Kapitalizmi aklamaya hayır!

Kapitalizmi aklamaya hayır!

Biri daha eski, diğeri geçen aydan iki habere dikkatinizi çekmek istiyorum. Her iki haberin de ortak noktası, günümüz dünyasının en can alıcı toplumsal sorunlarından olan ve geçtiğimiz ay “iklim grevi” adı altında bir dizi eylemin gerçekleştirildiği çevre krizi ile ilişkili olması. “Dünyada çevreyi en çok kirleten şirketler” başlığıyla verilen ilk haberde, sivil toplum kuruluşu olan Karbon Bildirim Projesi tarafından hazırlanan rapora göre 1988 yılından bu yana küresel sera gazı salınımının yüzde 71’ini, aralarında dünyanın en büyük enerji şirketleri ExxonMobil, Shell, BP, Chevron ve Saudi Aramco’nun da bulunduğu sadece 100 şirket gerçekleştiriyor (Hürriyet, 26.07.2017). İkinci haberde ise, Japonya’da mahkemenin 160 bin insanı yerinden eden Fukuşima nükleer faciasında santral işletmesinde çalışan ve cezai ihmalle yargılanan üç eski yöneticinin beraatine (aklanmasına) karar verdiği belirtiliyor (Euronews, 19.09.2019). Bu karar nükleer santralin etrafındaki bölgeyi yaşanmaz hale getiren ve Japonya’da gelecek nesillere büyük çevresel zararlar veren nükleer faciadan (Fukuşima nükleer felaketinin, 26 Nisan 1986'da Sovyetler Birliği döneminde Çernobil Nükleer Santrali'nde yaşanan kazadan sonraki en büyük nükleer felaket olarak kabul edildiğini hatırlayacak olursak) kimsenin sorumlu tutulmayacağı anlamına geliyor. Bu haberlerden neden bahsettiğimizi merak eden okuyucudan biraz sabırlı olmasını rica edelim.

Dünya ekonomisinin 2008 küresel krizini aratmayacak, belki de daha derin bir durgunluğun 2020 yılında gerçekleşmesi olasılığının arttığı, önde gelen burjuva çevrelerde geniş kabul görüyor. ABD ile Çin arasında şiddetlenen ticaret savaşı, ABD ekonomisinde büyümenin yavaşlaması, Alman ekonomisinin uzun bir durgunluğa girmiş olması, Çin’in geçtiğimiz 30 yılın en düşük büyüme hızına sahip olması, başını Arjantin ve Türkiye’nin çektiği gelişmekte olan ülkelerde ekonomik krizin devam etmesi, küresel çapta yeni bir durgunluğun yaklaşmakta olduğunun belirtileri. Bu gelişmeler karşısında daha çarpıcı olanı ise, uluslararası burjuva çevrelerin geldiğini gördükleri, üstelik geçtiğimiz 11 yıl boyunca kemer sıkarak, para basarak ve faizleri indirerek üstesinden gelmeye çabalamaya rağmen sonuç alamadıkları büyük durgunluk karşısında çözümsüz ve çaresiz halde bulunmaları. The Economist dergisi merkez bankalarının artık elinde ekonomiyi canlandıracak araç kalmadığını itiraf ediyor.  Bu çözümsüzlük karşısında Şili’den Cezayir’e, Fransa’dan Sudan’a, Haiti’den Arjantin’e halklar ekonomik krize, işsizliğe, yoksulluğa karşı ayaklanıyorlar. Uluslararası burjuvazi, daha da derin bir durgunluk neticesinde patlak verebilecek olası ayaklanmalar ve devrimler karşısında tedirgin, ekonomik kriz ve savaş ortamı gerekçesi ile emekçileri sindirmeye, işsizliğe, yoksulluğa duyulan haklı ve meşru öfkeyi “sopa” ile bastırmaya çalışıyor. Bu doğrultuda başvurdukları başlıca gerekçe “milli güvenlik”. İşte şimdi yukarıda değindiğimiz iki habere neden başvurduğumuz anlaşılacaktır. Yukarıdaki somut örnekler şunu açıkça ortaya koymaktadır: Bir ülkenin hatta dünyanın “güvenliğini”, daha fazla kâr peşinde tehlikeye atanlardan hesap sor(a)mayanlar, bilakis onları hep aklayanlar, iş emekçilerin grev haklarının yasaklanması, işsizlik, güvencesiz çalışma ve yoksulluk karşısında gösterdikleri meşru tepkilerine geldiğinde, “milli güvenlik” gerekçesini ileri sürmektedirler. Kanımızca bu kavram, yerli ve uluslararası burjuvazinin vermekte olduğu sınıf mücadelesinde önümüzdeki döneme damgasını vurmaya devam edecektir. “Milli güvenlik” gerekçesi altında yürütülen bu sınıf saldırısını neden tersine çevirmeyelim. Tüm emekçilerin ve yoksul halk kesimlerinin “Asıl emekçinin yararına olan ülkenin yararınadır” şiarı etrafında mücadele ettiği bir birleşik emek cephesini inşa etmeye neden şimdiden başlamayalım. Üstelik buna Şili halkının İMF’nin kemer sıkma dayatması karşısında gösterdiği isyanda öne çıkan sloganı da eklemeyi unutmadan: “Yoksullar için ekmek yoksa zenginler için de barış yok”!

Bu yazı Gerçek gazetesinin Kasım 2019 tarihli 122. sayısında yayınlanmıştır.