Gezi’de patlayan “balon”
Başbakan Erdoğan Gezi eylemleri sonrasında yaptığı bir konuşmada şöyle diyor: “Kim kazandı? Faiz lobisi, rant lobisi. Kim kaybetti? Türkiye ekonomisi, Türkiye’nin imajını, uluslararası gücünü gölgelediler.” Yıllardır Türk medyasında cilalanan bu imajı besleyen bir başka görüşü de burjuva medyasının tanınmış yazarlarından Güngör Uras bir köşe yazısında (Milliyet, 23.6.2013) şöyle dile getiriyor: “büyüme dersen fena değil, insanların çoğunun işi var, aç açıkta kalan yok gibi, yollar, köprüler, tüneller yapılıyor. TOKİ dağa taşa bina dikiyor. Bu insanlar daha başka ne istiyor, neden çıkıyor sokaklara?”
Gezi Parkı’ndan başlayarak bütün ülkeye yayılan isyan dalgasının önemli sonuçlarından biri de AKP hükümetinin ekonomide başarı öyküsü sayesinde ortaya çıktığı ileri sürülen “güçlü Türkiye” imajının tuzla buz olması, adeta fazla şişirilen balonun patlamasıdır. Türkiye “markasının” Ortadoğu’da bir bölge gücü olarak pazarlanmasına dayalı bu imajın en önemli hedeflerinden biri ekonominin yapısal sorunu olan cari açığı kapatmak için kredi verecek uluslararası finans çevrelerinin güvenini kazanmaktı. Ne demişti Erdoğan yıllar evvel yabancı sermaye düşmanlığı yapanlara yüklenirken: “Ülkeme yatırımı temineden dünyanın tüm girişimcileriyle görüşürüm. Çünkü ben ülkemi adeta pazarlamakla mükellefim” (Milliyet, 16.10.2005).
Gelgelelim bu bir imajdı, gerçek ise bambaşka. Türkiye kapitalizminin yapısal sorunları yıllardır çözülmeden duruyordu. Gezi eylemleri öncesinde dahi Türkiye uzunca bir süredir yükselen ülkeler arasında en borçlu ve en riskli ülke konumundaydı. Cari açık yıllardır kapatılamadığı gibi, son yıllarda dünyada en yüksek cari açığa sahip ülkelerden biri Türkiye idi. Bir yandan IMF borcu sıfırlandı diye övünülürken, öte yandan son 10 yılda Türkiye’nin uluslararası yatırımcılara olan toplam dış borcu 3 kat artmıştı; değişen sadece alacaklıydı.
Kaldı ki bu “başarı öyküsü”nün öbür yüzünde “siyasal istikrar” sağlamak üzere aşırı sömürüyü güvence altına alma hedefi güden ekonomi politikaları yer almaktaydı. Bu emeğe saldırı stratejisinin sonuçları itibariyle derin bir sosyal tahribata yol açmış olduğuna dair çeşitli kanıtlara bu köşede sıkça yer veriyoruz. En güncel olan bazılarını özetleyelim: OECD’nin yakında yayınlanan bir raporuna göre Türkiye örgüte üye ülkeler arasında gelir adaletsizliğinde Meksika’dan sonra en adaletsiz ülke konumunda. Türkiye gençler arasında işsizlik yönünden de önde gelen ülkeler arasında. Her beş gençten biri işsiz. Türkiye’nin yoksul sayısı 2013 itibariyle 11,5 milyona yükselmiş durumda. OECD’nin 2013 yılı “Daha İyi Yaşam Endeksi” adlı raporuna göre Türkiye 36 ülkeyi kapsayan listenin en altında yer alıyor. Takibe alınan toplam tüketici kredisi tutarı son 8 yılda 9 kat artmış. İşte imajın örttüğü oldukça kırılgan ve aşırı ısınmış bu ekonomik ortamdır ki, halkın “aşırı ısınmasına”, patlamaya hazır hale gelmiş olmasına zemin hazırlamıştır. İnsanlar “sopayla ekonomi yönetimine”, azınlığın kâr mantığının çoğunluğun toplumsal ihtiyaçlarına galebe çalmasına isyan etmiş, bunun için sokağa çıkmışlardır.
10 yıllık iktidarında daha önce yapılmamış düzeyde özelleştirmelerle kamu mülkiyetini ister Batıcı ister İslamcı olsun sermayeye talan ettir, dünya ortalamasının çok üstünde faiz vererek yerli ve yabancı sermayeye aşırı kâr olanağı sun, kentsel dönüşüm adı altında yoksul konutlarına sermayenin el koymasını teşvik et, özetle toplumsal kaynakların toplumdaki ağırlığı yüzde 1 olan burjuvazi için sonuna kadar kullandırıldığı bir yağma döneminin başbakanı ol, sonra kalkıp “azınlığın çoğunluğa tahakkümüne izin vermeyeceğiz” de. Gezi Parkı’ndan tüm ülkeye yayılan isyan bu balonu da patlatmıştır.
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Temmuz 2013 tarihli 45. sayısında yayınlanmıştır.