etmeyin, başka ihsan istemez!”

Fas Gen Z

Arap devrimi uyanıyor mu?

Madagaskar hepimizin az bildiği bir ülke. Koskocaman bir ada (31 milyon nüfus), jeostratejik konumu çok önemli bir eski Fransız sömürgesi. Ama bizim burada tanınmaz. Üzerinde çok durmaya gerek yok. Gençliği çok önemli bir çaba içinde. Günde kimi zaman 10-12 saate uzayan, gecenin çok geç saatlerinde nihayet biten, o yüzden annelerin işten eve kapkaranlık sokaklarda saldırıya uğrama korkusuyla yürüyerek evlerine geldikten sonra çocuklarına akşam yemeği pişirme olanağı bulamadığı, öğrencilerin bilgisayarlarını kullanamadığı, ders çalışamadığı, suların uzun süreler boyunca kesildiği, kısacası sefil bir hayat yaşanan, geçmişte kırlar yoksulluğu ile ünlü iken şimdi yoksulluğun ve yoksunluğun kent hayatını tarumar ettiği bir ülkede, bu satırların yazıldığı ana kadar 22 ölü verdikleri halde mücadeleye devam ediyorlar. Gencecik halleriyle kamu çalışanları hareketine (ülkede sanayi yok denecek kadar zayıf) çağrı yaparak genel grev kararı aldırtan, düzen politikacılarına toptan yabancılaşmış olan bu gençlerin mücadelesi hepimizin gönlünde yerini almış durumda.

Ama Fas bizim için bambaşka bir ülke. Bir kere, Fas, gelecekte bizim partimizin önemli uğraklarından biri olacağını umduğumuz Batı Asya Kuzey Afrika (BAKA) Sosyalist Federasyonu coğrafyasının parçası. Ama daha genel olarak bu bölgede yaşanan gelişmelerde her bir ülke diğerlerini kaçınılmaz olarak etkilediği için nesnel nedenlerle de bize yakın.

Bu önem spesifik olarak üç nedenden kaynaklanıyor. İlki, Arap dünyasında Maşrık (Doğu) bölgesi, yani esas olarak Batı Asya felaket dolu bir dönem yaşarken (Gazze’de soykırım, Lübnan’da yaşanan sarsıntı ve Hizbullah’ın silahsızlanması basıncı dolayısıyla yaklaşan felaket, Suriye’de iç savaş ve küçük ölçekli soykırımlar tehdidi, Yemen’de Siyonist bombardımanın tahribatı, İran’da yeni bir Siyonist saldırı tehlikesi vb.), Magrip’te bir devrime doğru açılabilecek bir isyanın patlak vermesi önemli bir umut ışığıdır. Arap dünyasında bir “birleşik kaplar yasası”nın geçerli olduğu daima doğrulanmıştır. Sadece son üç dalgayı hatırlatalım: Nasırcılık da, İslami hareketlerin yükselişi de, Arap devrimi de az ya da çok hızlı biçimde ülkeden ülkeye yayılmıştır. Fas elbette bu dalgalarda hep merkezî bir rol oynamış olan Mısır gibi Arap dünyasında merkezî bir ülke değildir. Tam tersine bir ölçüde ayrıksı yanları olan bir ülkedir. Ama daha evvel de yazdık, Arap dünyasında devletlerin ikiyüzlü deklarasyonlar dışında Gazze soykırımını seyretmekle yetinmesinden kaynaklanan zillete karşı Arap toplumunda bir tepkinin, bir aşağılanma duygusunun içten içe birikmekte olduğu bir dönemde normal zamanlara göre çok daha küçük bir alev büyük bir yangına yol açabilir.

Fas’taki mücadelenin önemli olmasının ikinci nedeni ise yakın tarihin gelişmelerinden kaynaklanan arka plandır. Arap dünyasında 2011-2013 ve (bazı ülkelerde) 2018-2019 devriminin anılarının henüz silinmemiş olduğu bir aşamadayız. Kahire ve Tunus’un, Sana ve Manama’nın 2011 devrimcilerinin büyük bölümü hâlâ 35-40 yaş arasındadır. “Ama Fas?” diyecek olanlara hatırlatalım ki devrimin Arap dünyasında yayılması derece derece ele alınacak olursa Fas da, Mısır, Tunus, Yemen ve Bahreyn’in ardından hemen ikinci kümeye girer. Fas’ta büyük bir kitle hareketi sadece hükümeti değil sarayı da sarsmaya başladığı içindir ki, Kral 9 Mart 2011’de halka hitabında anayasal reformlar yapılacağını, demokratik hukuk ve siyasetin güçlendirileceğini vadetmek zorunda kalmıştır. Ama kitle hareketi buna kanıp beklemeye geçince bir süre sonra yapılan “reformlar” kısmen göstermelik kalmış, kısmen da daha sonra aşınmış, hükmünü yitirmiştir. 

Fas Kralı

Ne var ki Fas’ın son dönem devrimci deneyimi bundan ibaret değildir. Fas’ın Rif bölgesi tarihî olarak belirli özerklik eğilimleri göstermiştir. Ülkenin Berberî (ya da şimdilerde daha çok kullanılan adla Kabil) azınlığının katıldığı, büyük kentlerden de kısmi destek gören ama Rif’te devasa eylemlere yol açan 2016-2017 “Hirak”ı (“hareketi”) 2011 devrimci kabarışının yeniden ruhlarda alevlenmesine yol açmıştır. Faslılar 2011 devrimci atağından söz ettiklerinde kat’iyen Rif’teki isyanı atlamaz. Demek ki bu seferki isyan 14 yıllık bir zaman dilimi içindeki üçüncü kitlesel isyandır. Bunun anlamı şudur: Bugün sokakta polisle kavga etmekte olan gençleri televizyondan izleyen eski kuşak daha önceki mücadele dalgalarında politize olmuş, Kralın reformlarından bütünüyle düş kırıklığına uğradıkları için hâlâ sosyal mücadeleleri özleyen ama onu başlatma cesaretine sahip olmayan insanlardan oluşmaktadır. 2011 devrimcilerinin arkasında böyle bir kitle yoktu. Rif isyancılarının durumu ise bölgesel talepler söz konusu olduğu için zaten daha zayıftı. Şayet bu geleneğin ve eski mücadelelerin kazanımları sayesinde Fas’taki mücadele sarayı yeniden sallarsa Fas’taki hareket bu kez devrimci bir dinamik kazanabilir.

Talihsizlik şuradadır ki, Fas solunun örgütlü güçleri bütün bu yıllar boyunca sefil bir politika izlemişlerdir. Fas’ın İnsan Hakları Derneği’nin Genel Sekreteri, Fransız televizyonunda bir programa bağlanıyor. Fransız sunucu “galiba gençlere politik destek de gelmeye başlamış, PPS desteğini açıklamış” diye soruyor. Daha o konuşurken Tunuslu insan hakları savunucusunun yüzünde alaylı ve acı bir gülümseme. “Vaktiyle Kralın politikasını güdenlerin şimdi iktidardan düştükleri için iktidarı yıpratmak amacıyla böyle ikiyüzlülüğe başvurmaları acı diyor” kendisi 30’lu yaşlarında görünen genel sekreter hanım. Şimdi hazır olun: PPS’nin açılımı Parti du Progrès et du Socialisme. Yani İlerleme ve Sosyalizm Partisi. Bu parti, eskiden Fas Komünist Partisi’nin adını taşıyormuş! 2011’de kitle hareketi solu parlamenter politika alanında güçlendirince ilk defa meclise giriyor ve koalisyon hükümetine girerek çeşitli bakanlıklar alıyor. Sekiz yıl iktidarda kalıyor. Hükümet Rif isyanını aynen başka hükümetler gibi vahşice polis yöntemleriyle bastırırken iktidarda. Fas halkının bugün hâlâ sersefil yaşamasına yol açan ekonomik koşullar devam ederken hep iktidarda. 2019’da hükümet düşüyor, muhalefete geçiyor. 30’lu yaşlarındaki genel sekreter hanımın neden acı acı güldüğünü hepimiz kolaylıkla anlıyoruz herhalde. O 2011 isyan kuşağındandır. Fas’taki mücadelelerde çok önemli bir yeri olan İnsan Hakları Derneği’nin genel sekreteri olduğuna göre kendisi de o mücadelenin içinde yer almış olmalıdır 20’li yaşlarında. Onların oylarıyla parlamentoya giren partinin karşı tarafın politikasını uygulamasının onun ruhunda yarattığı acıyı anlamamak mümkün mü?

Fas’taki Gen Z isyanının öneminin son nedeni, diğer Mağrip ülkeleri açısından bir gösterge olmasıdır. Üç olguyu teker teker göz önüne alalım

Gen Z bütün bu ülkelerde toplam nüfusun yüzde 40 ila 50’si arasındadır. Yani bebekleri, küçücük çocukları, elden ayaktan düşmüş ihtiyarları çıkarırsanız Gen Z faal nüfusun, politik mücadelelere katılabilecek nüfusun belki de yüzde 70-75’idir.

Şimdi ikinci olguya gelelim. Fas’ta Gen Z için işsizlik oranı, sıkı durun, yüzde 47’dir. 

Üçüncü olgu ise şudur: Bu işsizlik geçmişte kısmen de olsa Avrupa’ya göç ile yumuşatılıyordu. Şimdi Avrupa’nın sınırları ön-faşizmin yükselişi ile birlikte neredeyse göçe kapalı hale gelmiştir. Yola çıkan ölüyor. Ya İspanya devleti öldürüyor ya o Fas’a öldürtüyor ya da Akdeniz’i geçerken boğuluyorlar. Bu ölümün dehşetengiz bir örneğini ve “uygar” İspanya devletinin vahşetini bu sitede anlatmıştık.

O halde, sadece Fas’ta değil Mağrip ülkelerinin tamamında, Marx’ın deyişiyle muazzam bir “artık nüfus” birikimi vardır. Bu “sosyal patlama”nın, bu isyanın, haydi Doktor Hikmet’e selamla onun terimini kullanalım, son duruşmada nedeni, bu artık nüfustur.

Yani Gen Z’nin bugünkü isyanını George Soros’un paralı genç militanları olarak gören komplocu kafaya paralel olarak, kendine özgü bir yaşam tarzı ve zihniyet yapısına sahip bir kuşağın özelliklerine bağlı bir hareket sayanlar da yanılmaktadır. Z kuşağına “tıklama kuşağı” deniyormuş. Polisle savaşma kuşağı oluverdi, bakın. Belirleyici olan bunlar değildir, kapitalizmin işleyişinin yasalarıdır.

Bu yasalar elbette Fas’ta olduğu gibi, Tunus’ta, Libya’da, Cezayir’de de aynı sonuçları yaratacaktır. Ama bu yasalar eğilimli yasalardır. İşleyişleri, her ülkenin kendine özgü koşulları tarafından hızlandırılabilir veya yavaşlatılabilir, saptırılabilir, bir süre için ertelenebilir, uzun süreler şiddetle bastırılabilir. 

Ama bu durum devam ettiği sürece şu ya da bu ülkede, dün Bangladeş ya da Nepal’de, bugün Madagaskar ya da Fas’ta, yarın kim bilir hangi ülkede Z kuşağının bağrından, Soros’tan en ufak bir işaret gelmeksizin, isyan naraları patlayıverecektir.

Zaten Soros’un işi de artık zorlaşıyor. Dinsizin hakkından imansız gelirmiş. Trump, Soros’un hem varlığına hem de Açık Toplum Vakfı ve benzeri “hayır” çalışmalarına ilişkin bir soruşturma salvosu başlattı. Bu, aile içi bir savaş elbette. Soros komünizme karşı “demokrasi” cilalı bir haçlı seferi başlatmıştı. Trump’ın cilalı herhangi bir şeye ihtiyacı yok. Savunma Bakanlığı’nı Savaş Bakanlığı yaptı, salt komünizme değil ister Venezuela’da ister İran’da ister Gazze’de ister Çin’de, isterse kendi ülkesinde “Amerika’yı Yeniden Üstün Kıl” (MAGA) projesine karşı durabilecek her gücü ezmeye hazırlanıyor. Soros da aynı şeyi yapmaya çalışıyordu ama küreselci (globalist) yöntemlerle. Şimdi Trump ona “sen kenara çekil” diyor.

Z kuşağı ise yeni 1968’in mimarı olarak her ikisine de “defol” diyor. Tunus gençliği 2011’de Bin Ali’ye “Dégage!” pankartı açıyordu. Bugün Fas gençliği de ülkeyi yönetenlere “Dégage!” sloganıyla “defol” diyor. Fas’ın Z kuşağı sokaklarda yürürken “Hürriyet, Haysiyet, Sosyal Adalet” diye haykırıyor. Bunlar Arap Baharı denen dönemin sloganlarıdır. Hepimizin haysiyetini devrim kurtaracak.