Devrimci Marksizm yazarları Historical Materialism’in İstanbul konferansında Marksizmi tartıştı, anlattı, savundu
İngiltere’de yayınlanan Historical Materialism dergisi, her yıl dünyanın farklı yerlerinden Marksist aydın ve akademisyenleri bir araya getiren konferanslar düzenliyor. Devrimci Marksizm Yayın Kurulu üyelerinden bir grup yoldaşımız, daha önce Beyrut’ta aynı derginin BICAR adlı Lübnan merkezli bir kuruluş ile birlikte düzenlediği konferansa benzer şekilde, bu yıl İstanbul’da Kadir Has Üniversitesi’nde yapılan konferansına da güçlü bir şekilde katıldılar.
Yoldaşlarımızın katkıları: Faşizmden sosyalist yayıncılığa, 20. yüzyıl için Lenin’den İbrahimî dinlere
Yazarlarımızdan Sungur Savran, birden fazla oturumda konuşmacıydı. Faşizm üzerine gerçekleştirdiği ilk sunumunda ön faşizmin karakterinden ve klasik faşizmden neden ayrı ele alındığından bahsettikten sonra geçmiş faşizm deneyimlerinin ve günümüz ön faşizminin irrasyonalitelerine değindi. Devrimci Marksizm yazarlarından E. Ahmet Tonak ve Sungur Savran’ın birlikte gerçekleştirdikleri ikinci sunumunun konusu ise üçüncü büyük depresyondu. İki yazarımız, krize dair ana akım ve Marksist açıklamaları sıraladıktan sonra, net ve çarpıcı bir takım veri ve grafiklerle, içinde bulunduğumuz üçüncü büyük depresyonun kapitalizmin tarihsel gerilemesinin bir göstergesi olduğunu ortaya koydular. Sungur Savran’ın bir diğer konuşması, Devrimci Marksizm ve Revolutionary Marxism’in, Evrensel gazetesi ile birlikte Türkiye’de sosyalist yayıncılık konusunda iki örnek olarak ele alındığı, Türkiye’de Marksist entelektüel faaliyetler paneliydi. Savran burada Devrimci Marksizm’in tarihine ve yayınlanmasına dair bazı bilgiler verdi, derginin Marksist teori ile pratik alanındaki rabıtayı ne şekilde kurmaya çalıştığını anlattı.. Panelde ayrıca sosyalist aydının görevleri, proleter hareketten kopuşun nedenleri, bu kopukluğu gidermek için alınabilecek önlemler gibi daha geniş konular da hararetle tartışıldı.
Konferansın son günü, öğleden sonraki oturumlardan biri de Devrimci Marksizm dergisi tarafından konferansa önerilen “21. Yüzyıl İçin Lenin” oturumuydu. Bu oturumda yazarlarımızdan Özgür Öztürk temel bir Leninist kavram olarak işçi aristokrasisini ele aldı. Kavramın Marx ve Engels’te bir boyutu ile sömürgecilik ve emperyalizm ile diğer yandan ise işçi sınıfının bölünmüşlüğü ile ilgili olarak ele alındığını ve bu iki boyutu Lenin’in bileştirdiğini vurgulayan Öztürk, bu kategorinin bugün ne şekilde ele alınması gerektiğini ortaya koydu. Yine bu oturumda konuşan bir başka yazarımız Levent Dölek ise, Lenin’in emperyalizm yaklaşımını esas alarak tarihten bugüne büyük güçler mücadelesinin sınıfsal karakterini analiz eden ve bugün ABD’nin merkezinde olduğu emperyalist kampın Rusya ve Çin’i kuşatmaya dayanan politikalarının temellerini ortaya koyan bir tartışma yürüttü. Devrimci Marksizm oturumunun son konuşmacısı ise Sungur Savran’dı. Savran, “Lenin’in inkâr edilen mirası” başlıklı konuşmasında Lenin’in köylü toplumlarındaki devrimci atılımlara verdiği önem, enternasyonalizm perspektifi ve ulussuz bir devlet olarak Sovyet federasyonunun geleceğin dünya federasyonunun beşiği rolünü görmesine ilişkin yönelişi ile bize zengin bir dünya devrimi perspektifi verdiğini, dünya solunun, 20. yüzyıldaki iflasını tekrarlamamak için bu perspektife sarılması gerektiğini anlattı. Yine bu oturum ile aynı gün ve saatteki başka bir oturumda da Yağmur Ali Coşkun yoldaşımız İbrahimî dinlere Marksist bir perspektifle baktığı bir sunum gerçekleştirdi.
Filistin’deki soykırım da başlıklar arasındaydı
Konferansın Filistin’i konu alan ortak paneli, Siyonist soykırımın sürdüğü bir dönemde yapılması anlamında önemliydi. Panelde Sinan Odabaşı, Filistin halkına yönelik soykırım karşısında uluslararası hukukun açmazlarını anlattı. İran asıllı Kanadalı konuşmacı Sara Sagaii, 7 Ekim’den bu yana Amerikan halkının kalbinin İsrail’den Filistin halkına doğru meylettiğini verilerle kanıtladı. Madhumita Varma, İsrail ordusunun sivilleri hedef almasının ardında yatan tarihsel ve ideolojik saikleri ele alan konuşmasında İsrail’in soykırım işlemekte olduğunu tarihsel olarak ispatladı. Nihayet Lübnanlı akademisyen Ghada Waket, Filistin direnişinin dünya sanatı üzerindeki etkisini ele aldı. Bir yoldaşımız, bu panele ve konferansın düzenleyicilerine Emperyalizme ve Siyonizme Karşı Filistin Dostları adına tam da o gün Taksim’de gerçekleşen Filistin eyleminde polisin eylemcileri göz altına aldığı ve İsrail’in World Central Kitchen adlı yardım kuruluşunun üyelerini üç ayrı noktada infaz ettiği bir haftada Siyonist soykırımı kınamak üzere bir bildiri yayınlamayı teklif etti. Teklif, konferansın düzenleyicilerinden de anlamlı bulunarak alkışlarla karşılandı, ancak hayata geçirilmedi. Salonun açıkça Filistin halkının yanında olduğu konuşmacıların aldığı alkıştan da belli olduğu halde, katılımcıların desteğini alan böyle bir girişimin gerçekleşmemesi konferansın Marx’ın dünyayı algılamanın yanı sıra değiştirmek için mücadele etmek gerektiğini söyleyen meşhur 11. Tezi ile tezat içinde bir akademizmin içine saplanmış olduğunun bir göstergesi oldu.
Leninizm’e karşı reformizm
Konferansın bir diğer önemli anı “Marksist Devrim Teorisi ve Strateji” başlıklı kapanış paneli idi. Lakin bu oturum pek çok dinleyiciyi hayal kırıklığına uğratacak bir içeriğe sahipti. Her şeyden önce, panelin içeriğinin başlıkta belirtilen stratejik tartışmayla hiçbir ilgisi yoktu. Yapılan, yalnızca Marksist veya Marksizan (hatta kimi zaman anti-Marksist) bir siyaset felsefesi tartışmasıydı. Dünyanın içinde bulunduğu konumdan, devrimci yükselişlerden, ekonomik çöküntüden, faşizmin tırmanışından eser yoktu.
Dahası, konuşmacılardan ikisi, Seattle isyanı ve hüsranının ardından otuz yıl geçtiği, sözümona “lidersiz” yahut “yatay” hareketler tüm dünyada yenilgi ardına yenilgi yaşadıkları, proletaryanın damgasını vuramadığı her türlü kimlik politikası niyeti ne olursa olsun sonunda burjuva politikasına çark ettiği hâlde hâlâ bu tarz siyasetleri savunmaktaydılar. Bu konuşmacılardan biri hatta, boylu boyunca Antonio Negri’yi övdüğü konuşmasını “yoldan çıkaran bir reformizm” çağrısıyla bitirdi. Bir yoldaşımız Negri’nin savunduğu politik perspektifin sürekli olarak hüsranla sonuçlandığını, buna karşılık 2011’den beri yaşanan devrimlerin sınıf politikası güden partilerin yokluğu dolayısıyla kanla bastırılmış olduğunu hatırlattı.
Son konuşmacı Paul Reynolds ise kendinden önceki iki konuşmacıyla polemik hâlinde bir öncü savunusu yaptıysa da bu öncü, tamamen kurumsal eşkâlden yoksun, sınıf siyaseti içindeki konumu yani neye öncülük edeceği belirsiz soyut bir felsefî kavramdan ibaret kaldı. Reynolds, bu savunusunda ne yazık ki öncünün mikro, orta ve makro düzeydeki siyasetleri birleştirmek, teori ile pratik dengesini sağlamak, militanların umutsuzluğa kapılmasını önlemek gibi genel geçer ve sınıf siyasetiyle özel bir ilişkisi olmayan özelliklerini sıralamaktan başka bir şey yapmadı. Konuşmasını da biri Gramsci’den, öbürü Galli edebiyat eleştirmeni ve kültür kuramcısı Raymond Williams’dan birbiriyle bağlantısı olmayan iki alıntıyla bitirdi. Uzun uzun felsefe tartışılmış bir Marksist konferansın kapanışında, üstelik de strateji başlığı altında hâlâ felsefe tartışması yapılıyorsa, buna itiraz edilmesi gerektiği de açıktı. Buna karşın, salondaki yoldaşlarımızın tam da bu noktada dile getirdikleri itirazlar Reynolds tarafından “sekter” olmakla suçlandı. Marksizmin bütünüyle dışında yer alan tavırlara gösterilen hoşgörü ile strateji konusunda “yatay örgüt” ilkesi üzerine olumlu olumsuz görüşlerden başka hiçbir şeyin konuşulmadığı bir paneli güncel dünyadan kopuk kalması dolayısıyla eleştiren bir yoruma karşı bu hırçınlık arasındaki fark, herhalde daha derin bir anlam taşıyor olmalıdır.
Daha az postmodernizm, daha fazla Marksizm
Tüm bu kafa karışıklığı ve postmodernizmin süregiden etkisine rağmen, konferansı kıymetli buluyoruz. Postmodernizmin özellikle strateji oturumuna yansıyan gölgesine rağmen, Devrimci Marksizm / Revolutionary Marksizm ekibi, konferans boyunca özellikle genç aydınlardan büyük ilgi gördü, bu insanlarla birçok konuda fikir ortaklığının mevcut olduğu açıkça görüldü, yeni bağlar kuruldu. Aynı zamanda genç Marksistlerin uluslararası sol düşüncenin soluğunu hissetmesi, ufkunu, kazanımlarını, sınırlarını ve sorunlarını kavrama fırsatı bulması çok önemlidir ve onların daha enternasyonalist bir kavrayışa açılması bakımından olanaklar yaratacaktır. Marksizmin uluslararası ölçekte tartışılmasına vesile olan bu olanağı İstanbul’da ikinci kez sunan Historical Materialism ve Praksis dergileri ile Mülkiyeliler Birliği, Sosyal Araştırmalar Vakfı ve Türk Sosyal Bilimler Derneği bu yararlı çabayı gelecekte de göstermeye devam ederse önemli bir görevi yerine getirmiş olacaktır.
Devrimci Marksizm / Revolutionary Marxism ekibi, Beyrut konferansında postmodernizmin ve postkolonyalizmin konferansa nasıl hâkim olduğunu şaşkınlıkla gözlemişti. Sonuç olarak o konferans da adı Tarihsel Materyalizm”, yani Marksizm olan bir derginin bayrağı altında yapılıyordu. İstanbul konferansında postmodernizmin etkisi özellikle akşamları düzenlenen toplu oturumlarda (“plenary”lerde) hissedilmekle birlikte, Marksizmin yöntemiyle yapılan oturumlar da epey ağırlık taşıyordu. Bunun son on yılda postmdernizmin sol içindeki nüfuzunun gerilemesiyle ilgisi olabilir. Buna ek olarak, tarihî nedenlerle Lübnan’ın kültürel atmosferinde Fransızca’nın ve postmodernizmin vatanı olan Fransa’nın etkisinin yüksek olması da bu duruma katkıda bulunmuş olabilir. Türkiye’de son yarım yüzyılda Marksizme taarruz bakımından esas rolü postmodernizmden ziyade sol liberalizmin oynamış olması ve “yetmez ama evet” sefaletinden sonra bu ekolün aydınlar nezdindeki itibarının bir darbe almış olmasının da bu farkta etkisi olabilir. Her ne nedenle olursa olsun, postmodernizm bu konferansa tek başına hâkim olamadı. Devrimci Marksizm de bu yönde kendi alçakgönüllü katkısını yaptı, yoldaşlarımız bulundukları her oturumda tebliğleri, soruları ve yorumlarıyla Marksizmin sesini yükseltti.