Bedelsiz hata yok: Muhalefet partilerinin bozgunu
7 Haziran ile 1 Kasım arasında ne oldu da AKP yeniden böylesine yükseldi sorusunun en önemli yanıtı, “bütün taşları bağlamışlar, bütün köpekleri salmışlar” benzetmesiyle anlatılabilir. AKP, Türkiye tarihinin gördüğü güçlü iktidarlar arasında (Menderes, ilk dönem Demirel, 1989’a kadar Özal) karşısındaki düzen muhalefetinin çapsızlığı bakımından en şanslı parti. CHP “istikrar” sevdası ile Erdoğan’ın peşine düşmedi. HDP liberal çevrelerin etkisiyle geldiği noktada susarak, bekleyerek, gözünü AKP-CHP koalisyonu desteğine dikerek, yolsuzluklar ve benzeri konularda en ufak bir inisiyatif almayarak, AKP’ye yeniden iktidara geçme olanağını neredeyse hediye etti. MHP ise karikatür çizdi bu dönemde.
Politikada zamanlama her şeyden önemlidir. AKP’nin zayıf olduğu anda vurmayan muhalefet daha sonra kendisi vuruldu, AKP’ye oyuncak oldu! 7 Haziran’ın ardından meclis divanı oluşur oluşmaz harekete geçmek ve Erdoğan’ın hegemonyasını kırmak gerekirdi. 55 milletvekili ile 17-25 Aralık soruşturma önergesi verildiği andan itibaren yaşanacaklar muazzam bir etki yaratırdı. Erdoğan’ın bakanlarının, oğlunun, son tahlilde kendisinin durumu halkın gözü önünde tartışılınca, bugün ortaya çıkan sonuçların tersi gerçekleşirdi muhtemelen. Erdoğan ve AKP bir kez daha kurtuldular!
Bozacının şahidi şıracı: Bahçeli’nin iflası
1 Kasım oylamasında, MHP yandaşları Devlet Bahçeli’yi 7 Haziran sonrasındaki politikası dolayısıyla ağır şekilde cezalandırdı. Bahçeli, milliyetçilik bahsinde mutlaka Tayyip Erdoğan’a karşı açık arttırma içinde olabilmek amacıyla HDP’den veba gibi kaçtı. Sonunda azınlığa düşmüş Tayyip Erdoğan ve AKP’ye koltuk değneği oldu. Meclis başkanlığını ona hediye etti. Yolsuzlukları ortaya çıkarmak için tek bir adım atmadı. Yetmedi, politik kavrayışsızlığın doruklarına yükselerek, Erdoğan’ın kendini kurtarmak için başlattığı savaşı destekledi, güya sağdan eleştirdi, daha da sert olmasını savunarak Erdoğan’ın önünü açtı. Bütün bunların doruğu, 8 Eylül gecesi Ülkü Ocakları’nın HDP binalarına düzenlenen saldırılardaki gayretiydi. Bahçeli’nin gençlerinin gözünü Kürt düşmanlığı o kadar bürümüştü ki, Tayyip Erdoğan’a destek olduklarını anlamıyorlardı. Daha da vahimi Osmanlı Ocakları o eylemlerde yanı başlarında bulunuyor, kendi “Rabia” işaretini yapıyordu! Gazetemizin sitesinde o günlerde yayınlanan bir “karşı manşet” yazısının başlığı şöyleydi: “Faşistler vatanı değil Erdoğan’ı kurtarıyor”! Bahçeli böyle yapınca seçmenin kafası karıştı elbette. Herkes şu soruyu sordu: madem Erdoğan sokakta işbirliği yapılacak kadar makbul bir adamdır, o zaman neden zayıfına verelim de güçlüsüne vermeyelim? 2 milyon MHP’li gitti AKP’ye oy verdi! Aslı dururken karbon kopyasını ne yapsınlar?
CHP: Çeyrek parti
Seçim öncesinde halkın önemli bir bölümünün Tayyip Erdoğan’a ve AKP’ye duyduğu tepki en güçlü ifadelerinden birini elbette CHP seçmeninde buluyordu. CHP seçmeni Tayyip Erdoğan’dan bütün geçmiş uygulamalarının hesabının sorulmasını istiyordu. Bunun ilk adımı yolsuzluk dosyasının canlandırılması idi. Hesap sorma politikası seçim biter bitmez ortadan kaldırıldı. Ama CHP’nin tabanındaki ve seçmenleri arasındaki emekçi ve genç kardeşlerimizin anlaması gerekiyor: CHP’nin politikalarını emekçilerin ve gençliğin yönelişi değil, TÜSİAD’ın tercihleri belirliyor. TÜSİAD “iktidar ve koalisyon” dedi, CHP hemen yankı verdi. Sonra 45 gün boyunca gönüllü olarak “kandırıldı”! Erdoğan’ın mecliste çoğunluğu elde etmeden durmayacağı, yolsuzluk dosyalarının açılması tehlikesine razı olamayacağı bilinmiyor muydu? Koalisyon görüşmelerinde CHP’lilere göre hiçbir zaman koalisyon tam olarak teklif bile edilmedi. Böylece TÜSİAD Erdoğan’ı kurtarmış oldu. Kim aracılığıyla? CHP. Oyunu halktan isteyen, emirleri TÜSİAD’dan alan bir parti her seçimde yüzde 25 alıyormuş, şaşırtıcı mı? TÜSİAD burjuvazisi çeyrek partisini tepe tepe kullansın. İşçi sınıfı mutlaka kendisine CHP’den bağımsızlaşma olanağını yaratacak partiyi bulacaktır.
HDP: Buyurun istikrara!
HDP’nin 7 Haziran seçimlerinden bütün toplumu sarsan bir zaferle çıktığını ancak 1 Kasım oylamasının olumsuz sonuçlarına küsüp mücadeleden kopanlar unutmuş olabilir. HDP ve eş başkanı Demirtaş konusunda toplumda muazzam bir sempati vardı. İddialı söylüyoruz: HDP şayet o zaferin rüzgârıyla Tayyip Erdoğan’ın üzerine gitseydi, mesela 55 milletvekili ile 17-25 Aralık konusunda meclis soruşturması talebi yapsaydı, CHP ise zaten izlediği politikanın aynını sürdürüp koalisyon sevdası ile oyalansaydı, HDP’ye muazzam bir oy akışı yaşanırdı. Ama HDP, AKP-CHP koalisyon pazarlıklarının arkasına geçmeyi tercih etti. Böyle bir koalisyon kurulursa destekleyeceğini açıkladı. Liberaller HDP’ye akıl vermişlerdi: halk uzlaşmaz görüneni sevmiyordu. Bütün toplum istikrar talep ediyordu. HDP de düzen güçleriyle uzlaşma aramalıydı. Bu liberallerin aklı siyasete yetse bugün “kandırıldık” diye ağlaşmazlar. HDP onların aklına uydu. Şimdi bakın sonuca! Bir partinin kendi amacının bu kadar tersi sonuçlar elde etmesi az görülmüştür. HDP, bu toplumun Tayyip Erdoğan ve AKP karşısında kararlı ve ilkeli bir radikal muhalefete ihtiyacı olduğunu hâlâ kavrayamamış durumda.
“Beşinci parti”nin sefaleti!
Abdullah Gül’ün, AKP 1 Kasım’da başarısız olursa davetle ve muhalefetsiz bir şekilde AKP’nin başına geçme yönünde bir strateji izlediği Gerçek’in sayfalarında çok yazıldı. Gül “ağır ağabey” rolündeydi, kavgayı diplomatik yöntemlerle de olsa Bülent Arınç yürütüyordu onun adına. 1 Kasım oylamasına yakın bir dönemde ise AKP’nin Gül’e altın tepsi içinde teslim edilmemesi hâlinde bir “beşinci parti” kurulacağı çok dile getirilmeye başladı. Şimdi AKP’nin 1 Kasım oylamasından büyük bir zaferle çıkmış olması, Gül’ün törenle başına taç giydirilmesi düşünü bir süre için, moda deyimle, “derin dondurucu”ya kaldırdı. Gül’ü ne yapsın bu durumda AKP’liler? Üstelik zafer o kadar büyük ki, “beşinci parti” seçeneği bile şimdilik rafa kalkacaktır. Kimse kazanandan kopmak istemez. Dolayısıyla, uzun uzun bekleyip şimdi parti kurarlarsa Gül, Arınç ve dostları tarihin gördüğü en büyük zamanlama hatalarından birini yapmış olurlar. Peki, ne oldu da bu zavallı duruma düştüler? 7 Haziran sonrasında Erdoğan o kadar zayıfken Gül’ün bayrak açmaması kendi hedefleri açısından çok büyük bir siyasi hatadır. Eylül ayında AKP’nin bir olağan kongre yapacak olması Gül-Arınç ekibi için büyük şanstı, bu şansı değerlendiremediler. Bütün bunları Gül’ün korkaklığı ile açıklamak yeterli değildir. Evet, Gül’ün cumhurbaşkanlığının kendisine getirdiği sermayeyi yememe takıntısı bu duruma düşmüş olmalarında elbette bir rol oynamıştır. Ama daha önemlisi, TÜSİAD burjuvazisinin “düzenli geçiş” takıntısıdır. Erdoğan’a karşı cepheden bir taarruz istenmiyordu. AKP içinde büyük bir kriz istenmiyordu. Koalisyon ve istikrar isteniyordu. Gül’e düşen de “gölgede duran tehdit” olmaktı. 1 Kasım oylamasıyla gölge gitmiş, Gül cascavlak ortada kalmıştır!
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Kasım 2015 tarihli 73. sayısında yayınlanmıştır.