Tahrir’den Tahrir’e dünya devriminin üçüncü dalgası
Bir zamanlar kana bulanmış Santiago’nun
Sokaklarında dolaşacağım yeniden
Ve özgürleştirilmiş güzelim bir meydanda
Duracağım aramızda olmayanlara ağlamak için.
Yakan kavuran bir çölden geliyor olacağım
Ormanlardan göllerden geçerek
Ve Santiago’nun bir varoşunda
Anacağım daha önce yitirdiğim kardeşlerimi.
Yurdunu kurtarmak için az olsun çok olsun
Bir şeyler yapanların yanına katılacağım
Ve ilk kurşunları sıkacağım
Er ya da geç, ama hiç vazgeçmeksizin.
Geri gelecek o kitaplar, o türküler
Katillerin elleriyle yaktığı
Küllerinden doğacak yeniden halkım
Hesabını ödeyecek yurduna ihanet edenler.
Bir çocuk oynuyor olacak bir ara sokakta
Ve yeni arkadaşlarıyla şarkı söyleyecek
Ve bu şarkı La Moneda sarayında
Kıyılan bir hayatın şarkısı olacak.
Bir zamanlar kana bulanmış Santiago’nun
Sokaklarında dolaşacağım yeniden
Ve özgürleştirilmiş güzelim bir meydanda
Duracağım aramızda olmayanlara ağlamak için.
Pablo Milanés
“Yo pisaré las calles nuevamente”
Şairler biraz da kâhindir. “Kana bulanmış” Santiago, Şili’nin başkenti, 27 Ekim 2019’da meydanlarıyla, sokaklarıyla, varoşlarının ara sokaklarıyla özgürleşti. Bir milyon dendi, bir buçuk milyon dendi, 18 milyonluk bir ülke tek yürek oldu, Santiago’yu özgürleştirdi. Elbette şair-müzisyenin sözünü ettiği, daha hesap vermemiş hainlerin ve onların koruduğu parababalarının dışında. Küba’nın, la nuova trova olarak anılan yeni türküsünün iki büyük ustasından biri olan siyahi Pablo Milanés’in, işçi ve emekçilerin oylarıyla seçilmiş cumhurbaşkanı Salvador Allende’yi başkanlık sarayı La Moneda’da öldürttüğü 11 Eylül 1973 Pinochet darbesinden sonra yazdığı bu şarkı, sadece Şilililer için değil, o dönemde yaşamış yüreği solda Latin Amerikalılar için “ah o günü görebilsek” duygusu uyandıran bir şarkıydı. İşte o gün geldi, o günü gördük. 27 Ekim günü nice Şilili “özgürleştirilmiş güzelim bir meydanda” mutlaka “aramızda olmayanlar”a, Latin Amerika devrimcilerinin o muhteşem geleneğiyle “presente!” demiştir içinden!
Yalnız Şili değil!
Milanés, çölden, ormandan, gölden yeniden Santiago varoşlarına geleceğini söylerken o “ben” kendisi değil. Devrim! Ekim ayı devrim ayıdır. Daha birkaç gün önce 25 Ekim’di, Ekim devriminin eski Rus takvimi ile yıldönümü. Ekim’in doğasında bir şeyler var! Geçtiğimiz ay bütün dünya devrimci yükselişlerle çalkalandı. Bizim geniş coğrafyamızda Cezayir ve Sudan’a, Irak ve Lübnan, hatta kısacık iki Cuma için Mısır eklendi. Latin Amerika’da daha önce ayağa kalkmış munis Porto Riko’yu, Haiti, Ekvador ve Şili, hatta kısaca da olsa Honduras izledi. Avrupa’da Fransa’daki Sarı Yeleklilerin tükenmeyen sabrına Katalonya’daki dev gösteriler yankı verdi. İnsan sanki yakında bütün dünya halklarının aynı anda ayağa kalkacağı gün gelecekmiş duygusuna kapılıyor!
Artık yüreği geri dönülmez biçimde buz kesmiş az sayıda eski tüfek dışında, “sol memenin altındaki cevahir” sömürüye karşı ve özgürlük için atan bütün insanlık heyecanla izliyor olan biteni. Ama şu söyleyeceğimize bir kulak verin: Günlerdir sosyal medyada ardı ardına Şili paylaşımları kesilmiyor. Victor Jara diyalogları, Jara için bin gitar konserleri, Pinochet’den alınan intikam duyguları, “Şili halkı milyonlarıyla ayakta” çığlıklarından geçilmiyor. On-on beş Şili paylaşımından vakit kaldığında bazen bir Lübnan haberi, bazen yeniden parlayan Irak isyanına bir selam.
Victor Jara’nın şarkılarıyla büyümüş, Allende döneminde Halk Birliği’ni politik olarak desteklemediği halde “sanayi kordonları”ndaki işçi denetimi deneyimini, toprak işgallerini, balıkçıların kolektif bir güç oluşturmalarını heyecanla izlemiş, devrimci Marksist bir önderliğin yokluğunda MİR adlı yarı-Guevaracı devrimci örgüte “acaba?” umuduyla bakmış, sonunda Allende’nin darbeye karşı eline silah aldığını görünce ona nihayet sempati duymuş, Pinochet’den Evren’den olduğu kadar tiksinmiş biri olarak, Şili’de yaşananlara uzak hissetmek bizden uzak olsun.
Ama dostlar, kardeşler, hatta yoldaşlar, aynı hafta Lübnan’da ve Irak’ta yaşananlara neden bu kadar uzaksınız? Haydi eski tüfeklerin haklı devrimci öç duyguları ayağa kalktı. Siz ey gençler, Lübnan’ın Sünni, Şii, Maruni, Dürzi halklarının kucaklaşmasına neden kayıtsız kalıyorsunuz? Irak’ın hep ezilmiş Kürtlerinin ve 2003 işgali sonrasında ABD tarafından horlanmış Sünnilerinin değil, en kalabalık grubu olduğu ve bugün hâkim konumda olduğu halde yoksulluktan ayaklanmış olan Şii halkının mücadelesine aynı devrimci sıcaklığı neden gösteremiyorsunuz? Şili’de Piñeira 20 kişiyi öldürdü diye öfke duyuyorsunuz da Irak’taki Amerikan uşağı yöneticiler 200 kişiyi öldürünce neden başınızı çevirip bakmıyorsunuz? Onlar Arap diye mi? Bugünkü Arapları sevmiyorsanız bile (ki hiçbir ırk, ulus, soy, ne toptan iyi olabilir, ne toptan kötü), Arapları daha iyi insanlar yapacak olan, kadınlarını köle olmaktan kurtaracak olan devrimdir, göremiyor musunuz?
Dünya devrimi
Ama bundan bin kat önemlisi, yaklaşmakta olan dünya devrimidir, ey gençler! Ne Şili’dir, ne Lübnan’dır, ne Sudan’dır! Ne Latin Amerika’dır, ne Asya’dır, ne Afrika’dır sadece. Hepsi birden ayağa kalkıyor! Görmüyor musunuz?
Bu dünya devrimi, halkların devrimci enerjisi ile yüzleştiğinde post-Leninist hülyasızlıktan uyanıp “neo-liberal düzene karşı isyan başladı” yazanlara inat, neo-liberalizme karşı bir demokrasi savaşı değildir. Kapitalizme karşıdır.
Bu nasıl devrimdir ki hiç kazanamıyor demeyin. Bakın, dün Tunus, Mısır, Yemen, bugün Sudan ve Cezayir 30 yıllık müstebitleri devirdi, 2018-19’da Ermenistan, Ürdün, Porto Riko hükümet devirdi, Macaristan’daki hareketin etkisiyle Viktor Orban yerel seçimlerde Budapeşte’yi yitirdi (“İstanbul’u alan”...). Ekvador’da ve Şili’de başkanlar isyanı tetikleyen İMF kararlarını geri çekti. Fransa’da, Lübnan’da, Irak’ta hükümetler dev, evet dev ekonomik tavizler verdi. Bunların hiçbiri “Adalet Yürüyüşleri” ile, Maltepe mitingleriyle, Millet İttifaklarıyla olmadı!
Sevinmek ve alkışlamak, ya ötesi?
Sevinin dostlar sevinin, “sol memenin altındaki cevahir” insanı böyle durumlarda tabii sevindirir. Siz halk baskı güçlerine başkaldırınca sevindikçe, biz hem o halkın yaptıklarına seviniriz, hem sizin buna sevindiğinize seviniriz! Buna sözümüz yok. Ama biraz da özeleştiri, haydi öyle demeyelim alınmayın, son onyıllarda edindiğiniz fikirleri yeniden gözden geçirme gereği duymuyor musunuz? Bakın, yıllarca “devrimler çağı kapandı, demokrasi çağı açıldı” diyenlere inanmış olabilirsiniz. “Küreselleşme” çağında piyasanın ve özelleştirmenin daha etkin bir ekonomi yaratacağına, yoksulların da bundan yararlanacağına inanmış olabilirsiniz. “Sosyal diyalog”un, AB modelinin, “bütün kural ve kurumları ile” demokrasinin erdemlerine inanmış olabilirsiniz. Ama şimdi görüyorsunuz. Sadece Sudan ya da Mısır gibi istibdad rejimlerinde değil, “özgürlük ülkesi” diye kendiyle övünen Fransa’da, referandumla “demokrasi”ye geçen Şili’de, Franco faşizminden kurtulur kurtulmaz AB’ye giren ve Kürt dostlarımızın yücelttiği İspanya’da, halk ayağa kalkınca bütün burjuva devletlerinin nasıl hunharlaştığını gözlerinizle görüyorsunuz. Artık size anlatılan eski yalanları silkip atmak, silkinmek, yüzünüzü devrime dönmek gerekmiyor mu?
“Yüzümüzü devrime döndük işte, Şili halkını, Fransız Sarı Yeleklileri, Katalan ulusunu alkışlıyoruz” demeyin. Alkışlamak seyirci işidir. Maçta yapılması uygundur. Şili’de, Lübnan’da, Irak’ta ve birçok başka ülkede köklü değişimler yaşanıyorsa, bu sizin gibi insanlar seyirci kalmadığı içindir. “Yaşasın!” demekle olmuyor. Bu dünya devrimidir. Türkiye dışarıda kalsın mı istiyorsunuz? Kalabilir mi sanıyorsunuz?
Kalkın sosyal medyanın başından, sendikanıza, meslek örgütünüze, mahalle derneğinize gidin. Zamanınızı şikâyet ederek geçirmek yerine işçinin, emekçinin, ezilenin durumunu iyileştirme yolunda kolektif güç yaratacak girişimlere omuz verin. Çevrenizdeki insanları düzen partilerinden kurtarın. Kendiniz kendinize bir sosyalist yol bulun. Bu yol, yarın halk kitleleri ayağa kalktığında itfaiyeci işlevi değil, önderlik rolü yapacak devrimci partiler olsun. Türklerin milliyetçi duygularını okşamaktan başını kaldıramayan partiler değil, enternasyonalist bir parti olsun. Yani hem Şili’de hem Lübnan’da hem Sudan’da örgütlensin! Çünkü görüyorsunuz devrim dünya devrimi. Partinin de dünya partisi olması gerekmiyor mu?
Dünya devriminin üçüncü dalgası
Devrimci İşçi Partisi (DİP), 2011 yılının 14 Ocak’ında Tunus diktatörü Binali ardına bakmadan Suudi Arabistan’a kaçınca “Arap devrimi başladı” dedi. Ondan sadece bir ay sonra Mısır’ın müstebiti Mübarek devrildi, DİP “Firavunlar devriliyor” dedi. Başkaları “Amerika Ortadoğu’yu dizayn ediyor” diyordu bu dönemde. Arap devrimi, Akdeniz’in dört bir köşesine, İspanyası’na, Yunanistan’ına, Balkanlar’a, Türkiye’ye yayılınca, ABD ve Brezilya’ya sıçrayınca DİP “dünya devriminin üçüncü dalgası başladı” dedi. Arap devrimini yadsıyanlar, Mısır devriminin merkezi Tahrir meydanına selam söyleyince Arap devrimine “emperyalist dizayn” diyenler, emperyalist Amerika’dan gelen sesi övdü. Ama Tahrir’e “dizayn” demeye devam etti! DİP’i, Gerçek sitesini, Devrimci Marksizm dergisini, uluslararası yayınımız RedMed sitesini izleyenleriniz arasında bile kim bilir kaç kişi işaret ettiğimiz hakikatlere, hele hele “dünya devriminin üçüncü dalgası” tespitine kulaklarını tıkadı, “bunlar eski dönemde takılmış kalmış” dedi.
Sonra 2013’te Mısır devrimi yenildi, Arap devrimi Suriye’de, Yemen’de, başka yerlerde iç savaşlara dönüştü, “işte sizin devriminiz” dediler bize. Biz “henüz bitmedi, durgunluk yaşıyor, parlamenter yolları zorluyor” dedik. 2018 biterken bir yıl içinde 12 halk isyanına işaret ederek “rüzgâr dönüyor” dedik. Şimdi devrim çiçek açtı ve hepimiz o devrimin revnaklı renklerini, alacalı bulacalı görünümlerini temaşa ediyoruz. “Dünya devriminin üçüncü dalgası”, artık kulak tıkanacak bir tespit olmaktan çıkmış olabilir mi acaba?
Yerli ve beynelmilel olmalı
Dostlar, arkadaşlar, yoldaşlar, dünya devriminin üçüncü dalgası bizim coğrafyamızda başladı, en güçlü biçimde bizim coğrafyamızda devam ediyor. Şimdi yaşanan ikinci kuşak devrimler ve halk isyanları. İlk kuşak bize, Türkiye’ye de geldi. DİP, yasaklı 1 Mayıs 2013’te “Taksim Tahrir olacak!” pankartıyla yürüdü, 1 Haziran’da Taksim, Gezi halk isyanıyla birlikte Tahrir olmuştu bile! İkinci kuşak da gelecektir. Er ya da geç. Bunun için çevremizdeki devrimleri ve halk isyanlarını iyi tanımamız gerekiyor. Şili’ye, Ekvador’a, Haiti’ye, Porto Riko’ya selam gönderelim.
Ama yerli olalım. Hem Türkiye toprağında Kürdüyle Türküyle diğerleriyle, hem Ortadoğu Kuzey Afrika toprağında onların yanı sıra Arabıyla, Farsıyla, Hıristiyanıyla, Filistin’in bütün halklarıyla.
Ancak biz kendi yerimizde, ülkemizde ve bölgemizde yerli ama beynelmilel devrimi örgütlersek, Şili’ye, Fransa’ya, Katalonya’ya ve ekvatorun dolaştığı her yere faydamız dokunur. Bu yazının başındaki ve sonundaki resimlere iyi bakın: İlki 2011’de Mısır’ın başkenti Kahire’nin Tahrir meydanı. İkincisi 2019’da Irak’ın başkenti Bağdat’ın Tahrir meydanı.
Tahrir Osmanlıca’da yazmaktan türeyen bir cins isim. Ama Arapça’da özgürleşme demek, kurtuluş demek, Türkçe’de kolay karşılanamayan o muhteşem kavramla emansipasyon demek, “toptan özgürleşme” demek. 19. yüzyıl sonu-20. yüzyıl başı Marksistleri, parlamenter mücadeleye “Almanca konuşmak” derlerdi, devrimci atılımlara “Fransızca konuşmak”. Artık 20. yüzyıl başında değiliz. 21. yüzyıldayız. Biz Arapça konuşmalıyız. Ama Erdoğan’ın Arapçasını değil. 21. yüzyıl Arapçası’nı. İlk dersimiz “Thawra”, ikincisi “Tahrir”!
Santiago’nun sokaklarının özgürce arşınlanmasına o zaman gerçek bir katkımız olur.