Siyasi kriz mecrasını arıyor

7 Haziran seçimlerinin merkezinde yer alan sorunun verileri değişti, ama sorunun kendisi çözülmeden kaldı. Bu seçimler Türkiye’nin en derin sorunlarını; örneğin Kürt sorununu, örneğin işçi sınıfının yaşadığı ağır sömürü koşullarını, örneğin Ortadoğu’daki mezhepçi tekfirci cinneti zaten bir çözüme ulaştıramazdı. Hiçbir seçim böyle sorunları çözemez. Ama bunların hepsiyle ilgili olan, onları boydan boya kesen ve onların her birinin çözümünde rol oynayacak bir sorun bu seçimle ortaya konulmuştu: Tayyip Erdoğan sorunu. Seçim, işte bu soruna ilişkin temel çerçeveyi değiştirdi, ama henüz çözüm ufukta görünmüyor.

Türkiye halkları bu seçimde, Tayyip Erdoğan’ın, kendisini Gezi ile başlayan halk isyanından sonra içine düştüğü girdaptan kurtarmak için bütün ülkeyi yakıp yıkma çabasına “hayır” dedi. Ama bu çabayı bütünüyle durduracak araçları yaratmadı. Bütünüyle durdurma, Erdoğan’ı en azından cumhurbaşkanlığı koltuğunda tutsak hale getirme ile başlar, en uçta bütün yolsuzluklarından, katliamlardan ve ihlallerden yargılanması ile sonuçlanır. Erdoğan’ın yenilgisini tanımlayacak, onu bir tehlike olmaktan çıkaracak olan budur. Asgari koşul zararsızlaştırmadır, esas ulaşılması gereken nokta yargılama.

Buraya gidişte, görünürdeki çeşitlilik ne olursa olsun, iki yol vardır.

Hâkim sınıfların yolu

Bu yollardan ilki, Amerikan çözümünün bir sonucu olarak ortaya çıkabilir. Erdoğan’ın kendi çevresinden uzaklaştırdığı bütün hâkim sınıf güçlerinin bir ittifakının ortaya çıkartacağı bir hükümet formülü önerildi bunun için. Öneren en başta ABD idi. Ana destekçisi TÜSİAD burjuvazisi idi. Bu öneri Kılıçdaroğlu CHP’sini, Gülen cemaatini, Mustafa Sarıgül ve avanesini ve bir destek güç olarak MHP’yi içeriyordu. Esas lider bunlardan hiçbiri olmayacaktı. AKP içinde doğan çatlağın güçlü adamı Abdullah Gül, etrafında toplanılacak liderdi. Yani ulaşılması hedeflenen formül, bir AKP-CHP ittifakı idi. Bizim Amerikan muhalefeti dediğimiz budur. Burada MHP olur mu olmaz mı o güç dengelerine bağlıdır. Sarıgül zaten yarı tasfiye olmuş durumdadır.

AKP-CHP ittifakı, ama bugünkü koalisyon formülleri arasında tartışılan AKP-CHP koalisyonu değildir bu. Gül-Kılıçdaroğlu koalisyonudur. Bu ön cephenin ardında Kemal Derviş-Ali Babacan koalisyonudur. Yani ABD’nin Türkiye’de yıllardır bir iç savaşa tutuşmuş olan sermaye kanatlarını barıştırdığı, birlikte işçi sınıfına ve emekçilere taarruza hazır hale getirdiği bir formül. Bu barıştırma Erdoğan’ı yargılamadan tarafsızlaştırmayı tercih edecektir, hiç kuşku yok. Ama bir bakıma Tayyip Erdoğan sorununun burjuva yöntemlerle çözülmesi demektir. Gül’ün dediği gibi, “ben nasıl cumhurbaşkanı olduysam sen de öyle, sen nasıl başbakanlık yaptıysan ben de öyle” formülü tam da bu demektir. Erdoğan’ı törenlere hapsederek zararsızlaştırma.

İşte 7 Haziran seçimleri bu formülün kesin başarısını sağlayacak koşulları yaratmadığı için cevap aradığı soruna yarım çözüm getirmiştir. Şayet iktidar partisi sadece HDP barajı geçtiği için kısmi bir yenilgi yaşamanın ötesinde örneğin yüzde 35’lere düşseydi, CHP’nin oyları yüzde 30’lara yükselseydi, AKP’de deprem yaşanırdı, sonbaharda yapılacak AKP kongresinde Gül davetle genel başkanlığa getirilirdi ve sorun çözülmüş olurdu. Bu ihtimal hâlâ mevcuttur, ama güçlü değildir. İşler buraya gelene kadar da Türkiye kıvranıp duracaktır. Tabii, şimdilik Tayyip Erdoğan geriletilmekle birlikte tarafsızlaştırılamadığı için çözüm hiçbir zaman gerçekleşemeyebilir, dengeler yeniden onun lehine dönebilir.

Ezilenlerin yolu

İşin özünü ortaya koymak için altı çizilmelidir: Tayyip Erdoğan’ın bu seçimde yediği sille esas olarak Amerikan muhalefetinden gelmemiştir. CHP yerinde saymıştır. MHP bazı yerlerde atak yapmıştır, ama toplam olarak ciddi bir zafer elde etmiş falan değildir. (Bunun nedenleri Gerçek gazetesinin geçen sayısında izah edilmişti.) Olan HDP’nin yaptığı büyük sıçramanın AKP’yi ve Tayyip Erdoğan’ın konumunu zayıflatmasıdır. Bu sıçramada hâkim sınıflar ittifakının taktiksel bir payı vardır: dünya medyasından Doğan medyasına, yukarıda sözü edilen ittifak, HDP’nin önünü açmak için elbirliği etmiştir. Bu doğrudur. Ama tam da bu gerçek hâkim sınıf güçlerinin kendi iktidar alternatiflerini güçlendiremedikleri gerçeğinin ters yüzüdür.

HDP’nin zaferi ise, Gerçek’in geçen sayısında kanıtlarıyla ortaya konulduğu gibi iki halk isyanının yarattığı ortamın ürünüdür. Hâkim sınıfların içindeki çatlak, bu sayede medyanın HDP’nin önünü açması, bu dinamiklerin seçim sandığında bir patlamaya yol açmasını olanaklı kılmıştır sadece. Esas dinamiği değildir. Şimdi ezilenlerin cephesi, seçime paralel olarak yaşanan deprem değerinde bir başka süreç sayesinde genişleme istidadını gösteriyor: metal grevi, Gezi ile başlayan halk isyanında temsil edilen toplumsal katmanların (Aleviler, 90 kuşağı, büro çalışanları, kamu emekçileri, mücadeleci kadınlar vb.) ve ezilen Kürt halkının yanına işçi sınıfının eklenmesini olanaklı kılabilecek bir sürecin başlangıcıdır. Bu adımla ezilenler cephesi muazzam bir güçlenme yaşayacaktır. İşte bu yoldur ki Erdoğan’ın sadece törensel cumhurbaşkanlığı ile kısıtlanmasını değil, yargılanmasını da sağlayabilir.

Şimdi ezilenlerin önünde iki seçenek var: Amerikan muhalefetine yedeklenmek veya bağımsız bir yol seçmek. AKP-CHP koalisyonunu, ister bugünkü biçimiyle, ister Gül-Kılıçdaroğlu ve Derviş-Babacan formülü altında desteklemek ilkine denk düşer. İki yılda iki isyana üçüncü yılda dev bir yasadışı grev hareketini ekleyen bir ülkede, sömürülenlerin ve ezilenlerin bağımsız cephesini oluşturarak hâkim sınıfların karşısına geçmek ise ikincisine.

Kriz uzun

Hâkim sınıfların çözümü ya da ezilenlerin çözümü, biri ya da öteki gerçekleşene kadar Türkiye Tayyip Erdoğan sorunu ile kıvranıp duracaktır. Önümüz kriz ardına krizdir. İşçi sınıfının öncüsü buna göre hazırlanmalıdır.

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Temmuz 2015 tarihli 69. sayısında yayınlanmıştır.