Depremi unutmayacağız, sorumluları affetmeyeceğiz
Depremin ardından üç ay geçti. Depremden saatler sonra, henüz insanlar enkaz altındayken Erdoğan ilk yaptığı açıklamada yıkılan şehirleri yeniden inşa etmekten bahsediyordu. Enkaz altındakilerin çıkarılması, evleri hasar görmüş ya da yıkılmış insanların ihtiyaçları için neler yapılacağını söylemeden önce… Sonra iktidar cephesinden yaraları birlikte saracağız konuşmaları başladı. Ama hepsinin lafta olduğu da her an başka bir şekilde kendini gösterdi. Daha ilk günlerde, bakanlar o acının ortasında deprem bölgesine yaptıkları ziyaretlerde neredeyse kahkaha attıkları görüntüler verdiler. Televizyon kameralarının karşısına geçecekleri zaman depremzede çocukları dekor gibi önlerine dizdiler. Ama orada emekçi halkın gördüğü, kendileri bilmem kaç bin liralık kabanları, atkıları ile poz verirken önlerinde kazakla duran çocuklar, üşüyüp kapüşonunu takmış çocuğun çıkarılan kapüşonu oldu. İnsanlar çadır bulamazken Kızılay’ın çadırları günlerce elinde tuttuğu sonra da sattığı ortaya çıktı. Artık bir holding olan Kızılay’da kamu yararının yerine çoktan piyasanın kuralları geçmişti. Çadırlara talep gelmesini, alıcı çıkmasını beklemiş Kızılay. İnsanlar taleplerini, sesini her yerde duyurmaya çalıştı, engellemek için sosyal medyayı bile sınırladılar. Nureddin Nebati buna ne gerek vardı ki diyebilir. Çünkü ona göre iktidar sahadan talep gelmeden sorunları çözmüş, o yüzden de toplum sıkıntıları çok derinden yaşamamış! Kimse de sokakta kalmamış! Ve o yüzden karşımızda rahat bir şekilde bulunabiliyormuş! Bunun adına bizim bildiğimiz rahatlık değil, pişkinlik denir.
İnsanlar günlerce doğru dürüst yardım gitmediği için yaşadığı şehri terk etmek zorunda kaldı, başka yerde eşi dostu akrabası olan onların yanına gitti. 3 milyondan fazla insan deprem bölgesinden ayrılmış durumda. Sadece Ankara’da belediyenin açıklamalarına göre 450 bin depremzede var. Deprem bölgesinde kalanlar da Nebati’nin sahadan talep gelmeden çözdük dediği sorunlarla boğuşmaya devam ediyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun kendisi daha yeni 3 milyon insanın çadırlarda yaşamaya devam ettiğini söyledi. Bu çadırlarda alt yapı yetersiz, temiz su ve hijyen sorunu devam ediyor. Doğru dürüst bir planlama da yok. Öyle ki insanları çadırlara yerleştirip sonra habersiz gelip çadır kentin elektriğini kestikleri ve insanlara çadırları boşaltın başka yere taşıyacağız dedikleri örnekler var. Şirketler aldıkları ihalelerle enkazları kaldırıyor, ceplerini dolduruyor ama bu sırada gerekli tedbirler alınmadığı, onları denetleyen de olmadığı için zaten mağdur olan, zor koşullarda çadırlarda yaşayan insanların sağlığını tehdit ediyor.
Deprem bölgesinde durum bu ama yerini yurdunu bırakıp başka yerlere gidenlerin durumu da çok daha iyi değil. Gittikleri yerlerde iş bulma konusunda da, ev bulma konusunda da kendi kaderlerine değil asıl sermaye düzeninin insafına bırakılmış durumdalar. Kiralar zaten fırlamış durumda, depremzedelerin daha yoğun gittiği şehirlerde zaten fahiş olan fiyatlar bile 2-3 katına çıkmış durumda. İşsizlik almış başını gitmişken iş bulmak, hele yeniden bir hayat kurup geçinebilecek ücretlerle bir iş bulmak neredeyse imkânsız. İş bulabildiğinde de birçok durumda depremden önce bir evde iki kişi çalışırken yeni gittikleri yerde örneğin çocuğa bakacak insan olmadığı için tek maaşa düşmek zorunda kalıyorlar. Patronların kâr hırsını her şeyin üzerinde tuttuğu için insanları enkaz altında bırakan bu sermaye düzeninin devleti, onun iktidarı sadece depremin ardından ve sonrasında deprem bölgesindeki insanları değil, gittikleri yerde de depremzedeleri yalnız bırakıyor. Ölen on binlerce insanın kaybının telafisi yok belki ama kalanların kayıplarının telafisi için çırpınan, yaraları sarmak için uğraşan bir iktidar da yok.
Onların kayıptan anladıkları başka. Yine Nureddin Nebati lafı dolandırmadan, bize açıklama gereği bile bırakmadan söylüyor. Önce 104 milyar dolar servet kaybımız var diyor. Sonra yukarıda bahsettiğimiz ve insanların sorunları derinden yaşamadığını iddia ettiği konuşmasında “113 milyar dolar olarak belirlediğimiz ve giderek artan bir kaybımız var” diye devam ediyor.
Bir tarafta işçiler, emekçiler depremin yaralarını sarmak için seferber olan bu toplumun yüzde 99’u. Fabrikasından, işyerinden koli koli yardım gönderen, bizzat gidip çadır kuran, yaraya merhem olmaya çalışanlar. Kayıplarını acı bir şekilde enkazdan çıkarılan cenazeler olarak sayanlar. Diğer tarafta enkazlardan kaldırılacak molozların ihalesini düşünenler, kayıplarını milyar dolar cinsinden sayanlar. Bir tarafta emeğin, bir tarafta paranın gücü. Unutmayacağız, affetmeyeceğiz. Enkazlardan nasıl emeğin gücü ile canlarımızı çıkardıysak, hesabını da emeğin gücüyle soracak, sistemin enkazından da emeğin gücüyle çıkacağız. Emeğin gücü paranın gücünü er ya da geç yenecek, işte ancak o zaman depremin yaraları sarılmış olacak. Ve işte o zaman memlekete bahar gelecek.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Mayıs 2023 tarihli 164. sayısında yayınlanmıştır.