Hükümetin virüs politikası: Test yapma! İzole etme! Ölümlere razı ol!
Hükümet Haziran ayı başında “normalleşme” ilan etti. Tamamen ekonominin yani sermayenin çıkarlarını düşünerek aldıkları bu kararda vaka sayılarının azalacağını ya da en azından düşük seyredeceğini umdular. Ancak umdukları gibi olmadı. Koronavirüs yayılmaya devam ediyor. İkinci dalga dense de birinci dalganın bitmediği görülüyor. Gelinen bu noktada yapılması gereken hastalarla yakın temas etmiş veya temas şüphesi olan herkesi öncelikle tek tek tespit edip (filyasyon) test yapmak ve akabinde 14 gün izolasyona almak olmalıydı. Hatta bununla da kalınmamalı, hastaneye başvurmasa da toplumun geneline yönelik yaygın bir test seferberliğine girişilmeliydi. Virüsün aşısı ve/veya etkili bir ilacı bulunana kadar elimizdeki etkili silahlar bunlar. Ancak hükümetin son yayınladığı genelgelerde tam tersine hastanelere başvuran hastalardan test numunesi almayı zorlaştırıcı hükümler getirildi. Baskı kurmak için hangi doktorun kaç test istediğini takip etmek için de sistemler oluşturulmuş durumda.
Gerekli önlemler zamanında ve yeterince alınmadı
Koronavirüs ilk kez Çin’de tespit edildikten sonra virüsün çok bulaşıcı olduğu keşfedildi. Bu tespit edilince hastaların karantinaya alınmasının önemi ortaya çıktı. Ancak Çin’in karantina çabaları yeterli olmayınca virüs Dünya’nın diğer ülkelerine yayıldı. Bu noktada, diğer ülkelerle beraber Türkiye’nin acilen yapması gereken şey, katı şekilde karantina önlemleri almaktı. Böylece bulaşma önlenecek, hastalık ülkeye hiç girmeyecekti. Ancak karantina tedbirleri sermayenin kârını tehdit ettiği gerekçesiyle alınmayınca virüs Türkiye’de de girdi ve yayıldı. Bu aşamada yapılması gereken, hastalarla temas etmiş herkese test yapmak, hasta olanları iyileşene kadar katı şekilde karantinada tutmaktı. Bu da yapılmadı. Virüs binlerce kişiye bulaştı, ipin ucu da kaçmış oldu.
İşçilere göz göre göre virüs bulaştırıldı
Hükümet virüsün yayıldığı bu ortamda bilinçli bir tercihte bulundu. Virüsün yayılmasını ve hastaların ölmesini önleyecek ürünlerin (maske, solunum cihazı, antiseptikler gibi) yaygın üretimine acil kamulaştırmalar yoluyla geçmek yerine (çünkü devletin bunları üretecek yeterince fabrikası yok!), patronların isteklerine boyun eğerek mevcut fabrikaların normal üretimlerine devam etmelerine göz yumdu (bu fabrikalar araba, beyaz eşya, makyaj malzemesi gibi salgın döneminde ihtiyaç olmayan ürünler üretti). Yalnızca bununla da kalmadı, iktidar, tüm medya organlarından “hayat eve sığar” diyerek herkese evde kalmasını öğütlerken fabrikalardaki işçilerin hiçbir ciddi önlem alınmadan çalıştırılmalarına göz yumdu. Çalışmaya zorlanan işçiler virüsü fabrikalarına, mahallelerine, ailelerine taşıdılar.
İktidar yaygın testin maliyetine katlanmaktansa ölümlere razı oluyor
Hükümet yine bu noktada bilinçli tercihler yapıyor. Hastalığın yayılmasını engellemek yerine vaka sayılarını düşük göstermeye öncelik veriyor. Sayıları manipüle etmenin en etkili yolu, protokolleri bu doğrultuda yenilemek, test sayısını azaltmak, tomografi sonuçları ve şikayetleri hastalıkla uyumlu olsa bile daha düşük doğruluğa sahip PCR testinin pozitif olmasını zorunlu tutmak, hastanelerden erken taburcu edilenleri, evde tedavisi sürenleri iyileşen hasta olarak saymak… Bunlar ne hastalığı yok ediyor ne hastaları iyileştiriyor ne de salgının yayılma hızını düşürüyor. Sadece ve sadece iktidarın sermayenin çıkarları için milyonları iş yerlerine gönderme politikasının devamı için kamuoyu algısını yönetmeye yarıyor. Dolayısıyla iktidar izlediği politika ile hastalığın kökünü kurutmak için yapılması gerekenleri (yaygın test yapmak ve izolasyon uygulamak) yapmak yerine, halkın ölmesini yeğliyor. ABD’de, Brezilya’da, İngiltere’de örneğini gördüğümüz özellikle yaşlı nüfusun ölümünü bir sorun olarak görmeyen hatta sosyal güvenlik sisteminin üzerindeki yükü hafifletmek için değerlendiren faşist yaklaşımlara benzer bir pratikle karşı karşıyayız.
Örgütlü mücadele hayat memat meselesi
Geniş emekçi halk kesimleri için ölüm demek olan iktidarın bu politikasına karşı çıkmak için örgütlü mücadele şart. Halkın sağlığının korunmasını iktidardan ve sermayeden bekleyemeyeceğimiz net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Halkın sağlığını korumak sağlık emekçilerinin, tabip odaların, memur ve işçi sendikalarının koordineli ve örgütlü mücadelesinden geçiyor. Örgütlü mücadele belki de hiç bugün olduğu kadar doğrudan bir hayat memat meselesi olmamıştır.