Yes sir, no master!

Yes sir, no master!

Bütün insanlar eşittir ama Madagaskar’dakiler bunu bilmiyor.

Voltaire

Hindiçini’de, Madagaskar’da ya da sömürgelerde yerliler öteki taraftan hiçbir şey beklememeleri gerektiğini daima bilmişlerdir.

Frantz Fanon

Babası büyükelçi olan bir eski dost anlatmıştı. Afrika’da beyazlara hizmet eden siyah ev işçileri, sömürge dönemi kapandıktan, hemen hemen bütün kıtada bağımsız devletler kurulduktan sonra dahi, uzunca bir süre, beyaz “efendi”lerine “Hayır” cevabı vermemek için özel bir protokol geliştirmişler. Diyelim beyaz ırktan bir büyükelçi akşam evine döndü, kapı “uşağı” tarafından açıldı. Diyelim, beyaz “efendi” eşinin eve dönüp dönmediğini sordu siyahi uşağa. Kadın henüz dönmediyse uşağın doğru bilgi verebilmesi için efendiye “hayır, dönmedi” demesi gerekecek. Ama uşağın efendiye düpedüz “hayır” demesi zinhar yasak! Saygısızlık, terbiyeye aykırı davranış, hatta isyan gibi görülebilir bu. Peki, ne yapacak uşak? Cevap “Yes sir, no master”! Yani “evet beyefendi, hayır efendim”! “Hayır” diyecekken bile evet demek!

Bu siyah adamın ve onunla birlikte sömürgeleştirilmiş bütün halkların, eski deyimle “sarı ırk”ın, Endonezya’dan Hindistan’a “esmer halklar”ın, Amerika yerlilerinin, Mağrip’ten Maşrık’a Arapların insanlık dışı bir konuma yerleştirilmesine yol açan aşağılık sömürgeci sisteme en keskin eleştirileri yöneltenlerden, 1961’de yazdığı Yeryüzünün Lanetlileri kitabıyla (Versus Yayınları, çev. Şen Süer) bu sisteme en büyük düşünsel darbelerden birini vuran Frantz Fanon bugün 100 yaşında. Şayet Marksizm dünyayı sermayenin, burjuva sınıfının sultasından kurtaracaksa, zaferini bir dünya devrimine kadar taşımak zorunda. İşte bu yüce amaç için mücadele ederken en büyük müttefikleri, dün sömürgeciliğe, bugün emperyalizme karşı uzlaşmaz bir mücadele veren ulusal kurtuluş hareketleri ve onların enternasyonalist önderlerinin, Kwame Nkrumah’ların, Patrice Lumumba’ların, Thomas Sankara’ların, César Augusto Sandino’ların yanı sıra ezilen ulusların büyük teorisyenleri ve düşünürleri Frantz Fanon’lar, José Martí’ler, Walter Rodney’ler, Steve Biko’lar, Gassan Kanafani’ler ve sayısız diğerleri olacaktır.

Biz bu yazıda hakkını verecek kadar ayrıntıya giremesek de Fanon’u anmakla, gelecekte Asya, Afrika, Latin Amerika ve elbette Batı Asya ve Kuzey Afrika (BAKA) bölgesi halklarının kurtuluş mücadeleleri zincirinde önemli bir halkanın genç devrimci Marksistlere aktarılmasını amaçlıyoruz.

Ataları köle bir Marksist psikiyatr

Frantz Fanon, 20 Temmuz 1925’te bugün hâlâ Fransa’nın sömürgesi olan ama “Denizaşırı İller ve Topraklar” olarak anılan, bu yöntemle “anavatan”ın parçası sayılan, Antiller olarak bilinen adalardan biri olan Martinik’te doğmuş, ataları köle olan ama Fransa’nın devlet memurluğunu yapan bir babanın oğlu olarak iyi koşullarda yetişen Afrika kökenli bir siyahidir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransa’nın önemli sanayi şehri Lyon’da psikiyatri okurken toplumsal sorunlara ve felsefeye merak sararak, başka düşünürlerin yanı sıra Hegel, Marx ve Lenin’in yapıtlarını incelemiş, ayrıca, 1950’li ve 1960’lı yıllarda şöhretinin zirvesine yükselmiş ve Marksizmle varoluşçu felsefeyi birleştirmeye girişmiş olan Fransız feylesofu Jean-Paul Sartre’dan ileri derecede etkilenmiştir.

Fanon, daha 1952 yılında 27 yaşındayken Marksist bir bilinçle sömürge sorununa yaklaşan bir dizi çalışmasını Siyah Deri, Beyaz Maskeler (Metis Yayınları, çev. Orçun Türkay) adlı kitapta yayınlamıştır. Burada, sömürgedeki siyah, “sarı”, “esmer” “yerli”nin nasıl devasa bir yabancılaşma içinde yaşadığını, Hegel’in köle-efendi diyalektiğinin sömürge bağlamında nasıl farklılaştığını, tarihteki sınıf ilişkilerinden farklı olarak burada “yerli”nin şeyleştirildiğini, insan olmaktan çıkarılarak bir nesne haline dönüştürüldüğünü anlatmıştır. Bu ilişkinin bir boyutu olarak yerliler arasında aydınların, kariyeristlerin, kendini bireysel olarak kurtarmak için çırpınanların “beyazlaşmış zenci” haline gelme mekanizması üzerinde durmuştur. Yerli, ancak kendisi olmaktan kurtularak sömürgecinin dünyasında bir “kişi” haline gelebilmektedir. “Kara deri” üzerine “beyaz maske” takmak işte bunun yöntemidir.

Fransa döneminden sonra Fanon için Cezayir dönemi başlar. Fransa’nın en değerli sömürgesine Fransız vatandaşı bir psikiyatr olarak tayin edilen bu kara derili köle torunu, orada Blida kentinde üç yıl boyunca Cezayir’in en büyük psikiyatri kliniğinin şefi olarak, İspanya İç Savaşı gazisi bir başka hekimle birlikte geliştirdikleri sosyal terapi yöntemleriyle hem “yerli” hastaları, hem de Fransız anakarasından gelme hastaları tedavi edecektir. Burada bir hekim olarak yaşadığı deneyimden çıkardığı ana dersi şöyle özetlemiştir:

“Delilik, insanın özgürlüğünü yitirmesinin yollarından biridir. Burada elde ettiğim deneyimin olanaklı kıldığı bakış açısından söyleyebilirim ki, bu ülke sakinlerinin yabancılaşma derecesi ürkütücüdür. Şayet psikiyatri insanın çevresine yabancılaşmasının ortadan kaldırılmasını olanaklı kılan tıbbi teknik ise, kendimi şunu belirtmeye mecbur hissederim: [Cezayirli] Arap, kendi memleketinde daimi biçimde yabancı olarak yaşar, kişi olma olanağı mutlak bir şekilde elinden alınmıştır.” (Afrika Devrimine Doğru, çev. Sanem Işıl Aytuğ, buradaki alıntı bizim çevirimiz.)

Fanon, bir Marksistin psikiyatr olarak çalıştığında, karşısına çıkan “hasta”nın yanı sıra ve belki de onun yerine, onun içinde yaşadığı toplumun “hastalıklı” olduğunu keşfetmesi olanağını ıskalamamıştır. İnsanlar topluma uyum sağlayamıyor ise bu, hiçbir şekilde sadece onların kendi kişisel özelliklerinden kaynaklanmaz, toplumsal koşullar belirleyici bir etki yaratır.

Cezayir devriminin militanı Marksist psikiyatr

Fanon sadece sömürgelerin yerli halkının mutlak anlamda şeyleştirilmiş bir hayat yaşadığını kavramamış, genç yaşından itibaren bunu dünyaya duyurmanın kavgasını vermekle kalmamış, aynı zamanda devrime katılmıştır. Başka ülkelerin devrimlerine katılan yabancılar meselesi çok katmerli bir tarih konusudur. Rus devriminde de (örneğin Radek ve Rakovski), Latin Amerika devriminde de (Küba ve Bolivya devrimlerinde Che, Nikaragua devriminde birçok Meksikalı ve başka sayısız örnek), Türkiye devrimlerinde de (Hürriyet devriminde Balkan devrimcileri, Millî Mücadele’de Yusuf Akçura türü Tatarlar ve Türki halklardan başka kişiler), kısacası bütün devrimlerde görülmüş bir olaydır. Fanon da ne Cezayirli ne de hatta Arap olmadığı, Afrika’dan Karayipler coğrafi bölgesine sürülmüş bir “kara derili” ailenin torunu olduğu halde İkinci Dünya Savaşı sonrası Sömürge Devrimi’nin doruklarından biri olan Cezayir devriminin en önde gelen temsilcilerinden biri olmuş, yetmemiş bu devrimin uluslararası alandaki temsilcisi haline gelmiştir.

Cezayir devrimi 1954’te başlamıştır. Daha Blida’daki hastane döneminde psikiyatri kliniğinin genç şefi, her türlü kaçak silahın, bombanın, lojistik malzemenin vb. gizli şekilde gerillaya aktartılmasında bir kayış rolü üstlenmiş, hastanede bir paralel yapı yaratarak devrime her türlü desteği sağlamış, daha ötede bir psikiyatr olarak gerillalara bombalama eylemlerinde reflekslerini nasıl kontrol etmeleri gerektiğinden işkence esnasında direnme bakımından psikiyatrik bilgilere karşı mesleğinin birikimini insanlığın hizmetine sunmuştur. Bütün bunlardan dolayı Fransız sömürge yönetimi onu 1953’te kendisi davet ettiği Cezayir’den 1956 yılında sınır dışı edecektir. Düşmanın bu hamlesi, Fanon’un tam zamanlı profesyonel devrimciliğe geçişinin vesilesi olmuştur.

Marksist teorisyen Afrika devriminin militanı ve önderi

Sınır dışı kararından sonra Fanon Cezayir’in doğu komşusu Tunus’a yerleşerek (entelektüel çalışmalarının dışında) bütün zamanını Cezayir devriminin örgütlenmesine vermiştir. Önceleri devrimin organı El Mücahit gazetesinin yönetiminde yer almış, ardından çeşitli konferanslarda Cezayir Cumhuriyeti Geçici Hükümeti’nin (GPRA) uluslararası platformlardaki sözcüsü olmuştur.

Dönem Sömürge Devrimi’nin coştuğu dönemdir. Bu yıllarda birçok Afrika ülkesi, büyük romancı Joseph Conrad’ın “Karanlığın Kalbi” olarak andığı sömürgeciliğin tacındaki elmas Kongo da dâhil bağımsızlığına doğru adım atmıştır. Gana, pan-Afrikanist Kwame Nkrumah yönetiminde bağımsızlığına kavuşmuştur, başkenti Akra Afrika devriminin genel karargâhı haline gelmiştir. Fanon bir süre Cezayir devriminin sözcüsü olarak Akra’ya yerleşir. Yolu Nkrumah dışında Kongo’nun tarihî kahramanı, 1961’de yeni bağımsız devletin başbakanı iken öldürülen Patrice Lumumba ile, Fransız emperyalizminin bir komplosu ile öldürülecek olan Fas devrimci önderi Ben Barka ile, Afrika’nın bütün başka devrimci önderleriyle kesişecektir.

Fanon, aynen daha sonra 1960’lı yıllarda Che Guevara’nın “İki, üç, daha fazla Vietnam” sloganında cisimleşen stratejisinde olduğu gibi, emperyalizmi birden fazla odakla sıkıştırmak amacıyla bu dönemde (Portekiz sömürgeciliğinin sultasında olan) Angola’da da bir devrim başlatmanın olanaklılığı üzerinde ısrarla duracak, Angola devrimci hareketiyle (bazı yanlışlar da içeren, ama burada konumuz o değil) ilişkilerini derinleştirecektir.

Neredeyse bütün has devrimcilerde görüldüğü gibi, kararlı ve tutarlı devrimcilik Fanon’u anti-kolonyalist devrimcilikten enternasyonalizme doğru taşımaktadır. Bunun son derecede dokunaklı sonucunu şu örnekte görebiliriz: Fanon, 1960 yılının sonunda, daha “yolun yarısında” iken, lösemiye yakalandığını, belki birkaç yıllık, belki birkaç aylık bir süresi kaldığını öğrenir. Moskova’da hastaneye yatar. Doktorlar ona tek (düşük) umudun Amerika Birleşik Devletleri’nde sürekli ilaç tedavisi olduğunu, katiyen başka faaliyette bulunmamasını, devamlı hastanede yatması gerektiğini söylerler. Fanon tipik tavrıyla Moskova’dan dönüşte Cezayir önderliğine kendisini Küba’ya elçi tayin etmelerini teklif eder!

Küba’da 1959’un 1 Ocak günü Fidel ve Che önderliğindeki devrimci hareket iktidara yükselmiştir. Fanon büyük devrimci kavrayışıyla emperyalizmi sıkıştıracak devrimin artık kıtalar arası bir devrim haline gelmekte olduğunu sezer. Neredeyse “beni Amerikan doktorlarının değil, Dr. Ernesto Guevara’nın ellerine teslim edin” demektedir.

Sonunda doğanın hükmüne karşı çıkmamaya ikna edilir. 1961’in ikinci yarısında ABD’de hastaneye yatar.

Yeryüzünün Lanetlileri

Bu yazının girişinde Fanon’un son 65 yıldır her devrimci kuşağın eline aldığı başyapıtının Yeryüzünün Lanetlileri başlığı taşıyan kitabı olduğunu belirtmiştik. Bu kitap ölümün soluğunu ensesinde duyan bir adamın son vasiyeti gibi yazdığı bir devrimci manifestodur. Kitabı anlatmayacağız. Anlatılmaz, okunur. Dünyanın en iyi analizi olduğu için değil. Bizce Yeryüzünün Lanetlileri bir kitap değildir; siyah adamın, “sarı ırk”ın, Hint fakirinin, fellahın birleşerek kulaklarımızda çınlayan çığlığıdır.

Sartre 1961’de yayınlanan kitaba yazdığı önsözde şöyle diyor:

“Fanon’u okuyun. Fanon bu bastırılamaz şiddetin ne bir bardak suda fırtına ne barbar içgüdülerin yeniden ortaya çıkışı ne de bir hınç olduğunu kusursuzca gösteriyor: kendine gelen insandır bu.”

Fanon, bu kitapta tavizsiz bir devrimci perspektifi savunur. Şiddet olmadan şeyleşmiş yerlinin yeniden insanlaşamayacağını ileri sürer. Doktor demektedir ki, insanlık tedavi edilecekse bu ancak eski dünyanın acımasızca paramparça edilmesi sonucunda mümkün olacaktır.

Yazarın trajedisi bir gerilim filminin son sahneleri gibi yaşanır. Fanon, başyapıtını 1961’in Mart-Nisan aylarında yazmıştır. Paris’te büyük devrimci yayıncı François Maspero, devletin toplatacağını bile bile kitabı yayınlamayı üstlenir. Sartre da, Roma’daki ilk ve son görüşmelerinde Fanon’un kendisinden talep ettiği önsözü yazmayı seve seve kabul eder.

Kitap Kasım sonuna doğru matbaadan çıkar. Amerika’da hastane yatağında yatmakta olan Fanon’un eline 3 Aralık’ta ulaşır. İletilen pakette, Sartre’ın kitaptaki muazzam övgü dolu önsözünün dışında Fransız basınında derhal yer almış müthiş sitayiş içeren değerlendirmeler de vardır. Frantz Fanon 6 Aralık 1961’de ölüme yenik düşer.

21. yüzyılda Fanon ne demektir?

Günümüzde post-kolonyalistler ve kimlikçiler, başka birçok devrimciye yaptıkları gibi, Fanon’u da kendi “müzakereci” politik çerçevelerine payanda olarak kullanmaya yatkınlar. Oysa Fanon siyasi felsefe olarak her şeyden önce sömürge devrimini şiddete bağlamakla ayırır kendini. Yani kimlikçilerin aksine safkan devrimcidir. Ayrıca “kimlik” politikasına Fransızca “Négritude” (“Zencilik” olarak çevrilebilir) adıyla bilinen şair ve sanatçılar akımının (Aimé Césaire, Leopold Senghor vb.) ilerici yanlarına rağmen tam da Afrika’nın geçmişini yücelten ve Afrikalılığı bir ölçüde bir folklar unsuruna indirgeyen yaklaşımlarını açıkça reddetmiştir.

Fanon her şeyden önce devrimcidir. Devrimin tek tutarlı gücünün yoksul köylülük olduğunda ısrarlıdır. Emperyalizmle pazarlığa dayanan bir özgürleşmeyi savunan arabulucu aydınlara karşıdır. Onların kara derilerini beyaz maskelerle saklamaya girişmiş olduklarını ileri sürer. Fanon bir yoksul Üçüncü Dünya devrimcisidir ya da bugünün gençlerinin daha yakından tanıdığı dille “Küresel Güney”in devrimcisi.

Yeryüzünün Lanetlileri başlığı, bütün şiirsel güzelliğine rağmen, Türkçede bize hemen bir şey ifade etmeyebilir. Şundan: Bu terim Enternasyonal marşının orijinali olan Fransızca versiyonunun ilk mısraında yer alır: “Ayağa kalkın yeryüzünün lanetlileri/ayağa açlığın kürek mahkûmları!” Burada yazar emperyalist ülkelerin proletaryasından daha da “lanetli” bir toplumsal katmanın dünya çapındaki sefaletinden söz etmek istiyor sanki. Yani ister sömürgelerde ister emperyalist ülkelerde Fanon reformizmin kararlı düşmanıdır.

Fanon, kimlik tuzağından önce Afrika devrimine, sonra genel Sömürge Devrimi’ne yüzünü dönerek kurtulmuş, insanlaşmayı evrensellikte aramaya başlamıştır. Onun tam çözemediği sorunların cevabı Che Guevara’nın Marksist enternasyonalizminde, onun vazgeçilmez programatik hedefi olan dünya devrimindedir. Ancak bugünün devrimci Marksistleri hiç unutmamalıdır ki Lenin Marx ile Engels’in Komünist Manifesto’nun son satırına yerleştirdiği “Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!” sloganını, 20. yüzyılın başında, emperyalizm çağının şafağında güncellemiş, somutlaştırmış, zenginleştirmiştir: “Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halklar, birleşin!”

İşte Frantz Fanon, yanına Steve Biko, Gassan Kanafani, Malcolm X ve diğerlerini eklersek, o ezilen ulusların sesi olarak dünya devriminde Marksistlerin birlikte yürüyeceği o büyük devrimcilerin çok önemli bir örneğidir. Bunlar söz “Yes sir” diye başlamayan, doğrudan “No master!” diye haykıranlardır. Fanon’un öyküsü, onların hikâyesidir.