Fabrikalardan Haberler
"Fabrikalardan Haberler" köşesinde farklı fabrikalardan emekçilerin seslerini duyurmaya devam ediyoruz.
Çimse-İş hesap verecek!
Merhaba ben Tuzla’da bulunan Şişecam’a bağlı Trakya Otocam’da çalışıyorum. Burada hepimiz uzun saatler çalışmamıza rağmen maaşlarımız asgari ücret üzerinden hesaplanıyor. İş kazaları sıklıkla yaşanıyor ancak herhangi bir önlem alınmıyor. Ama en önemlisi taşeron olarak çalıştığımız için iş güvencemiz mevcut değil. Bu duruma artık dur demek için benim de içinde bulunduğum üç yüz kişilik grup, Türk-İş'e bağlı Çimse-İş sendikasında örgütlendi. Bu yılın Haziran ayında patronun defalarca itirazlarına rağmen yetkiyi aldığımız söylendi. Dört gözle toplu sözleşmenin imzalanacağı günü beklerken sendika, 24 Ekim günü işçilerle son kere buluşulacağı ve merak edilen sorulara cevaplar verileceğini söyledi. O gün geldiği zaman geldikleri gibi aceleyle geri gittiler. Ancak ne geldikleri zaman, ne de gittikleri zaman, toplu sözleşme hakkında herhangi bir fikrimizi sormaya dahi tenezzül etmediler. 27 Ekim Cuma günü toplu sözleşmeyi imzaladıklarını öğrendik. TİS’i imzaladıktan sonra “ihanetin belgesini” açıklamak üzere sendikanın şube başkanı konuşma yapmaya çalıştı. Ancak tabii ki onu konuşturmadık! Çimse-İş’ten bu ihanetin bedelini muhakkak soracağız!
İstanbul Tuzla'daki Trakya Otocam fabrikasından bir işçi
Güvenceli kadro istiyoruz
Merhaba, ben Uludağ Üniversitesi’nde çalışan bir taşeron işçisiyim. Daha önce de hastanede taşeron işçisi olarak uzun bir dönem çalıştım. Haftasonları ve resmi tatillerde de olsa izin kullanabildiğim için burada işe başladım. Bu işi bir taşeron firma aracılığıyla buldum. Benim gibi üniversitelerde taşeron olarak çalışanların diğer kadrolu çalışan memurlar kadar iş güvencesi yok. Maaş olarak da diğer memurlar kadar değil, asgari ücretle çalışmaktayız. Üniversite bünyesinde çalışmamıza rağmen taşeron şirkete karşı sorumlu olmak büyük bir zulüm bizim için. Hem çalıştığımız bölümdeki yöneticilere hem de bu taşeron patronlarına hesap vermek zorunda kalıyoruz.
Patronlar üniversite içinde fakülte fakülte gezerek adeta zabıta gibi, çalıştığımız yerlere gelip bizleri denetliyorlar. Yetmiyor, bölüm yöneticilerine bizlerden memnun olup olmadıklarını soruyorlar. Son zamanlarda işe giriş ve çıkış saatlerinde imza bile atmaktayız. Sanki keyfi olarak işe gelmeme lüksümüz varmış gibi. Önceki senelerde ise kartvizitlerimiz olmadan servise binemezdik. Yani anlayacağınız taşeron patronunun zulmü bitmiyor. Hükümet kısa bir süre önce yine taşerona bir çözüm vaadi verdi. Söyledikleri şey kadro değil, 3 yıllık sözleşmeli çalışma. Kadro verilmemesine rağmen taşeron şirketin aradan çıkartılması açısından bu bazı işçi arkadaşlara güzel bir çözümmüş gibi gelmekte. Lakin bizler biliyoruz ki bu hükümet işçi için güzel bir şey yapmaz. Bu yüzden biz taşeron işçileri hükümetin bu içi boş söylemlerine kanmamalıyız.
Bursa Uludağ Üniversitesi’nden bir taşeron işçisi
Ben de diyorum ki sizler ve ülkenin başına geçmiş olan diğer iktidarlar işçi sınıfına ihanet ediyorsunuz!
Gün geçmiyor ki ülkemizde bir yanlışın üzeri bir başka yanlışla kapatılmak istenmesin. İşçi arkadaşlarımız çok çok iyi bilirler. Bir zamanlar Çalışma Bakanı olan Faruk Çelik asgari ücret 800 TL olmuşken “3-4 kişilik bir aile bu parayla geçinebilir mi?” diye gelen soruya gayet pişkin bir şekilde: “Evet geçinebilir niye geçinemesin? Eğer buna mahkûmsa ona göre zeytin alır peynir alır ve geçinir” demişti. Sonrasında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu emeklilikte yaşa takılanlara ilişkin emeklilik hakları sorusu üzerine, “Emeklilikte yaşa takılanlar takılmaya devam edecekler” dedi. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek “Bizim yatırıma ihtiyacımız var. Bu yatırımları da iç tasarruflarla finanse etmemiz lazım. Fakat gelin görün ki bizim vatandaşımız arzulanan düzeyde kenara para koymuyor” dedi.
Cumhurbaşkanı da bu sene Temmuz ayında “Biz OHAL’i iş dünyasının daha rahat çalışması için getirdik. İş dünyasında herhangi bir sıkıntınız aksamanız var mı? Biz göreve geldiğimizde OHAL vardı. Şimdi grev tehdidi olan yere OHAL’den istifade izin vermiyoruz. Bunun için kullanıyoruz OHAL’i” dedi.
Günümüzde de büyük şehirlerde seçilmiş belediye başkanları görevden alınıyor. Gerekçe olarak da “Biz İstanbul’a ihanet ettik” denebiliyor. Ben de diyorum ki sizler ve ülkenin başına geçmiş olan diğer iktidarlar 40 senedir işçi sınıfına ihanet ediyorsunuz! Bizleri açlık sınırının altında çalışmaya mahkûm eden sizlersiniz. Fazla saat çalışma, güvencesiz çalışma şartlarında iş cinayetlerine sebep olanlar sizlersiniz. İşçinin en önemli silahlarından grev yapma özgürlüğünü ellerinden alan sizlersiniz. Bir nevi iş garantisi ya da geleceğe dair ışık olan kıdem tazminatını her fırsatta gasp etmeye, iç etmeye çalışan sizlersiniz.
Bizler baskı altında daha ne kadar bu sisteme göz yumar, sinersek maalesef bizleri bu şekilde yönetmeye, haklarımızı elimizden bir bir almaya devam edecekler. Burada siyasal parti ismi ya da yöneten kişi ismi çok da önemli değil, uyumaya devam ettiğimiz sürece, oyun bozulmadığı sürece işverenler sırtımızdan zenginliklerine zenginlik katmaya devam edecekler. Tüm işçi sınıfına ve ezilenlere selam olsun!
Bursa Aroma’dan bir gıda işçisi
İlaca verilen kıymet işçiye verilmiyor
Ben Deva Holding’e bağlı ilaç fabrikasında çalışıyorum. “Asgari ücret ile başlangıç yaptırıyoruz” diyorlar. Ancak 2 yılı da geçsen 5 yılı da geçsen asgari ücret alan işçiler var. Aramızdaki birliği bozmak için maaşlar kimle ne kadar anlaşılırsa o şekilde veriliyor. Hijyen adı altında iki defa kıyafet değiştirmemiz istenirken, soyunma odasını lağım suyu basıyor. Tuvaletler sürekli kokuyor. İşe başlarken kullandığımız tek kullanımlık maskeler hiçbir işe yaramıyor. Ağzımızın içine bile toz giriyor. Aynı şekilde tek kullanımlık olan eldivenler sürekli yırtılıyor. Buna önlem olarak iki kat giyiyoruz ancak yine yırtılıyor. Havalandırmalar yetersiz. İçeride tozdan durulmuyor. Yani ilaç için yapıldığı söylenen hijyen uygulamaları işçi için yapılmıyor. İlaç kadar değerimiz yok. Maaş kandırmacasına gelmemeliyiz. Birlik olmalıyız.
Çorlu Deva'dan bir işçi
Kanımızı emen patronlara karşı birlik olma zamanı
Merhaba ben İzmir'de yaşayan, gıda sektöründe çalışan bir işçiyim. Gıda sektörü oldukça dikkat isteyen bir sektör. Tek bir hata sonucunda o gıdayı tüketecek insanların zarar görmesi muhtemel oluyor. Yani farklı, vicdani bir sorumluluk altına giriyoruz. Ancak bizim işimizi sahiplenip dikkatlice yapmamız için koşullarımızın da iyi olması gerekir. Uzun ve yorucu saatlerden sonra dikkat toplamak çok güçleşiyor. Servis imkânımız zaten yok. Sabahın erken saatinde toplu taşımada bazen ayakta işyerine ulaşım sağlıyoruz. Haliyle güne yorgun başlıyoruz. Öğle yemeği çoğu zaman doymamıza yetmiyor. Zaten yemeğin düzgün olmasından bahsetmek aklımıza bile gelmiyor. Fakat patron yorgunluk nedir bilmiyor. Her daim makine misali çalışmamızı bekliyor. Ustayı sıkıştırıyor, usta ise biz işçileri. Ufacık bir yanlışta ise bu bizim işten çıkarılmamıza kadar varabiliyor. Bu duruma sessiz kalmayanları ise performans düşüklüğü bahanesiyle işten çıkarıyor. Artık yeter! Devlet patronun arkasında, yasalar patronun arkasında. Lafa gelince işçi haklarından bahseden bakanlar, gerçekten hak aradığımızda bizi jandarmayla, polisle engellemeye çalışıyor. Bu böyle süremez. Biz köle değiliz! Patronlara karşı işçilerin birlik olma zamanıdır. Sendikaya üye olup, fabrikalarımızda örgütlenme zamanıdır. Bizim birliğimiz sermayeyi yenecek.
İzmir’den bir gıda işçisi
Kod-A’ya sendika girecek başka yolu yok!
İzmir Kod-A 'da işten çıkarılan işçilerden biriyim. Bundan yaklaşık 9 ay önce Kod-A işyerinde kötü çalışma koşullarına dur demek için Sosyal İş Sendikası'nda örgütlenmeye başladık.
Son 1 aydır şirkette bir hareketlenme söz konusu oldu. Sendikaya üye sayımızın tamamlandığı şu günlerde mobinge maruz kalıyoruz. Sürgünler, zorunlu izinler, iptal olan molalar bu mobinglerden sadece birkaçı. Kendi başımdan geçen olayı sizlere anlatayım. 2 hafta önce mesai saati bitimine 10 dakika kala toplantı odasına çağırıldım. Bütün yöneticiler toplantı odasındaydı, psikolojik olarak zaten üzerimde bir baskı oluştu. İmzalamam için bir evrak verdiler. Evrakta yeni görev yerimin Ankara Kod -A olduğu yazıyordu. Gitmek istemediğimi, gerekçelerimi dile getirdim. Kağıdın altına gerekçemin yazılması ve imza atmam istenildi. Fakat gerekçe yazılacak bir evrak veya bölüm olmadığı için hiçbir şekilde bir şey yazmadım ve imza atmadım. İmzalamadığım sürece gerekçemin geçersiz olduğu ve evime tebligat göndereceklerini söylediler. İmzalamayacağımı dile getirerek odadan çıktım. Evime tebligat geldi ve ertesi gün kabul etmediğim halde yeni görev yerimin Ankara olduğunu söyleyerek işyerine özel güvenlikler tarafından alınmadım.
4 gün boyunca işyerime gittim. Aynı şekilde içeriye alınmadım ve devamsızlıktan işten çıkartıldım. Kısacası sendikaya üye oldum diye sürgün edildim. Sonra bu 4 gün boyunca tutanak tuttum. İş arkadaşlarım şahitlik yaptı. Şahitlik yapanlar tespit edilerek zorunlu yıllık izne çıkarıldı. Amaç, onlar da sendikayla ilgilendiği için şirketten uzaklaştırmaktı.
Sendikal faaliyetimiz ilk andan itibaren engellendi. Sendikayla işçilerin iletişim kurmasını engellemeye çalıştılar. Sendika, tesis önünde basın açıklaması yaparken pencereler perdeler kapatıldı. İçeride son ses müzik açılarak molalarımız iptal edildi. Tüm bu baskılara sürgünlere işten çıkartmalara rağmen şirket içinde sendikalaşma hâlâ devam ediyor. Biz de dışarıda direnmeye devam ediyoruz. Bu Kod-A’ya sendika girecek başka yolu yok!
Kod-A direnişinden bir işçi
Şart şurt değil hakkımızı istiyoruz
Turizm sezonu bitti. Otellerin birçoğu kapandı. Biz turizm işçileri de “askı” adı altında işsizliğe mahkûm edildik. Sadece Akdeniz bölgesinde çalışan işçiler değil, Ege bölgesindeki turizm işçilerinin durumları da aynı, her sezon 6 ay canımızı dişimize takıp çalışırken geriye kalan 6 ay boyunca açlığa mahkûm ediliyoruz.
İşsiz bırakıldığımız 6 ay boyunca ne bir iş bulabiliyoruz ne de yıllarca bizden kesilen işsizlik sigortasından yararlanabiliyoruz. Çünkü biz İşkur’a göre işsiz kalmıyoruz. Bir eşya gibi daha sonra kullanılmak üzere askıya asılıyoruz. Yani sigorta çıkışımız yapılmıyor. Çalışmıyorken çalışıyoruz gözüküyoruz. Bu bahane ile bize hakkımız olan işsizlik maaşı bile ödenmiyor. Biz işçiler yazın kötü şartlarda çalışmaya kışın açlığa bırakılıyoruz. Bütün sezon boyunca bizden kestikleri işsiz sigortası paralarını, turizm patronlarına hiçbir şart koşmadan verirlerken, biz turizm işçilerine vermemek için ellerinde geleni arkalarına bırakmıyorlar.
Bütün sezon boyunca patronlara peşkeş çekilen işsizlik parası için bizim önümüze sürülen şartları artık kabul etmiyoruz. Bizim olanı bize şartsız şurtsuz verilmesini istiyoruz. Biz turizm işçileri daha sonra kullanılmak üzere bırakılan eşya değiliz, turizmi var eden ve devam etmesini sağlayan emekçileriz. Kışın işsiz bırakılıyorsak işsizlik fonu da bizim kullanmamız için açık bırakılmalı.
Antalya Lara bölgesinden bir Turizm işçisi
Bu yazı Gerçek gazetesinin Kasım 2017 tarihli 98. sayısında yayınlanmıştır.