Devrimci İşçi Partisi bildirisi: Kenan Evren’i onlar gömüyor, 12 Eylül’ün pekiştirdiği sınıf tahakkümünü de biz işçiler gömelim!
12 Eylül askeri rejiminin baş canisi Kenan Evren öldü. 1980-1989 yılları arasında önce cunta başı, sonra cumhurbaşkanı olarak devletin başında iken ülkeyi küçük dünyalar benim tavrıyla yöneten bu adamın arkasında bir nefret korosu bırakmış olması içinde yaşadığımız anda çok dikkat çekicidir. Zalimler belirli bir süre için toplumu sessizleştirebilirler. Ama iktidarlarını hazmedememiş çiğ tavırları ile ne kadar böbürlenseler de toplum onları sonunda tarihin çöp sepetine atıverir. Evren’in gidişi onursuz bir gidiş olmuştur. O bir istisna olmayacaktır!
Herkesin istibdadı kendi üslubunda oluyor. Kenan Evren 16 yaşındaki Erdal Eren de dâhil onlarca insanı idam sehpasına yolladı; yüzlerce insanı işkencede, cezaevinde, polisle çatışmada, evinde yargısız olarak infaz ettirdi; binlerce insanı kaybettirdi, cezaevlerinde haklarını korumak için son çare olarak sarıldıkları açlık grevlerinde ölmesine yol açtı; on binlerce kadına sistematik bir politikanın temelinde tecavüz edilmesine ortam yarattı; yüz binlerce insana 90 günlük bir gözaltı süresi ve emir komuta zinciri içinde çalışan bir mahkeme sistemi sayesinde işkence edilmesine, bütün bir kuşağın hayatını bedenen ve ruhen yaralı yaşamasına yol açtı. Türkiye tarihinin gördüğü en korkunç despottu. Bugün milyonlar, on milyonlar ondan nefret ediyor.
İşçiler dikkat!
Ne var ki, Evren bütün bunları kendisinin iddia ettiği gibi “kardeş kanı akmasın”, “ülke barışa ve huzura kavuşsun” diye yapmadı. O, işin kılıfıydı. Devrimci İşçi Partisi, bütün işçi kardeşlerimizi, emekçileri, kalbi ezilenden yana atan herkesi, 12 Eylül’ün ve Kenan Evren’in kötülüğünü tartışırken meseleyi “demokrasi ve insan haklarının ihlali” olarak sunan her görüşe karşı titizlikle ve ısrarla uyarır. Evren ve cuntası parlamentoyu kapattıysa, düzen partilerinin başkanlarını (Demirel, Ecevit, Erbakan, Türkeş) “koruma altına alarak” bir süre boyunca enterne ettiyse, hükümeti, başına bir asker yerleştirerek kendisi atadıysa, yargının en hassas alanlarını ordunun emir komuta zinciri içinde çalışan sıkıyönetim mahkemelerine teslim ettiyse, basını sansürlediyse, binlerce aydını gözaltına alıp bir kısmını tutuklattıysa, bütün bunların amacı işçi sınıfının kolayca toparlanamayacağı şekilde yenilgiye uğratılması içindir. 12 Eylül rejimi, 1960’lı ve 70’li yıllarda göz kamaştırıcı bir mücadelecilikle inisiyatifi eline geçiren, devletin kontrolündeki evcil Türk-İş’in içinden yüz binlerce işçiyi örgütleyen militan bir sendikal hareketi çıkartan (DİSK), önce Türkiye İşçi Partisi’ni, ardından çeşitliliği içinde milyonlarca işçinin, emekçinin, köylünün, yoksulun, Kürdün, Alevinin desteğini alan kitlesel bir sol hareketi yaratan, mevzi üzerine mevzi kazanan, gençliği peşinden sürükleyen dev bir işçi sınıfı hareketini bastırmak içindir. 12 Eylül, sınıf mücadelesidir. Türkiye burjuvazisi 12 Eylül’de 15-16 Haziran büyük işçi ayaklanmasının intikamını almıştır.
Bu yüzden, cuntanın uygulamaları yukarıda andığımız anti-demokratik uygulamalarla sınırlı kalmamıştır. Cunta aynı zamanda anayasanın çalışma hayatına ilişkin maddelerini burjuvazinin lehine yeniden düzenlemiş, iş yasasını ve sendikal yasaları birer yasaklar manzumesine çevirmiş, DİSK yöneticilerini yıllarca hapislerde tutmuş, DİSK’i 11 yıl faaliyetten men etmiş, sosyalist örgütleri fiilen ezmiş, üyelerini öldürmüş, işkence etmiş, yıllarca yatırmış, dini solun karşısına bir barikat olarak dikmek üzere bir Türk-İslam sentezi icat etmiş, din derslerini cumhuriyet tarihinde ilk kez zorunlu hale getirmiş (Kemalist ordu!), kısacası işçi sınıfını sendikal, siyasal ve ideolojik alanlarda kıskıvrak bağlamıştır. Özgürlük, demokrasi, insan hakları alanlarında uyguladığı politikalar bu sınıf taarruzunu olanaklı kılacak araçlardır. Her kim Kenan Evren ve 12 Eylül ile tartışmayı salt bir demokrasi ve insan hakları sorunu olarak sunar, o, meselenin sınıfsal boyutunu gizlemeye çalışıyordur. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun o dönemde başında olan tekstil patronu Halit Narin, 1982’de çalışma yasaları kabul edildiğinde şöyle demişti: “Bugüne kadar hep işçiler güldü, bundan sonra sıra bizde”! İşçiler, bunu hiç unutmayın: Türkiye’nin büyük kesimlerinin arkasından lanet ettiği adam sizin sınıf düşmanınızdı! Destekleyicileri sizlerin en büyük, en “uygar” görünüşlü patronlarınızdır! Türkiye’nin başına gelen kötülük patronların kendi iktidarlarını ve kârlarını garanti alma hırsından gelmiştir.
Kürtleri zorla Kürtlükten koparmak!
12 Eylül, aynı zamanda, 1925’ten beri baskı altında yaşayan, varlığı inkâr edilen, asimilasyona tâbi tutulan, başını kaldırdığında da imha politikalarıyla karşılaşan Kürt halkının önüne düşmüş olan örgütlerin ezilmesi, Kürtlerin yeniden Kürtlükten koparılması operasyonu idi. Kürt halkı, 1960’lı yıllarda Güney Kürdistan’da Irak rejimine karşı verilen hak mücadelesinden, 1968 mücadelelerinden, Türkiye topraklarında sosyalizmin gelişmesinden esinlenerek bir uyanış içine girmişti. 1970’li yıllarda ise Kürt hareketleri adım adım Türk sol hareketlerinden ayrışmış, bir Kürt örgütlenmesi başlamıştı. 12 Eylül bu gelişmeyi başından ezmek amacını güdüyordu. Askeri rejim altında Kürt halkı üzerinde büyük bir mezalim uygulanması, basılan köylerin erkeklerinin kadınların ve çocukların önünde soyundurulması, Kürt halkının iradesini ezmek içindir. 12 Eylül’de bütün Türkiye cezaevleri, en başta Ankara Mamak ve İstanbul Metris elbette zulmün kol gezdiği zindanlardı. Ama Diyarbakır Cezaevi’nin rejimi cehennemin yeryüzüne inmiş hali idi. Her kim 12 Eylül’ün anti-demokratik uygulamalarından söz eder, ama işçi sınıfının yanı sıra Kürt halkının özel bir hedef olduğunu geçiştirirse, o hâkim ulus milliyetçiliğinin açık ya da gizli sözcüsüdür! Kemal Pir’ler Diyarbakır zindanında direnerek ölmekle Kürt halkının uyanışını ve bugün başı dik hakları için milyonlarıyla mücadele etmesini olanaklı hale gelmiştir. Kenan Evren lanetlenmektedir; zindanda öldürttüğü ve işkenceye tâbi tuttuğu Kürt özgürlük mücadelesi militanları ise hayırla anılmaktadır.
Kenan Evren ABD’nin ve NATO’nun adamıdır!
12 Eylül’e verip veriştirmek, ama o rejimin ABD’nin ve NATO’nun desteğiyle ve ona hizmet ederek ayakta kalmış olduğundan söz etmemek, emperyalizmden demokrasi bekleyen liberallerin ve emperyalizm uşaklığını İslamcı hareketle sınırlayarak bugünün NATO ordusunun nasıl emperyalizmle bütünleşmiş olduğunu gözden saklamak isteyen ulusalcıların işine gelebilir. Oysa Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “emir ve komuta zinciri” içinde devlete el koymasının ürünü olan cunta ve onun güçlü adamı Kenan Evren her şeyi ABD ile el ele ve NATO’nun amaçları doğrultusunda yapmıştır. 1979’da Ortadoğu’daki en güçlü ve sadık müttefiklerinden İran Şahı’nın devrimle düşmesi karşısında ABD bir yandan öteki sadık yâri Türkiye rejimini korumak, bir yandan da Türkiye’yi istikrara kavuşturarak İran’a karşı harekete geçmek istemiştir. Türkiye’de askeri darbeden sadece 20 gün sonra Saddam Hüseyin’in ABD-Britanya-Almanya kimyasalları da kullanarak İran’ın topraklarını işgale girişmesi rastlantı değildir! Kenan Evren’in rejimi kendini demokrat göstermekte çok başarılı olan ABD emperyalizminin imalatıdır.
Cesedini belediye gömsün!
Ailesi dışında Kenan Evren’in cesedine bütün toplumun sırtını çevirmesi gerekir. Cesedinin halk sağlığı gerekleri dolayısıyla gömülmesi gerekir elbette. Bu görevi de belediye üstlenmelidir.
Ama bu devlet elbette kendisinin bir kurtarıcısı, bir hamisi gibi gördüğü birini kolay kolay terk etmeyecekti. Hele hele Kenan Evren’in ve cuntasının geride bıraktığı mirası sonuna kadar istismar eden AKP hükümetinin devlet törenine hayır demesi beklenemezdi. Şimdi Erdoğan ve Gül, Demirel ve Sezer’le birlikte son dört cumhurbaşkanı olarak Evren’in cenazesini selamlayacaktır. Göreceğiz, patronların hangi temsilcileri, düzen partilerinin hangileri o cenazede saf tutacak! Onlara yakışır! Kendi düzenlerini ayakta tutan bir adama son saygılarını sunsunlar! CHP ve MHP de orada olmalıydı!
Ama işçi sınıfının saflarında yerini arayan, düzene karşı emekçilerle saf tutan, Kürt halkının asimilasyonuna, inkârına ve imhasına karşı çıkan kimse ayağını o cenaze törenine atmamalıdır! Gözümüz, işçi sınıfının gözü o törende olacak! Her kim o cenazeye gider, o işçi sınıfının, emekçilerin, Kürtlerin ve geleceğin düşmanıdır! Öyle belleyeceğiz!
Kenan Evren öldü, 12 Eylül devam ediyor!
Siyasi rejimler anayasa ve yasalardan ibaret değildir. Kimileri anayasanın defalarca değiştiğinden, artık aynı 1982 anayasası olmadığından dem vuruyor. Kimileri çalışma hayatına ilişkin bütün yasaların zamana yayılmış biçimde yenilenmiş olduğundan. Demeye getiriyorlar ki 12 Eylül rejimi sona erdi. Hayır! Kenan Evren ve cuntasının kurduğu rejim yaşıyor! Uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Türkiye’de sendikalaşmak aslanın ağzında. Özel sektörde kim sendikalaşırsa kendini kapının ağzında buluyor. Zar zor sendikalaşanlar için de grev yasak. Son yıllarda dişe dokunacak ne grev yapıldıysa “erteleme” adı altında yasaklandı. 12 Eylül rejiminin özü budur: Patronlar sınıfının dikensiz gül bahçesinde kârını elde etmesi, sermaye birikimini sürdürmesi. 24 Ocak kararlarının başlattığı, Özal ve Çiller hükümetlerinin pekiştirdiği, Kemal Derviş’in 2002’de derinleştirdiği neoliberal burjuva taarruz programı her hükümetin programında başköşede olmuştur. 12 Eylül’ün büyük öğrenci kitlesini ve üniversiteyi depolitize etmek için getirdiği YÖK hâlâ yerindedir. Dini solun karşısına bir barikat olarak çıkartan zorunlu din dersleri hâlâ sürüyor. Sol partileri ve Kürt partilerini güçsüz bırakmak için koyulan, dünyada eşi menendi olmayan yüzde 10 barajı devam ediyor. Kim demiş 12 Eylül bitti diye?
12 Eylül devam ediyorsa, bu 12 Eylül’ün kapattığı bütün düzen partilerinin bugünkü uzantılarının zaman içinde sapına kadar 12 Eylülcü olması sayesindedir. Merkez sağ, “sosyal demokrat” diye anılan merkez sol, faşist ve İslamcı bütün siyasi ailelerin partileri bir bakıma Evrenci’dir. O yüzden cenaze törenine gitmeleri daha dürüst olurdu!
2010’da anayasa referandumu sırasında kendini 12 Eylül karşıtı olarak göstermiş olan Tayyip Erdoğan ve AKP 12 Eylülcülüğün dik âlâsını yapmıştır. Grevleri “erteleme” adı altında yasaklama olanağını en çok kullanan hükümet hangisi? Yüzde 10 barajından en çok yararlanan parti hangisi? Zorunlu din derslerine sarılan parti hangisi? YÖK’e karşı görünüp sonra onu ele geçirince tahkim eden parti hangisi? 12 Eylül cuntası başa geldikten sonra derhal işçilerin kıdem tazminatına tavan getirmişti. Şimdi kıdem tazminatını “fona devrederek” bütünüyle ortadan kaldırmak isteyen kim? AKP’nin 12 Eylül’ü yargılamanın yolunu açtığı söyleniyor. Devrimci İşçi Partisi o dönemde de söylemişti. Görünen köy kılavuz bile istemezdi aslında: Her ikisi de 90’lı yaşlarında olan Evren ve Şahinkaya’nın davası uzatılacak, sonunda yargılar gibi yapıp ipe un serecekti mahkeme. Bakın Gerçek gazetesi ne demiş:
Devlet 96 yaşındaki Kenan Evren’in ve 88 yaşındaki Tahsin Şahinkaya’nın bir an önce ölmesi için duacı. Ki 12 Eylül davası açtılar, ama sanıkları mahkemeye bile getiremediler denmesin! Doğanın emri, bir süre sonra bu gerçekleşecek. O zaman “vah vah yargılayamadık” diyecekler!
Olan tam da bu oldu. Evren mahkemeye bile getirilmedi. Güya bir mahkûmiyet kararı çıktı. Ama hüküm Yargıtay kararı ile kesinleşmediği için Evren devlet töreni ile uğurlanıyor!
Bütün rejim 12 Eylülcüdür. Solda birçokları nostalji politikası yaparak 12 Eylül dönemiyle uğraştı durdu, bırakın sivil 12 Eylülcüleri 28 Şubatlarda, 27 Nisanlarda bile sustu! Hayır, bugün 12 Eylül’e karşı savaşmak, işçi düşmanı, Kürt düşmanı, emperyalizm uşağı bu düzenin bütünüyle savaşmaktır! Evren’i mahkûm etmek Türkiye’nin Avrupa Birliği özlemi içinde kendini demokrasi yanlısı gösterme şarlatanlığına girişen burjuvazisine karşı savaşmaktır!
Patronlar düzeni pis işlerinin taşeronu Kenan Evren’i gömüyor. İşçi sınıfı, haydi, 12 Eylül’ün pekiştirdiği sınıf tahakkümünü gömmeye!