Barbarlık Beyaz Saray’da
Amerika’da dört yılda bir Kasım ayında seçilmiş başkanın ertesi yıl 20 Ocak’ta görevi devralması büyük bir olay olarak yaşanır ama törene yabancı devlet erkânı davet edilmez. Yabancı devlet başkanlarını ve başka konukları “inauguration” (görev devir teslim) törenine ilk davet eden Donald Trump oldu. Eski ve yeni başkanın MAGA (Make America Great Again-Amerika’yı Yeniden Yücelt) sloganında özetlenen politik yaklaşımı dolayısıyla “isolationist” (içe kapanma taraftarı) olduğuna ilişkin tevatürün uydurma olduğunu Trump hakkındaki bir önceki yazımızda izah etmiştik. Burada da görülüyor. Trump, “izolasyonist” değil faşisttir!
“Bu da nereden çıktı, yabancıları davet eden faşist mi olurmuş?” demeden önce Trump’ın kimleri davet ettiğine bir bakın lütfen. ABD’nin arka bahçesi Latin Amerika’yı Arjantin’in “el loco”su, [“kaçık” demek] Javier Milei Temsil edecek. Kendine “anarko-kapitalist” diyor ama esasında “neoliberal faşist”. Trump’ın, devlet harcamalarında büyük bir kesinti yapılması görevini üstlenecek DOGE diye bir kurum yaratmış ve başına iki para babası Elon Musk ile Vivek Ramaswamy’yi getirmiş olmasındaki ilham kaynağı muhtemelen bu kaçık. Bakanlıkları bir kâğıdı paramparça edercesine kapatmayı vadetmişti o da. Şimdi halkı acından süründürüyor. Latin Amerika’dan bir dizi başka süfli sağcı başkan da davet edilmiş, ama önem taşıyan isim Brezilya’nın ön-faşist eski başkanı Jair Bolsonaro. Bu beyefendi de, aynen Trump gibi, ikinci kez başkan olmak üzere girdiği seçimden yenilgiyle çıkınca taraftarlarına ülkenin başkanlık sarayını, parlamentosunu ve yüksek mahkemesini (yani üç ana erkin merkezlerini) işgal ettirmişti. Bolsonaro kim bilir gelmeyi ne çok istemiştir, yüreği faşist kardeşliğin coşkusuyla pıt pıt atmıştır, ama sözünü ettiğimiz baskın dolayısıyla ülke dışına çıkmasına izin verilmiyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş olan “Kuzey Atlantik İttifakı” (NATO’nun ardındaki derin emperyalist kardeşlik) içinde ABD’nin baş müttefiki olan Batı Avrupa’ya geçelim. Şeref konuğu, İtalya’nın kadın başbakanı Georgia Meloni. Faşizme hâlâ kullanılan adını veren ülkenin iki savaş arası diktatörü Benito Mussolini’nin partisinin devamı olan Fratelli d’Italia (İtalyan Kardeşliği) partisinin lideri ve halen başbakan. Avrupa Birliği ülkelerinin temsilcisi o! Yetmedi mi? Doğu Avrupa faşizminin de bir temsilcisi olsun. Trump’ın bir süre önce “Türkiye’nin başbakanı” diyerek çok övdüğü Macaristan başbakanı Viktor Orbán. Yine mi yetmedi? İngiltere’den davetli zat “devlet erkânı” falan değil. Brexit’in muzaffer komutanı, Amerika’nın “kankası” İngiliz emperyalizminin en güçlü ön-faşist partisinin parlak lideri Nigel Farage. Yine yetmediyse, Fransa’nın ikinci en güçlü faşist odağının yıldızı Eric Zemmour ile bir numara Marine Le Pen’in yeğeni olduğu halde Zemmour’la işbirliği yapan Marion Maréchal hanımefendi de partide olacaklar. İberik yarımadası ön-faşizmi de temsil edilecek: İspanya’dan Vox’un ve Portekiz’den Chega’nın liderleri de olacak. İşte size pek sevdiğiniz “Avrupa uygarlığı”nın temsilcileri! Sevin, başınızın üzerinde yerleri var!
Asya yok mu diyenler de olabilir. Olmaz mı? En başta Asya ön-faşizminin (hatta bir ölçüde faşizminin bile diyebiliriz) büyük lideri Narendra Modi de boy gösterecek devir teslim töreninde.
Tabii komşu Kanada davet edilmemiş. O zaten cepte 51. eyalet!
Faşizmi görünce tanıyamayanlar
Trump’ın kendine özgü bir (ön) faşist olduğuna ve faşizmin uluslararası alanda da gelişmesi yönünde bir stratejiye sahip olduğunu bu hamlesi sanırız pek açıkça gösteriyor. Biz, birçok okurumuzun gayet iyi bildiği gibi, Trump 2016’da seçildiğinden beri bir “serseri mayın faşizmi”nin temsilcisi olduğunu yazıyoruz, hep, kendine özgü yanları olsa da, bu uluslararası ön-faşizm ailesinin bir mensubu olarak yükseldiğini vurguluyoruz. Birçok okurumuzun bildiği gibi dedik, ama bilmeyenler için bazı noktaları tekrarlayalım.
Anglo-Sakson solunun bütünüyle istisna olarak kalan bazı temsilcileri dışında bütün partilerinden ve aydınlarından farklı olarak, biz Trump’ın bu aileden olduğunu saptadıktan sonra buna bağlı olarak 2016’da Clinton karşısında seçimi kazanacağını doğru şekilde tahmin ettik (moda “kazanamaz” demekti). Seçimden sonra başlayan ve budalalık düzeyine varan “aman canım adam eksantrik, normalleşir” tesellisine karşıt olarak Trump’ın giderek daha açık biçimde faşizan uygulamalar geçeceğinin altını çizdik. Bu topluluk, her boy ve soydan faşislerin, Ku Klux Klan gibi ırkçı örgütlerin, Amerikan Nazi Partisi gibi seçkin adlar taşıyan partilerin içinde bulunduğu bir ırkçı güruhun, Trump tarafından “iyi insanlar” olarak nitelenmesinden de uyanamadı. George Floyd adlı bir siyahinin polis tarafından kasten öldürülmesine karşı başlayan ve Amerikan tarihinin en büyük kitle hareketi halini alan halk isyanı sırasında Trump’ın orduyu (National Guard-Ulusal Muhafız Birliği olarak bilinen kanadını) sokaklara halkın üzerine sürmesi ve bunu yaparken bir de kilise ziyaretiyle süslemesi yine kimseyi uyandıramadı. (Şimdi ordunun halk kitleleri üzerine sürülmesine cevaz veren Insurrections Act- Ayaklanma Yasası adlı bir 19. yüzyıl yasasının kullanılması ihtimalinden öcü gibi korktukları halde buna karşı hiçbir siyasi tedbir düşünmeyen topluluk bu aynı zamanda!) Bütün bu konularda ön-faşizm tespitinin doğruluğunu delilleriyle ortaya koyduk. Sadece ABD, İngiltere, Kanada, Avustralya gibi Anglo-Sakson ülkelerinin değil, kıta Avrupa’sının aydınları da, tabii bu iki odağa hep onlara yankı yapar gibi konuşan Türkiye’nin tatlı su aydınları da, en başta sol liberaller, Trump’ın ilk dört yılı boyunca “popülizm” teranesini tekrarladı!
Trump seçimde Biden’a yenilip de bunu inkâr kampanyasına giriştikten sonra MAGA çeteleri ve güruhu 6 Ocak 2021 Capitol baskınını (yani ülkenin yasama organı olan Kongre baskınını) yapınca birdenbire hepsi burjuvazinin sözcüleriyle koro halinde “faşizm” diye haykırmaya başladı. O güne kadar “popülizm” teranesinin Türkiye şubesi gibi çalışan Birikim dergisi 6 Ocak’tan sonraki ilk (çift!) sayısında “faşizm” üzerine bir dosya yayınladı (sayı 382-383, Şubat-Mart 2021). Tıpatıp benzer bir çark etme süreci Amerika’da ve emperyalizmin başka başkentlerinin aydınları arasında da yaşandı.
Bu arada, Birikim dergisini örnek verdik diye okurumuz bu faşizmi inkâr tutumunun sol liberal ya da post-Leninist sol dışında, hâlâ kendini Marksist ve devrimci olarak gören akımlar arasında da yaygın olmadığı zehabına kapılmasın. İngiltere’nin en büyük sosyalist partisi SWP aydınlarından İtalyan Trotskistlerine bu inkâr politikası Marksistler arasında da yaygındı. 2018’de, o zamanlar aynı enternasyonal hareketin bağrında örgütlenmiş olduğumuz Arjantin devrimci partisi Partido Obrero’nun (İşçi Partisi) ana sözcülerinin Buenos Aires’te düzenlenen bir uluslararası konferansta bizim ön-faşist hareketin hemen hemen bütün emperyalist ülkeler ve bazı başka coğrafyalarda yükselişi konusunda verdiğimiz bir karar tasarısını büyük bir özgüvenle reddettiklerine de değinmek isteriz. Yani hata evrensele yakındı.
Biz Devrimci İşçi Partisi olarak Trump’ın ön-faşist karakterini dört yıldır saptamış olduğumuz için seçim sonrasındaki mızıkçılığın bir patlamaya yol açabileceğini öngörebildik. Parti literatürümüz, sadece Türkçe olarak değil İngilizce olarak da bu tür uyarılarla doludur. 6 Ocak günü yaklaşırken uyarılarımızı açık biçimde ifade ettik. Marksist bilimin gücü! Sonunda, olan oldu.
Şimdi bazı okurlar “bunun ne önemi var ki?” diye sorabilir. İnsanlık bütün davranış ve hareketlerinde yakın veya uzak geleceğe ilişkin öngörüler temelinde hareket eder. Kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçiyorsanız yakın mesafede sizi ezecek bir araç olmadığına ilişkin bir öngörü yapıyorsunuz demektir. Eğer yanlış öngörü yaparsanız ezilirsiniz. 6 Ocak’a ilişkin tutum Amerikan işçi sınıfının ezilmesiyle sonuçlanabilirdi. Böyle olmaması karşı tarafın henüz olgunlaşmış bir örgütlülüğe sahip olmamasından dolayı oldu. Ama durumu zaten hiç anlamayan ABD solu Trump’ın MAGA kampının gücünü ve zaaflarını ölçmeye gerek bile duymuyordu. Dolayısıyla, savunmasız bir durumda idi. Hiçbir tedbir almadı. Onu ve ABD halkını faşizmin çok büyük bir sıçrama göstermesinden kurtaran talih (yani tekrarlıyoruz MAGA kampının zaafları) oldu. Öyleyse, doğru tahlil ve tespit devrimci işçi sınıfı politikasında hayati bir önem taşır. Tahlili yapamayan, alınması gereken tedbiri de alamaz.
Barbarlık bu kez çok daha güçlü
Trump ikinci kez Beyaz Saray’a girerken Amerika, MAGA ve Trump çok farklı özellikler gösteriyor. Dünya da. Bunun bilincinde olmazsa, Amerikan işçi sınıfı ve solu tarihî bir felaket karşısında eli kolu bağlı kalakalır. İki dönem arasındaki farklara hızla göz atalım.
Sadece en önemli faktörlere değineceğiz. Bu bahiste ilk nokta, geçen defadan farklı olarak siyasi alanda Trump’ın yaslandığı Cumhuriyetçi Parti’nin her üç erkte de üstünlüğü ele geçirmiş olmasıdır. 2017’de Trump başkan olduğunda yasama organı Kongre, Cumhuriyetçilerin elinde değildi. ABD’de bazı durumlarda tayin edici güç olarak sivrilmiş olan Yüksek Mahkeme ise iki kamp arasında eşit bölünmüş gibiydi. Şimdi Cumhuriyetçiler Kongre’nin her iki meclisinde de (Senato ve Temsilciler Meclisi) çoğunluğa sahip, Demokratlar azınlıkta. Yüksek Mahkeme’de ise, Trump’ın ilk döneminde yaptığı atamalar sonucunda toplam 9 yargıç arasında Trump’a yakın duranların sayısı 6’ya yükseldi, karşıtları ise 3 oya sahip. 6’ya 3 çok ciddi bir çoğunluk: İki yargıcın istisnai oy kullanması gerekiyor mahkemenin Trump aleyhine dönmesi için. Bu, Trump’ın sadece yürütme kararları (“emirleri”) ile değil, yasa yapma ve yasalara uygun davrandığına dair Yüksek Mahkeme onayı gibi olanaklarla da politikalarını büyük bir rahatlıkla uygulamaya geçirmesinde kolaylık sağlar. Bu nesnel durum ikinci Trump’ı birincisinden çok daha güçlü hale getirmektedir.
Üstelik, Demokrat Parti şimdi muhtemelen bir yaralarını sarma krizi yaşayacaktır. Amerikan geleneğinde partiler genellikle lider partileri değildir. Ama yine de dört yıl sonra Demokrat Parti’nin muhtemel adayı ya da adayları üzerine hızla bir düşünme ve tartışma süreci başlayacaktır. Çökmüş bir ihtiyarı seçime birkaç ay kalana kadar komutan olarak savaş sahasında tutmak, tarihte az görülmüş bir politik hatadır. Biz Biden başkan olduğunda bile bazı yaşlılık çöküntüsü işaretleri görüyor ve yakınlarımıza Kamala Harris’in Başkan Yardımcısı olarak seçilmiş olmasının büyük bir hata olduğu kanaatimizi belirtiyorduk. Zira Harris’in savcılık kariyeri dışında politikayla ve parti aygıtıyla ilişkisi son derece zayıf olmuştu. Amerikan halkının mesela bir senatör olarak uzun yıllar faaliyeti dolayısıyla gözüne girmiş biri de değildi. Her bakımdan dışarlıklı idi. Başkan yardımcılığında da gayet silik bir performans gösterdi. Biden’ın dönemin ortasında ölmesi halinde bu Trump’a büyük bir koz vermek demekti. Harris dönem içinde değil ama dönem zonunda zaafını ortaya koydu. Biden baskı altında çekilip Harris parti kongresi toplanmadan önce bile aday ilan edildiği andan itibaren bağışların tarihte görülmediği kadar patlaması, Amerikan seçimlerini oydan önce para kazandığından seçime kadar bir eşitlik izlenimi yarattı ama bunun sahte olduğu 5 Kasım’da ortaya çıktı, Trump açık farkla kazandı. Şimdi Demokrat Parti’nin önderliği zor bir hesaplaşma sürecinden geçecek ve esas dikkati parti içi sorunlara odaklanmış olacağından en azından ilk iki yıl, yani 2026’daki ara seçimlere kadar Trump’a karşı yeterli bir mücadele verme olanağı zayıflayacaktır. Erken kalkan yol alır.
İkincisi, Amerikan halkının Demokratlara sırt çevirmesinin tek nedeni, bu partinin ülkeyi akli melekeleri çökmüş bir başkana teslim etmiş olması değildir. Demokrat Parti artık bütünüyle bir Wall Street partisi olarak algılanmaktadır. İşçi sınıfının gittikçe büyüyen bir kesimi, bu seçimde özel olarak Latin Amerika kökenli göçmen nüfus (“Latinolar”) ve genç siyahiler yüzlerini (bütün ırkçılığına rağmen) Trump’a çevirmiştir.
Bu, işin emekçi kitlelere ilişkin yanı. Burjuvazi içinde de devasa önemde bir toprak kayması yaşanıyor. 2016 seçiminde ve ilk dönemi boyunca Trump’ı daha geleneksel hale gelmiş sektörlerin sermayeleri desteklemişti: korumacılıktan yararlanacak demir-çelikten çevreyi mahvetmesine izin verilecek petrol-doğal gaz sektörüne birçok sermaye dilimi faşizmin milliyetçiliğinden ve kârı çıplak biçimde her şeyden üstün tutmasından yararlanma umuduyla Trump’ı bağrına basmıştı. Oysa arada geçen dört yıl boyunca Çin ile rekabet çok daha sertleşti. Bu, ileri teknoloji ile çalışan ve doğası gereği uluslararası pazarlarda at koşturan sektörlerin kapitalistlerini de Trump’a doğru itti. Ayrıntıya girmeden bir sembolle anlatalım: Silicon Valley Trump’ın ilk döneminde küreselci kamp içinde yer alıyordu. Şimdi en azından çok ağırlıklı bir fraksiyonu, giderek neredeyse tamamı Trump kampına geçme aşamasındalar. Elbette en çarpıcı örnek Elon Musk. Musk Trump öldüğünde hareketin başına geçecek güçte bir şahsiyet olarak tipik görülmeyebilir. Bu yazının tepesindeki fotoğrafa iyi bakın orada diğer devlerin CEO’larının Musk’ın yanına dizilmekte olduğunu görürsünüz. Meta (Facebook ve Instagram) patronu Mark Zuckerberg’in ve Musk’ın dışında fotoğrafta Microsoft CEO’su Bill Gates de yer alıyor. Amazon’un sahibi ve Musk gelene kadar dünyanın en zengin adamı Jeff Bezos ise Amerika’nın en önemli üç gazetesinden Washington Post’u satın aldı ve küreselci/liberal bir çizgiden Trump’çı bir çizgiye adım adım taşıyor. Musk ve diğer bazı para babaları arkalarında daha alçakgönüllü zenginleri de getiriyor. Trump, Amerikan sermayesinin çoğunluğunun “adamı” haline gelme yolunda. En son ChatGPT CEO’su Çin’in yapay zekâ alanında gösterdiği atılımla başa çıkabilmek için Amerikan şirketlerinin çeşitli biçimlerde devlet desteğinden ve himayesinden yararlanması gerektiğini belirterek bir dizi talep öne sürdü. Yani Çin rekabeti ileri teknoloji şirketlerini de milliyetçi bir çizgiye doğru itiyor.
Üçüncüsü, Trump’ın Amerikan burjuvazisinin küreselci kanadının politikalarında yaptığı bazı önemli değişiklikler 2021-2024 arasında Biden yönetimi tarafından da neredeyse daha da aşırılaştırılarak aynen uygulandı. Bir kere dış ticarette Trump’ın yalnızca Çin’e değil ABD’nin bir serbest ticaret bölgesi (eski ama daha iyi bilinen adıyla NAFTA) ortağı olan komşuları Meksika ve Kanada’ya, müttefikleri olan AB ülkelerine ve Türkiye gibi NATO ülkelerine de bazı sektörlerde uyguladığı yüksek gümrük tarifelerini Biden da devam ettirdi. Ayrıca, Biden eskiden tam da düşük ücret ülkelerinde üretilmekte olan ama askerî-stratejik bakımdan önemli bazı ürünlerin, en başta chip’lerin ABD’de ya da çok güvenilir müttefik ülkelerde üretilmesi yönünde çok önemli teşvikler yarattı. Böylece eskiden “offshoring” terimiyle anılan stratejinin yerini bir dizi ileri sektörde “home-shoring” aldı. Bir üçüncü alan olarak Trump’ın göçmenlere ve sığınmacılara karşı uyguladığı gaddar politika, çok yüzeysel bazı kozmetik değişikliklerden sonra olduğu gibi devam ettirildi ve dönemin sonuna doğru daha da katı ve sert hale getirildi. Bütün bunlar, Devrimci İşçi Partisi’nin derhal saptadığı gibi, bir tektonik kayma niteliği taşıyordu: Küreselci kanat, faşist kanadın politikalarını benimsemiş oluyordu! Bunun Trump’ın işini kolaylaştıran bir nesnel gelişme olduğuna kuşku yok.
Dördüncüsü, MAGA hareketinin karakteri değişmiştir. Bizim Trump için “serseri mayın faşisti” ifadesini kullanmamız Trump’ın sadece öngörülemezlik özelliği taşıyan karakterine işaret etmiyordu. Daha önemlisi, nesnel durumdu: Trump aslında Cumhuriyetçi Parti’den gelmiyordu (hatta eskiden Demokrat Partili idi), bu parti geleneksel bir muhafazakâr parti idi ve birçok güçlü kanadı Trump’ın yeni politikasından haz etmiyordu. Oysa faşist liderlere çelik disiplinli bir parti gereklidir. Dolayısıyla, ilk dönemde Trump’ın elindeki araçlar çok zayıftı. O zaman da altını kalın biçimde çizdiğimiz gibi, bir faşist olarak ihtiyacı olan paramiliter bir gücü olmadığı gibi (var olan MAGA çetelerinin ciddi ama çok zayıf olduğu 6 Ocak’ta ortaya çıkacaktı) hâkim olduğu bir partisi bile yoktu. Oysa yıllar üzerinden Trump Cumhuriyetçi Parti’nin aygıtını neredeyse bütünüyle ele geçirmiştir. Bir açıdan bakıldığında, 2020 seçimlerini yitirmiş olması Trump’ın lehine çalışmış, aradaki dört yılda partinin baştan aşağı bir MAGA aygıtı haline getirilmesi için bir mühlet kazanılmıştır. Yani Trump artık bir partisi olan bir (ön) faşisttir. Ancak bu parti henüz faşist tipte yani çelik disipline dayalı bir parti değildir. Henüz kat edilmesi gereken bir yol vardır. Ayrıca faşizme bir sokak çeteleri ordusu de gerektiğini başka çalışmalarımızda izah ettik. Bu bakımdan da MAGA hareketi henüz çok yol yürümek zorundadır.
Beşincisi, Trump ahlak standartları çok düşük bir New Yorklu olarak dini bütün Amerikalılara hitap etmesi zor bir insan olduğu için köktendinci Evanjelist kiliseler başta olmak üzere Hıristiyan gericiliğine ancak, kendisi tamamen o çevreden gelmiş bir politikacı olan bir önceki başkan yardımcısı Michael Pence aracılığıyla erişebiliyordu. Ama 2016’dan bu yana yaşanan gelişmeler Trump’ı şimdi Evanjelistlerin ve diğer mutaassıp Hıristiyanların sevgilisi haline getirmiştir.
Kısacası Trump bu dönemde geçen başkanlık dönemine göre çok daha güçlüdür.
İşin bir de öznel faktör yönü var. Trump geçen defa politikada bir çaylaktı. “Serseri mayın” konumu onu zayıflatıyordu. Çevresi kendisine çok aykırı düşüncelere sahip insanlarla doluydu. Şimdi gözünü öfke ve tamah bürümüş koskoca bir ekip vardır çevresinde. Kendisi ise çok daha deneyimlidir. Zaten hiç hak edilmemiş bir özgüvene sahip bu zırcahil şimdi çevresince de şımartılacaktır. Ayrıca yaşı ilerlemiş bir faşistin ne yapacağını ve ne kadar hızlı davranacağını tahmin etmek zordur. Trump şu anda geri geldiği için muhtemelen bir ego patlaması yaşıyor. Hayallerini gerçekleştirmek için bu faktörlerin de etkisiyle çok hızlı hareket etmesi neredeyse kaçınılmazdır. Biz Trump’ın Amerikan geleneğinde sadece bir defa, o da İkinci Dünya Savaşı esnasında (Franklin D. Roosevelt) yaşanan, onun dışında tamamen çok tepki çekecek olan üçüncü bir dönemi zorlayacağı kanısındayız. Ama doğal hayatının çok uzun olamayacağı, en azından sağlığını yitireceği bir yaşa girmiştir. Bu yüzden elini çabuk tutmak isteyecektir.
Olasılıklar ve çelişkiler
Faşizmin nasıl bir barbarlık olduğunu daha kapsamlı yazılarımızda anlatmıştık. Bu yazının başlığında sözünü ettiğimiz “barbarlık” kavramının içeriğinin ne olduğuna ilişkin bilgilenmek olan okuru o yazıya yönlendirmek isteriz. Öte yandan, Trump’ın nasıl bir strateji izleyeceği, hangi alanlara öncelik vereceği, ne gibi tedbir ve hamlelere başvuracağı gibi konularda henüz MAGA hareketi kendi taktik ve stratejik önceliklerini ortaya koymadan evvel, alternatif senaryolar halinde dahi spekülasyon yapmak için bir neden yok. Ama kısa vadede, şu önemli atakların yapılacağı sadece başlıklar halinde özetlenebilir:
- Çin’e karşı derhal, müttefiklere karşı ise biraz daha zamana yayılmak üzere gümrük korumasının güçlendirilmesi;
- Göçmen ve sığınmacılara ilişkin dile getirilmiş olan kitlesel tehcir politikasının uygulanmasına başlanması;
- Musk/Ramaswamy ikilisi eliyle özellikle sosyal hizmet uygulamalarının önemli ölçüde kısıntıya uğratılması;
- Panama, Grönland, Kanada gibi tartışmalı konuların gündeme getirilmesi;
- Eşcinsel ve trans gruplarına ilişkin en azından bazı kısıtlamalar uygulanması;
- Bazı devlet görevlilerinin görevlerinden kaynaklanan yetkileri Demokrat Parti’nin çıkarına kullandığı iddia edilerek yargılanması, genel olarak anti-Trump, liberal, küreselci bir konum belirlemiş etkili şahsiyetlerle intikam amacıyla uğraşılması.
- Zenginlerin vergilendirilmesinde yeni bir düşük tarife ve istisnalar, üst sınırlamalar.
- Ekolojik tedbirlerin azaltılması, karbon salımını arttıracak bir dizi girişimde bulunulması.
Gerçekten bir muamma halini alan büyük meseleler yani Trump yönetiminin Ukrayna Savaşı, Gazze’deki soykırım ve Çin ile gerilim konularındaki tutumu belli olmadan esaslı yargılara varılamaz. Bunlar hakkında, en azından ortaya çıkacak bazı ipuçları aracılığıyla bilgi edinilmeden toplam gelişmenin nasıl bir biçim alacağını bilemeyiz. Ama hem uluslararası planda hem ülke içinde “gözünü kan bürümüş” olarak dahi nitelenebilecek bir dizi adımlar atılacağı kesin gibidir.
Bunların bazıları çok ciddi çelişkiler doğuracaktır. Örneğin, DOGE adlı kuruluşun (Musk/Ramaswamy ikilisinin) sosyal hizmetlere satırla girmesi karşısında büyük mücadeleler tetiklenebilir, sendikal hareket ile Trump karşı karşıya gelebilir, Trump’ın sendikal hareketi ya da önderliğini yeniden biçimlendirmeye girişmesi bir olasılık olarak ortaya çıkar. Örneğin, kitlesel tehcir adımı ciddi biçimde atılırsa, buradan çok ağır hak ihlalleri doğması kaçınılmaz bir hal alabilir. Örneğin Trump’ın ilk döneminde ebeveyn ile küçük yaştaki çocuklarının birbirinden zorla ayrılması, çocukların kendilerine özgü mekânlarda muhafaza edilmesi bu yavruların çok ağır sonuçlara katlanmasına yol açmıştı. (Biden da bir süre bunu devam ettirecekti.) Bu durum, toplumda göçmen ve mültecilerin haklarına neredeyse kıskançça sahip çıkan bazı katmanların çok ciddi tepkisine neden olabilir. Bunlara uluslararası alanda Trump’ın başka ülkelerle ilişkisinde sık sık takındığı hoyrat tutumdan kaynaklanan veya daha derin bir dizi çelişki eşlik edebilir.
Şunu belirtmek gerekiyor: Bundan sonra Amerikan toplumunda sertlik, gerginlik, kutuplaşma, bazen sürek avı, hak ihlalleri, giderek yoksulluğun yoğunlaşması, cezaevleri, okullar, yoksul mahalleler gibi bu toplumun zayıf karnını oluşturan kurumlarda kitlesel çatışmalar vb. esas kural olacak, sükûnet, günlük hayatta asude bir yumuşaklık, medeni ilişkiler geri plana düşecektir. Bu tür gelişmelerin ardından büyük toplumsal gruplar arasında basbayağı sokak çatışmaları da gündeme gelebilir. Bu dönem ayrıca çeşitli türden suikast ve bombalama tipi eylemlerle de beslenebilir.
Çok dikkatle izlenmesi gereken nokta, MAGA hareketinin çeteleşmesi ve silahlanmasının nasıl gelişeceğidir. Bir mesele de ordunun halkın üzerine sürülmesine üst komuta kademesinin nasıl tepki vereceğidir. Trump’ın ilk döneminin Genelkurmay Başkanı Michael Mulley Trump’ın karşısında bir barikat olmuştu.
Devrimci politika
Erken tespit ve teşhisin işçi sınıfının ve ezilenlerin çıkarları doğrultusunda politik önlem, taktik ve strateji bakımından erkenden hareket geçmeyi olanaklı hale getirdiğine yukarıda değindik. Devrimci İşçi Partisi, en geç 2015-2016 dönüm noktasından itibaren ön-faşizmin dünya çapında bir tehlike olarak yükseldiğini saptamış olduğu için izlenmesi gereken politika konusunda da berraktır. Oysa liberal sol, post-Leninist sol ve onun etkisinde kaldıkları için faşizmi gördüklerinde tanıyamayan daha devrimci eğilimler, hâlâ “popülizm” mi, “aşırı sağ” mı, “post-faşizm” mi, yoksa başka bir şey mi olduğuna karar veremedikleri bu hareketler konusunda laf dolaştırıyor.
Biz, mücadele hattı konusundaki yaklaşımımızı açık seçik biçimde ortaya koymuş bulunuyoruz. Elbette ülkeden ülkeye değişecek olan bir dizi konu vardır. Ama faşizme karşı mücadelenin gerçekten etkili olabilmesi esas olarak şu yönelişle mümkün olacaktır:
- Tamamen modern küçük burjuvazinin ve onun ayrıcalıklı proleter ya da yarı-proleter eğitimli müttefiki olan katmanların partileri haline gelmiş ve kimlik politikası batağına batmış olan sosyalist veya sosyal demokrat partilerin yerine işçi sınıfı içinde ve uğruna mücadele eden, sınıf içinde örgütlenen bir sosyalist solun inşası;
- Bunun mümkün ve başarılı olabilmesi için Marksizme dönüş;
- Öteki emekçi kitlelerin ve ezilen sınıf dışı grupların çıkarlarının savunulması ve faşizmin yenilgiye uğratılabilmesi için sömürülen ve ezilen kitlelerin işçi sınıfının çevresinde bir ittifakta buluşturulması;
- Faşizme karşı reformist olsun, ekonomist olsun, bütün işçi sınıfı örgütlerinin bir birleşik işçi cephesi taktiği ile birbirine bağlanması;
- Bu cephede bayrakların birbirine karışmasına izin vermeden ayrı yürümek ve birlikte vurmak;
- Faşistlerin terör estirdiği her kurum veya coğrafyada işçi sınıfı ve gençliğin aktif olarak katılacağı özsavunma örgütlemesi, bu örgütlerde yer alanların silah kullanmayı ve öz savunma tekniklerini öğrenmeleri;
- Tuzu kuru modern burjuvazinin ve müttefiklerinin çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen ama kendine “sol” süsü veren partilerden (örneğin Fransa’da Sosyalist Parti denen burjuva partisinden) birleşik cephe taktiklerinde bile uzak durmak;
- Bunun uzantısı olarak ABD’de Demokrat Parti’ye bir alternatif yaratmak için ondan bağımsız taktikler uygulamak;
- Hâkim ulusun işçi sınıfı içinde gelişmiş ağır önyargılara rağmen bu sınıfla ezilen gruplar arasında bir ittifak kurabilmek için sabırla çalışmak;
- Faşizme karşı mücadeleyi burjuvazinin gölgesinde ve onunla ittifak içinde kurmak anlamına gelen Halk Cephesi fikri ile mücadele etmek;
- Faşizme karşı savunmanın, bir gelişme aşamasında, yaşanabilecek sınıf mücadelesi yükselişiyle devrimci fırsatlar yaratabileceği bilinciyle mücadelenin önüne önceden sun’i aşamalar koymamak.
ABD’ye dönersek, yukarıda Demokrat Parti’nin önümüzdeki dönemde bir yara sarma ve hesaplaşma krizi yaşayacağını öngördüğümüzü belirttik. İşte bu bağlamda sosyalistlerin halk kitlelerini bir girdap içine çeken bu partinin zaaflarını öne çıkararak en azından cephe karakterinde ya da olanaklıysa çok sayıda eğilimin birlikte yer aldığı ve programı esas olarak faşizmle mücadele zemininde belirlenmiş bir parti kurması en doğru yol olacaktır.
Amerika sarsıntılı bir döneme giriyor. Elbette dünyanın en önemli ekonomik ve askerî gücü olarak dünyayı da bu gayya kuyusuna çekecektir. Barbarlıkla savaşmaya hazırlanmalıyız.