Devleti olmayan ülke!
Amerika Birleşik Devletleri, adında o kadar çok devlet olduğu halde, bugünlerde devletsiz kaldı! Türkçe’de bulunan çok güzel deyimle, devlet kepenk kapattı! Şimdi acil görülmeyen hizmetler askıya alınmış durumda. Bu olayın ardında ülkenin iki büyük partisinin anlaşmazlığa düşmesi dolayısıyla, ABD’nin yasama organı olan Kongre’nin bütçeyi geçirememesi yatıyor. Tam bir komedi: günümüz dünyasının, hatta elindeki teknolojik olanaklar ve ekonomik güç göz önüne alınırsa belki de tarihin en güçlü devleti durdu!
Bu olayın kendi içinde çok fazla büyütülmemesi gerekir. ABD bu durumla geçici olarak daha önce de karşılaşmış bir ülke. Hatta 1997’den bu yana, yani 16 yıldır, bütçe hiçbir yıl zamanında kabul edilememiş. Tabii, kısa dönemde işlerin sürdürülebilmesi için bir geçici bütçe çoğu zaman geçirilmiş Kongre’den. Bu yüzden de bugün içine düşülen gülünç durum istisnai.
Olayın büyütülmemesi gerekir, ama ardında yatan çelişki çok önemli. Bu çelişkiye geçmeden önce ortaya çıkan bu olağanüstü durumun birkaç boyutuna kısaca işaret etmekte yarar var. Birincisi, başka faaliyetler bütünüyle ya da kısmen tatil edilirken, en ufak bir fedakârlık yapılmayan alan “güvenlik”. Yani ordu, polis ve benzeri güçler. Bu bize Engels’in devlet konusunda söylediklerinin ne denli doğru olduğunu bir kez daha gösteriyor: Devlet her şeyden önce “bir silahlı insanlar topluluğu”dur. Çekirdeğinde bu yatar, ana işlevi budur. Teorik biçimde ifade edilen bu gerçeklik, devlet durduğunda en son “silahlı insanlar”ın faaliyetinin durmasıyla çarpıcı biçimde kanıtlanıyor. Devletten geriye başka hiçbir şey kalmasa, ordu ve polis kalır!
İkincisi, federal devletin (ABD federal sistem olduğu için eyaletlerin ve belediyelerin de kendi çalışanları var elbette) 2,8 milyon çalışanından 800 bini zorunlu izin yapıyor, 1,3 milyonu da ücretsiz çalıştırılıyor. Oysa bu insanların bu durumun doğmasında en ufak bir sorumluluğu yok. Bir devlet kendi çalışanının hakkını bu derecede ağır biçimde ayaklar altına alırsa, sermaye nasıl at oynatır o ülkede, düşünün.
Şimdi bu komedinin arkasında yatan çelişkiye geçebiliriz. Krizin esas sorumlusu, Cumhuriyetçi Parti’dir, onun içinde de “Çay Partisi” (“Tea Party”) taraftarı aşırı sağcı vekillerdir. Kongre’nin bir kanadını, Temsilciler Meclisi’ni kontrol eden Cumhuriyetçiler, bütçeye onay vermek için sağlık sigortasına ilişkin yıllar önce kabul edilmiş olan yasanın, öngörüldüğü gibi bu yıl yürürlüğe girmemesini şart koşmuşlardır. Yani şantaj yapmışlardır. “Obamacare” olarak bilinen bu sağlık yasasının yoksullara getirdiği yeni olanaklar çok sınırlıdır. Üstelik bu katmanların sorunlarının çözümünü özel sektöre bırakmaktadır. Buna rağmen devlete bir miktar ek yük getirmektedir.
İşte işin püf noktası bu sonuncusudur. Obama’nın partisi Demokratlar ile daha sağcı Cumhuriyetçiler arasında son dönemde iyice kızışan çelişkiler bu alanda yoğunlaşıyor. Cumhuriyetçiler devlet harcamalarının yüksek tutulmasının hem enflasyon tehlikesi yaratacağını, hem ücretlerin düşürülmesini engellediğini, hem de verimsiz işletmelerin ayıklanmasını ertelediğini düşünerek harcamaları kısmak istiyorlar. Demokrat Parti ise dünyanın ve ABD’nin içinden geçtiği ağır ekonomik kriz koşullarında harcamaların kısılmasının ekonomiyi hızla uçurumun kenarına sürükleyebileceği korkusuyla bu öneriye kısmen de olsa karşı çıkıyorlar. Bu iki partinin son yıllarda birbirinin boğazına sarılmasının temelinde yatan stratejik bir sorun. “Obamacare” krizi ve devletin kepenk kapatması işte bu çelişkinin ürünü.
Şimdi asıl dikkat edilmesi gereken noktaya geliyoruz. İki parti arasındaki bu çelişki, aslında ABD’de ve dünyada sermayenin beşinci yılını doldurmuş olan derin ekonomik kriz dolayısıyla karşı karşıya kaldığı bir ikilemin ifadesi. Burjuvazi harcamaları kıstıkça, kemer sıktıkça dipsiz bir kuyuya düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. Harcamaları arttırsa, genişlemeci politikaları sürdürse bunu etkisi sınırlı olacağı ve çelişkilerin daha da fazla birikmesine yol açacağı için daha da sert bir çöküş riskini üstlenmiş oluyor. Yukarı tükürse bıyık, aşağı tükürse sakal! İşte Cumhuriyetçiler ve Demokratlar her biri bu ikilemin bir ucundan tutmuşlar, çekiştirip duruyorlar. Çekiştirdikçe ABD ve dünya ekonomilerinin bataklığa doğru yürümesine daha da fazla katkıda bulunuyorlar!
Şimdi asıl test 17 Ekim’de. Bundan birkaç yıl önce bir kez daha olduğu gibi o tarihte ABD devletinin borç sınırı doldurulmuş olacak, bu üst sınırı Kongre’nin yükseltmesi gerekecek. Ama Cumhuriyetçiler bu alanda da şantajı sürdürüyorlar. İstekleri kabul edilmezse üst sınırı yükseltmeyeceklerini açıklıyorlar. Bu gerçekleşirse iş komedi olmaktan çıkıp trajediye dönüşür. ABD borçlarını ödeyemez, iflası gündeme gelir. Dünya parası doların ve dünyanın en kolay kabul edilen menkul kıymeti olan Hazine bonolarının sahibi devlet iflas edecek olursa, sonuç dibi olmayan bir uçurum olarak ifade edilebilir.
İçinden geçmekte olduğumuz dünya ekonomik krizinin asla salt ekonomik bir olay olmadığını, çözümünü politikada bulması gerektiğini çok yazdık. Şimdi bir kez daha görüyoruz ki, bu büyük kriz sermaye düzenini pamuk ipliğine bağlı hale getiriyor. Ne diyebiliriz? Bu daha başlangıç!
Bu yazı, Gerçek gazetesinin Ekim 2013 tarihli 48. Sayısında yayınlanmıştır.