ABD’nin metal işçileri masaya yumruğunu vurdu
Aynı Türkiye’de olduğu gibi, Amerikan işçi sınıfının da en güçlü taburlarından birini metal işçileri ve özellikle de otomobil sektöründeki işçiler oluşturuyor. UAW, yani Birleşik Otomotiv İşçileri Sendikası’nda örgütlü olan bu işkolundaki işçiler şimdi ükenin en büyük üç otomotiv şirketi olan Ford’un, General Motors’un ve (Fiat, Peugeot, Jeep gibi markaları üreten) Stellantis’in fabrikalarının yoğun bulunduğu ve ABD’nin Bursa’sı denebilecek Detroit ve çevresinde şalter indirerek bütün ülkenin gündemine oturdu.
Greve giden günlerde, UAW’ın toplu sözleşme masasındaki talepleri yüzde 40 ücret artışı, işçilerin statüsünde birinci kategori-ikinci kategori olarak yapılan ayrıma son verilmesi, 32 saatlik yani 4 günlük iş haftasına geçilmesi ve bir o kadar önemli olarak fabrika kapatmalara karşı grev hakkı idi. Yüzde 40 ücret artışı talebine, patron tarafı şimdilik yüzde 20 önererek karşılık veriyor. İşçilerin buna yanıtı ise net: sendikanın çıkardığı istatistiklere göre, bu şirketlerin CEO’larının, yani şirketin tepesindeki müdürlerin son yıllarda ücretlerine yapılan artış yüzde 40’ı buluyor. Masa başında kağıt imzalayan müdüre para var da, o otomobilleri yaratan işçiye gelince “inek içti, dağa kaçtı” mı oluyor? Dolayısıyla işçiler patronların bu oyununa kanmıyor. Grev başladıktan sonra patron tarafından tekrar gelen yüzde 21 oranındaki ücret artış teklifini sendika ve işçiler reddetti.
Grev ikinci haftasına girmişken, grevin örgütlenme tarzına ve tüm ABD politikasında yarattığı etkiye değinmek gerekir. UAW sendikası son yıllarda önemli bir değişim yaşadı. Bu sendikanın son iki genel başkanı, sendikanın kasasından zimmetlerine milyon dolarları bulan paralar geçirdikleri için şu anda hapiste. Bu yılın Nisan ayında sendikanın başına geçen Shawn Fain, UAW’nın 88 yıllık tarihinde doğrudan işçilerin oyuyla seçilen ilk sendika başkanı (öncesinde yalnızca delege ve şube başkanlarının oy kullandığı dolaylı bir seçim sistemi vardı). Henüz daha yolun başında olsak da, Fain’ın önderliği önceki dönemlerin aksine sınıf uzlaşmasını değil sınıf mücadelesini önüne koymuş gibi gözüküyor. Bunun çok sembolik bir işareti, Fain’ın, toplu sözleşme süreci başlarken patron tarafı temsilcisinin elini sıkmayı reddetmesi olmuştu. Bunlar Fain önderliğine güvenmek için yeterli değil ve işçinin her daim sendikasına sahip çıkıp denetlemesi gerekiyor. Ama ilk işaretleri bu önderliğin farklı bir yol izlemeye niyetli olduğunu gösteriyor.
Nitekim, toplu görüşme sürecinin sonunda patron tarafı Nuh deyip peygamber demeyince, işçiler grev diyerek yanıt verdi. Ama UAW, bu sektörde üyesi olan yaklaşık 150 bin işçinin tamamını greve çıkartmak yerine, bize göre başarılı (ve Fransa’daki büyük grevler sırasında geçtiğimiz dönemlerde CGT’nin izlediği metodu andıran) bir taktik izledi. Sendika her üç otomotiv şirketinin de üretimini aksatacak stratejik fabrikalar seçti ve toplamda yaklaşık 14 bin işçiyi ilk günden greve çıkardı. Bunun birkaç önemli sebebi bulunuyor. Birincisi aynı zamanda muhtemelen en belirleyici sebep. Grev başladıktan sonra, sendikanın grev kasası her işçiye haftada 500 dolar veriyor ve işçinin ve ailesinin sigortasının devam etmesi için gerekli ödemeleri yapıyor. Bu hesapla, bu sektördeki tüm sendika üyeleri greve başladığında, grev kasasının üç ayın biraz altında bir süre greve devam etmek için yeterli olacağı hesaplanıyor. İlk hafta izlenen taktik sayesinde, patron tarafında üretim aksadı, yeni otomobiller çıkmaz oldu ama işçilerin grev kasası (diğer işçiler çalışmaya ve ücretleri üzerinden sendika aidatı vermeye devam ettiği için) ya hiç azalmadı ya da bu azalma çok cüzi oldu. Burada grevin zamanlaması da bir kez daha önem kazanıyor. Korona sonrası dönemde, ABD’de otomobil stoklarının tarihî düşük bir seviyede olduğu hesaplanıyor. Yani patron tarafının, stoktaki araçları satarak grev sürecinde üretimin aksamasını sineye çekme şansı yok. Bu şartlar altında sendika, grevin devam edebileceği süreyi bu taktikle uzatarak patron tarafını ve hükümeti köşeye sıkıştırıyor.
Bu taktiğin ikinci avantajı, sendikaya vites arttırma ve misillemede bulunma şansı vermesi. Patron tarafı bazı fabrikaları kapatmakla ya da bazı işyerlerinde işten çıkarmalarla sendikayı tehdit etmeye başladı bile. Şimdi sendika, patron tarafının bu tehditlerine ve adımlarına yeni fabrikalarda hızla şalter indirerek cevap verme şansına sahip. Dahası her olumsuz sonuçlanan görüşmede yeni fabrikalarda greve gitme ve vites arttırma olanağı, moral açısından ivmeyi sürekli yükseltme olanağı tanıyor. Son olarak, bu taktikle sendika patron tarafını kendi içinde bölmeye çalışıyor gibi gözüküyor. Nitekim üç şirketten Ford, sendikanın taleplerini kabul etmeye yanaştığı için, sendika ilk haftanın sonunda greve giden ikinci dalgadaki fabrikaları diğer iki şirkette yoğunlaştırdı. Eğer sendika bu taktiği işçilerin denetimi altında başarıyla uygularsa, grevin ülkedeki bütün havayı değiştirecek bir zaferle bitmesi işten bile değil.
Son olarak, burjuva siyasetinin, işçilerin gönlünü kazanıp gözünü boyamak için nasıl sıraya girdiğinin altını çizmek gerekir. ABD Başkanı Joseph Biden’den, bir önceki ABD Başkanı ve muhtemelen 2024’teki seçimlerde Biden’ın rakibi olacak olan faşist Trump’a kadar bir dizi siyasetçi hemen sıraya girdi. Biden gelip sembolik olarak grev gözcülerinin arasına katılacağını söyledi, Trump ise aynı hafta grevi ziyaret edeceğini. Bir yandan, tam da seçim öncesinde 150 bin işçiyi ve ailelerini kapsayabilecek bir grevi karşılarına almak iki siyasetçinin de işine gelmiyor. Ama dahası, Biden eğer işçilerin aklını çelip grevi hızla sonlandıramazsa tam seçim öncesi büyük bir fatura ödemesi gerekeceğinin farkında. Bu yüzden sevimlilik peşinde, grev gözcülüğü yapacağını söylüyor. İşte işçi sınıfının güçlü taburları yumruğunu masaya vurduğunda, patron siyasetçilerini böyle hem ayağına hem dize getirir! ABD’de de öyle, Türkiye’de de öyle olacak!