Halkın haklı ve meşru isyanı mâhkum edilemez!
Yargıtay’ın beraat kararını bozmasının ardından tekrar görülen ve 15 Temmuz darbe girişimi davası ile birleştirilen Gezi davasında dosyada somut ve açık deliller bulunmamasına, delil adı altında ortaya konan telefon dinlemeleri yasadışı olmasına rağmen Osman Kavala için ağırlaştırılmış müebbet, Can Atalay, Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman, Mine Özerden, Çiğdem Mater, Hakan Altınay ve Yiğit Ali Ekmekçi için 18 yıl hapis cezası ve tutuklama kararı verildi. Bu kararın herhangi bir hukuki izahını bulmak mümkün değil. Ancak hakimlerden birinin 2018 yılında milletvekili seçimlerinde Samsun’dan AKP aday adayı olmuş olması pek çok şeyi izah ediyor.
Hâkimin bu özelliği bilinmesine ve sanık avukatları tarafından dile getirilmesine rağmen davadan çekilmemesi ve karara imza atması mahkûmiyet kararlarının siyasi niteliğinin iktidar tarafından da özellikle altının çizilmek istendiğini düşündürüyor. Zira belli ki iktidar sanıklara verilen mahkumiyetleri ve tutuklama kararlarını vesile ederek bir bütün olarak halka gözdağı vermeye çalışıyor. Çünkü istibdad rejimi her tarafından tel tel dökülüyor, ekonomiden iç ve dış siyasetinin pek çok yönüne kadar, çözümsüzlük içinde çırpınıyor ve ülkeyi krizlerden krizlere sürüklüyor. Halkın geniş kesimleri istibdadın “devletin ve milletin bekası” olarak paketlenip pazarlanmasına artık inanmıyor. İstibdad cephesinin iktidara tutunmak için elinde baskıdan ve korku yaratmaktan başka bir aracı kalmıyor.
Bu davada verilen mahkûmiyet kararları Türk Ceza Kanunu’nun 312. Maddesine “cebir ve şiddet yoluyla Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs” suçlamasına dayanıyor. Burada büyük bir ironi var. Sanıkların cebir ve şiddet kullandığına dair en ufak bir delil sunulamamıştır. Ayrıca TCK’nın ilgili maddesinin kast ettiği darbe ya da herhangi bir tür darbe girişimiyle de uzaktan yakından bir ilgisi yoktur.
Daha genel olarak halk hareketlerinin hükümetin istifasını sağlamaya çalışmasını “cebir ve şiddet yoluyla Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs” olarak tanımlayarak bir suç haline getirmeye çalışmak, bütün ülkelerin hayatında son derecede olağan olan bir siyasi eylem tarzını bir hak olmaktan çıkarmak demektir. AKP hükümetinin mahkemeler üzerinde baskı kurarak elde etmeye çalıştığı bu karar, halkı en doğal haklarından yoksun bırakmaya çalışan bir tutumdur ve “devletin bekası” gibi bütünüyle Cumhur İttifakı’nı kurtarmak için uydurulmuş bir kavrama yaslanan bir doğrultuya yeniden can vermeye çalışmaktadır.
Gezi ile başlayan halk isyanının alameti farikası, silahsız gençlerin, kurşunlarla (Ethem Sarısülük), kafalarına atılan gaz fişekleriyle (Berkin Elvan, Abdullah Cömert, Ahmet Atakan) ya da iktidarın kışkırttığı faşist çetelerce arka sokaklarda dövülerek (Ali İsmail Korkmaz) öldürülmesi, pek çoklarının benzer şekilde yaralanması ve sakat kalmasıdır. Yani “cebir ve şiddet” kullanımı halktan değil başında Tayyip Erdoğan’ın olduğu AKP hükümetinin polisinden ve sokak aralarında göstericilere tek kelimeyle “saldıran” ne idüğü belirsiz sivillerden gelmiştir.
Bugün 81 ilin 80’inde İçişleri Bakanlığı’nın hiç kuşkusuz alt sınırdan hesap yapan rakamıyla dört milyona yakın insanın katıldığı, milyonlarca insanın da mahallelerinden, balkonlarından, evlerinin pencerelerinden her yöntemle desteklediği son derece haklı ve meşru bu halk hareketi eğer bu şekilde istibdad medyası eliyle darbe, komplo gibi iftiralarla karalanıyor, güdümlü kararlarla mahkûm edilmeye çalışılıyorsa, amaç sadece bu davanın sanıklarının değil, halkın büyük kitlesiyle ayağa kalkmasının mahkûm edilmesidir.
Gezi ile başlayan halk isyanı haklıdır ve meşrudur. Amaçlarına ulaşamamış dahi olsa bu ülkenin emekçi halkının onurudur. Halk Gezi şehitlerini unutmayacaktır. Baskılar, güdümlü mahkeme kararları bu gerçeği değiştirmez ve değiştirmeyecektir. Emekçi halkın ekmek ve hürriyet mücadelesi sürmektedir. Dipten gelen dalga yüzeye çıkmaktadır. Darbe girişimleri, OHAL’ler, yasaklar, baskılar bu uzun soluklu mücadeleyi bitirememiştir, bitiremeyecektir.