HDK’den HDP’ye: bir iltihak öyküsü noktalandı
Halkların Demokratik Kongresi (HDK), Halkların Demokratik Partisi’ni (HDP) doğurdu, parti kuruldu. Hevallerimizi ve Türkiye sosyalist hareketinden gelip HDP içinde yer alan bütün yoldaşlarımızı kutlarız. 27 Ekim Pazar günü yapılan 1. Olağanüstü Kongresi’nde parti eşbaşkanlığa Sebahat Tuncel ile Ertuğrul Kürkçü’yü getirdi. Başarılar dileriz.
Gerek Abdullah Öcalan, gerekse Türk tarafından partinin eşbaşkanlığına getirilen Ertuğrul Kürkçü bu gelişmeyi, yaklaşık kırk yıl önce sosyalizmin Türkiye tarihindeki ilk kitleselleşme döneminde yola birlikte çıkmış olan Türk ve Kürt devrimci hareketlerinin uzun bir ayrılıktan sonra yeniden birleşmesi olarak yorumladı. Kürkçü, “iki halkın ortak mücadele çağının yeniden geldiği” inancıyla “işte bu parti o mücadeleyi taşıyacak” dedi. Taşıyabilir mi?
Partinin bir başka ağır topu Sırrı Süreyya Önder, “devir artık barikatlar devri” dedi. Devir öyle de bu parti o amaçla mı kuruldu?
Partinin hayatında önemi yadsınamayacak olan Öcalan ise Kongre’ye yolladığı mesajda kelimeleri hiç eğip bükmeden farklı bir mesaj veriyordu. Evet, o da Kürt ve Türk hareketlerinin yeniden birleşmekte olduğuna vurgu yapıyordu bir bakıma. Kendisinin Mahir’lerden devralmış olduğu tarihsel emaneti “sizlerin üstlenmesini” bekliyordu. Ama Öcalan o cümleye üç kelime katmıştı: “Emanet” tamam, ama “yeni bir anlayışla sizlerin üstlenmesi” (vurgu bizim). Kendisi bu “yeni anlayışı” zaten açıklıyordu konuşmasında: “71 devrimciliği devlete isyan devrimciliğiydi. 40 yıllık isyandan sonra devletle müzakere önemlidir.” Öcalan açısından bakıldığında “emanet”in geçirdiği değişiklik ancak bu kadar açık ifade edilebilir. Bu durumda Sırrı Süreyya Önder’in “devir artık barikatlar devri” çıkışı, dönemi tanımlamak açısından ne kadar doğru olursa olsun, partiyi tanımlamıyor, basit bir edebi söyleyiş oluyor. HDP Kürkçü’nün dediği gibi “iki halkın ortak mücadelesi” için değil, Öcalan’ın dediği gibi “müzakere” için kuruluyor.
Bugün böyle olduğu gün gibi açık olmakla birlikte yine de şu soru sorulabilir: Bu kaçınılmaz bir şey mi? Yani gelecekte işler mutlaka böyle mi gidecek? Bu sorunun cevabı kesinlikle “hayır”dır. Tam tersine “müzakere” beklentisi muhtemelen boş çıkacaktır. Şimdiden ufukta belirginleşmeye başladığı gibi. HDP, aynen kendinden önce müzakereye şartlanmış, ama sürekli mücadele etmek zorunda kalan bir dizi Kürt partisi gibi sert bir mücadeleye girmek zorunda kalacaktır.
İşte burada program büyük bir önem kazanıyor. HDP, kendinden önce HDK’nin yaptığı gibi, Türkiye sosyalistlerinin Marksizmin terk edilmesine yaslanan bir programa iltihakı, “demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü bir toplum”a bağlanması zemininde kuruluyor. Baskıcı, inkârcı bir moderniteden “demokratik modernite”ye geçiş mücadelesini hedefleyerek kuruluyor. Bunun sınıf mücadelesi ile hiçbir ilişkisi yoktur. Bu “demokratik cumhuriyet” projesidir. Türk sosyalistleri Marksizm dışı bir programa iltihak etmektedirler. Türkiye sosyalizminin bazı bölükleri (bunlardan HDP’de çok sayıda var üstelik) kendi seslerini yitireceklerdir. Başkasının sesi olacaklardır. Öcalan mesajında boş yere mi “yılların deneyiminin kaçınılmaz olarak radikal demokrasiye evrileceği”ni söylemiştir?(Vurgu bizim.)HDP’yi kuran Marksist dostlarımız “radikal demokrasi”nin “post-Marksizm”in siyasi programı olduğunu bilmezler mi? Elbette bilirler. Öyleyse halkı aldatmaya gerek yok!
Örnek verelim: Kongre çok gösterişli; kalabalık heyecan içinde. Bunlar güzel. Ama ne yapmak için oradalar? Kongrede açılan dört ana programatik pankart var. Bir pankart demokratik özerklik ile ilgili. Bir başkası Alevilere eşit yurttaşlık ile. Üçüncüsü LGBTİ’lerle. Nihayet emek ile ilgili olan geliyor: “Doğa ve emek sömürüsüne son.” Güzel. Ama ardından ekliyor: “Çözüm: Ekolojik Yaşam”. İşte size emek sömürüsünü sona erdirmenin yolu! Sermaye üzerindeki özel mülkiyeti kaldırmak değil, “ekolojik yaşam”. İşte size “radikal demokrasi”. Bu parti ilk büyük sınıf mücadelesi dalgasında yolunu şaşırır.
Biz HDP’yi kuran unsurları değişen derecelerde kendi hevallerimiz olarak görürüz. Geçmişte, başta BDP olmak üzere, bu parti ve çevrelerle sık sık ortak mücadeleler verdik, seçimlere birlikte girdik. Onların sağlam bir yürüyüş içinde olması en çok bizi memnun eder. Ama programı gerçeklere karşılık vermeyen bir parti büyük sınavlarda kaçınılmaz olarak yanlış yollara sapacaktır. “Bu parti o mücadeleyi” taşıyamaz!