İsyan sanatı
31 Mayıs 2013 tarihinde patlayan ve tarihe adını "Gezi Parkı Olayları" olarak yazdıran halk isyanı, burjuva iktidarını daha önce hiç olmadığı kadar sarsarken emekçiler üzerindeki ölü toprağını da kaldırdı. Bu büyük isyan ateşi, aynı şiddeti ile olmasa da değişik bir biçim alarak, bizlere unutulmayacak günler yaşatarak ve öğreterek yanmaya devam ediyor.
Bizler isyan boyunca kolay kolay unutulmayacak günler yaşadık. Hafızalarımızdan silinmeyecek anlara şahit olduk. Taksim'in Tahrir'e dönüştüğünü gördük; taraftar gruplarının yiğitliğini gördük; komünlerin yeniden kurulduğunu, barikat savaşlarında ölümü göze alanları gördük... Ve nihayetinde belki de bu saydıklarımızdan daha az önemli ama insanların hafızalarında daha çok yer eden duvar yazılarını, sloganları, direngen sanatçıları gördük. Yani isyanın sanatını ve sanatçılarını gördük...
İsyanın Sanatı
Burjuva basının halk isyanında ilk gördüğü -ve belki de tek görmek istediği- şey duvarlara yazılan yazılar ve atılan yaratıcı sloganlar oldu. İsyancıları zararsız-yaratıcı çocuklar olarak görme eğilimi taşıyan burjuva basın için bu duvar yazıları ve sloganlar "orantısız zekâ" pırıltılarından başka bir şey değildi. Hâlbuki tüm bunlar aslında burjuvazinin her alanda emekçiler üzerine kurduğu hâkimiyetine karşı ortaya çıkan isyanın sanatıydı.
İnsanın varoluşu ile birlikte karşımıza çıkan ve binlerce yıllık bir geçmişi olan sanatın kısa bir tanımını yapmak oldukça zordur ve nihayetinde yapacağımız her tanım sınıfsal bir nitelik taşıyacaktır. Zira sınıflı toplumlarda her kavramın tanımı her sınıf için farklı bir nitelik taşır. Misal ilkel-komünal dönemde sanat daha kolektif ve anonim bir nitelik taşırken sınıflı toplumlarda ve özellikle de kapitalizm döneminde sanat bireysel, alınıp-satılabilen bir meta haline dönüşür. İlkel dönemde sanat tüm bireyler için uğraş alanıyken ve tüm topluma hitap ederken, sınıflı toplumlarda ise sadece belirli ayrıcalıkları olan insanların uğraştığı ve seçkin bir azınlığa hitap eden bir alan haline gelmiştir. Bu noktadan sonra egemenlerin elinde oyuncak olan sanatın hayatın gerçeklerini yansıtması beklenemezdi elbette. Artık sanat gerçeği değil, idealist fikirleri, sömürülen geniş kitlelere aktarmanın bir aracı olmuş ve bu yolla da sömürülenlerin gerçekleri görmesi engellenmiştir. Yani sanat zamanla gerçeği gizleyen bir perde haline gelmiştir. Bu perdenin yırtılabilmesinin yegâne yolu da kapitalist işleyişin tekerine çomak sokabilmekle olur. Peki, bu nasıl olacaktır?
İşçi sınıfı, kendi sanatının temellerini kapitalizmle hesaplaşırken oluşturur. Yani işçi sınıfının sanatla yakınlaşmasının kesişme noktası her zaman sınıf olarak mücadele içindeyken olmuştur. Çok eskiye gitmeye gerek yok; bir hatırlayalım TEKEL direnişini. TEKEL direnişi sırasında her çadırda şiirler okundu, şiirler yazıldı. Halk âşıkları, devrimci müzisyenler marşlar, türküler, şarkılar yazdılar, söylediler. Tiyatrolar oynandı, resimler yapıldı, fotoğraflar çekildi… Bu ve bu tarz yüzlerce direnişte, grevde, barikatta işçi sınıfı kendi sanatını bizzat kendi yarattı.
İşte bu yüzden tüm direniş, isyan ve devrimlerde olduğu gibi halk isyanında da, emekçilerin burjuvazinin kültürel hâkimiyeti altında baskılanmış olan sanatsal yetenekleri açığa çıktı. Sanatı, sadece seçilmiş-elit kimselerin tekeline alan ve sanatı alınıp satılabilen bir metaya çeviren burjuvazinin bu tercihi geniş emekçi kitleler tarafından alt-üst edildi. Tıpkı sınıfsız bir toplum olan ilkel-komünal dönemdeki atalarımız gibi halk isyancıları da anonim ve kolektif bir sanat üretmeyi başardılar. Ve üretilen bu kolektif sanat, hayatı sadece yorumlamakla kalmadı aynı zamanda değiştirmeye de yöneldi. Tıpkı Trotskiy yoldaşın dediği gibi; "Proletarya yeni sosyalist kültür ve edebiyatı bugünkü yoksulluğumuza, ihtiyaç ve sıkıntılarımıza, cehaletimize dayaranarak laboratuar yöntemleriyle değil, büyük toplumsal, ekonomik ve kültürel araçlarla" hazırladı.
İsyanın Sanatçıları:
Halk isyanının ilk günlerinden itibaren en ön saflarda gördük sanatçıları. O sanatçılar ki simalarını burjuva medya kanallarının paparazzi programlarında görmeye alıştığımız sanatçılardı... O sanatçılar ki pek çoğu daha düne kadar halka üstten bakmayı erdem sanan sanatçılardı... Peki, ne oldu da düne kadar hiç bir hak arama eyleminde simalarını göremediğimiz bu sanatçılar birden barikatların en önüne geçtiler? Elbette bu sorunun cevabı da “isyanın” içinde gizlidir.
Daha öncede belirttiğimiz gibi sınıflı toplumlarda sanat seçkinci bir nitelik almış, tüm insanlıktan ziyade küçük bir azınlığa hitap eder olmuştur. Kapitalizm döneminde sanatın oluşmasında ve gelişmesinde birtakım önemli yapısal değişimler de yaşandı. Artık sanat da sanatçı da alınıp-satılabilen bir meta haline dönüştü. Kâr mantığı ve sanatın-sanatçının alınıp satılabilir bir meta haline dönüşmesi, çarkın burjuvazi lehine dönmesi için yeterli oldu. Yani kapitalizm çağında sanatçı olabilmenin koşulu, ortaya konan sanatsal üretimin kâr getirip getirmemesi oldu. Tüm toplumu saran “yabancılaşma” sanatçıların da toplumdan kopmasına neden oldu. Kendisini ilerici-demokrat ve hatta “solcu” olarak ifade eden sanatçıları kapitalist şirketlerin reklamlarında izler olduk. Sanatın ve sanatçının metalaştığı bir dönemde yazarların, oyuncuların, yönetmenlerin bu hale dönüşmelerine şaşırmadık. Artık bu noktadan sonra sanatçının kimliği bir anlam taşımaz oldu. Ruhunu ve yeteneğini en iyi pazarlayanlar en iyi sanatçılar oldu çıktı.
Ama tüm bu gidişata belirli ölçüde de olsa halk isyanı bir set çekti. Ustalarımızın dediği gibi toplumsal alt-üst oluşlarda normal zamanda silikleşen sınıfsal farklılıklar daha keskin hatlarla birbirinden ayrılır. İsyan daha önce içinde bulundukları sistemin mistifikasyonu nedeniyle kendilerini % 99’un dışında hisseden pek çok kesim gibi sanatçıların da gözlerindeki sır perdelerini kaldırmaya başladı. Şirketlerin reklamlarında oynamak, burjuvazinin borazanı televizyon kanallarındaki dizilerde rol kapmak isterlerken pek çoğu tüm bunları elinin tersiyle itmeye başladı. Kâr amacı gütmeksizin yapılan sanatın gerçekliğini tadan sanatçılar barikatların en önünde savaşmaya, kurulan komün çadırlarında sanat atölyelerini kurmaya başladılar. Artık isyan kendi sanatçısını da yaratmayı başardı.
İsyan ve Devrim
İsyan saklı gerçekleri bir ölçüde yüzümüze çarpmıştır; ama henüz sır perdesi tam olarak kalkmamıştır. Evet, isyan öğretti ve öğretmeye de devam ediyor. İsyanla birlikte sınıflar netleşiyor, herkes kendi bayrağı altında toplanmaya başlıyor. İsyan kendi sanatını ve sanatçısını yaratıyor. İsyan dalga dalga yeni çözüm yolları, direniş biçimleri ortaya çıkarıyor. Ancak şu bir gerçek ki isyanlar devrimlere dönüşmediği sürece bu dalgalar sönümlenmeye mahkûmdur. Bu toplumsal hareketin doğurduğu direniş kültürünün kapitalist çarklara çomak sokabilmesinin en önemli yolu isyanı bir ileri aşamaya taşıyabilmekle, devrimle olacaktır. İşte o günler geldiğinde gerçek sanatın hepimizi nasıl kucaklayacağını göreceğiz...