Suriye faciasının 5. yıldönümü: Buradan nereye?
Dün, 15 Mart, Suriye’de yaşanmakta olan facianın beşinci yılını doldurduğu tarihti. Aslında olaylar bugünkü faciadan çok farklı biçimde başlamıştı. Tunus’ta 14 Ocak’ta diktatör Bin Ali devrilmiş, 25 Ocak’ta başlayan Mısır devrimi ise 18 gün sonra Hüsnü Mübarek’in düşüşüyle taçlanmıştı. Bundan sonrası neredeyse bütün Arap ülkelerinde kitlelerin hakları için mücadeleye girişine tanık oluyordu. Suriye halkı işte bu olayların etkisi altında 15 Mart 2011’de ayaklandı. On yıllardır Baas diktatörlüğünce korunan Sünni burjuvazi tarafından sömürülmüş olan emekçi halk, özellikle yoksul köylülük ve küçük kentlerin emekçileri, biraz nefes almak, biraz gün yüzü görmek için 15 Mart 2011’de ayaklanıyordu. Beşar Esad bu ekmek ve özgürlük isyanını görülmemiş bir şiddette baskıyla, ünlü sivil katilleri “Şabiha”yı da harekete geçerek bastırmayı deneyecekti. Ama halk aylarca direndi.
Demek ki, Suriye faciasında sorumlulardan biri Beşar Esad ve yardakçılarıdır. Onların ardında duran Sünni Suriye burjuvazisidir. Halkın devrimci isyanını ezmek için ülkeyi ateşe atan bunlar olmuştur. Yani Suriye’de çatışma Sünni-Alevi mezhep savaşı olarak başlamamıştır. Ona o rengi veren Suudi Arabistan ve Türkiye’dir, onların ardındaki ABD ve AB emperyalizmidir.
Hemen ikinci sıradaki sorumlu, o dönemin Tayyip Erdoğan başkanlığındaki hükümetidir. Erdoğan Sünni dünyanın “reis”i olmayı o zamandan kafasına koymuş olduğu için Arap devrimi karşısında ikircikli bir politika benimsemişti. Bir yandan kitlelerin iktidara uzanmasına karşı çıkarken, bir yandan da diktatörleri halka talep ettiği haklardan bazılarını vermeye çağırıyordu. Esad’la bunu çok daha öteye götürüyor, onu devrimi yatıştırıcı tedbirler almaya teşvik ediyordu. Bu tedbirlerden birinin o ülkede Müslüman Kardeşler (İhvanı Müslimin) adıyla tanınan hareketi rejime kabul ettirmeye yönelik olduğu tahmin edilebilir. Her durumda, Erdoğan hükümeti, Esad’ın silahsız halkına karşı en zalim olduğu dönemde onu destekliyordu!
Mart ile Eylül arasında altı ay boyunca o dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Esad’la defalarca görüştü. Eylül ayında atmosfer değişti. ABD’nin de desteğiyle Türkiye Esad’a karşı bir muhalefet hareketi oluşturma çabasının merkezine yerleşti. Bu muhalefet hareketi, görünürde aşırı radikal İslamcı hareketlerden değil, “ılımlı”lardan oluşacaktı. Ama zamanla bütün gücün tekfirci mezhepçi görüşteki örgütlerin eline geçtiği herkesin artık bildiği bir şey. Suriye’de “ılımlı muhalefet” adında bir güç yok, bu bir efsane. Bu da rastlantı değil. Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar ile birlikte, kendisi mezhepçi olmayan bir rejime sahip bir ülkeyi mezhepçi temelde bölmeye kalkışınca, sadece radikal, tekfirci, “Ali kıran, baş kesen” örgütler bunların yanına geldi!
Bir başka efsane de bazı uluslararası Troçkist gruplarca yaratıldı. Suriye’de devrimci güç yoktur! Devrimci güçlerle dayanışma adına Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) içindeki güçlerle iş yapmak emperyalizmle iş yapmaktır! Suriye devrimi altı ay devam etti, bir altı ay daha can çekişti, sonunda ardında tek olumlu ürünü olarak bir bebeği, Rojava’yı bırakarak, hayata veda etti. Suriye devrimiyle dayanışma gösterenler, zombilerle uğraşıyorlar!
Bu örgütlere Suudi Arabistan ve Katar mali destek verirken Türkiye’nin görevi militanlar için güvenli bir cephe gerisi oluşturmak, savaş yaralılarına sağlık hizmeti vermek, dünyanın dört bir yanından gelen ve tekfirciliğe gönül vermiş tek tek kişilere tabii iyi ki fikir.
Esad rejiminin çabucak düşeceğine inanarak radikal birtakım İslamcı hareketlerin hâkimiyetinde silahlı güçler örgütleyerek bunları rejimin üzerine salmak anlamını taşıyordu. Rejim dayanıklı çıktı. Ama o ayakta kaldıkça, Suriye bir mezbaha hâlini alıyordu! Bugün devrimin patlak vermesinden beş yıl, devrimin bir mezhep savaşına dönüştürülmesinden dört buçuk yıl sonra ölü sayısı yüz binlerle ifade ediliyor. Verilen en düşük sayı 250 bin! Savaş öncesinde son sayımda nüfusu 23 milyon olan bu ülkede 5 milyon ile 6 milyon arası insan ülke dışına kaçmak zorunda kaldı, 8 milyonun da ülke içinde yerinden yurdundan olduğu belirtiliyor. Yani ülkenin nüfusunun yarısından fazlası evini barkını terk etmiş durumda!
Bugün Cenevre III görüşmeleri yapılıyor. İlk iki barış girişimi neredeyse başlamadan sona ermişti. Bu sefer de başarı olasılığı çok uzak ama ateşkes neredeyse ikinci haftasını dolduruyor. ABD ile Rusya’nın, Suud, Katar ve AKP Türkiye’sinden oluşan Ortadoğu Troykası’nın Suriye’ye kara gücü sokacaklarına dair tehditler savurdukları bir dönemde müzakere ettikleri ateşkesin ardından tam Cenevre III görüşmeleri başlarken Rusya askerinin büyük bölümünü Suriye’den çekeceğine dair sürpriz bir açıklama yaptı. Böylece, hem Beşar Esad kampını, hem de ipleri Suud’un elinde olan Yüksek Müzakere Heyeti’ni bir ölçüde masaya mahkûm etti.
Baas rejimi açısından bu, şu demek: Rusya sonuna kadar arkanızda değildir. Pazarlık koşullarınızı güçlendirmiştir. Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu’nun açıklamasına göre, Rus askeri müdahalesi, aralarında 17 saha komutanı da olan 2 bin dolayında muhalif muharibin canını almış, 200’den fazla petrol tesisine taarruz düzenlenmiş, 400 yerleşim birimi isyancı güçlerden geri alınmış ve Türkiye’den isyancı güçlere giden ana tedarik hattı engellenmiştir. Ama Rusya size sonuna kadar her istediğinizde destek olmayacaktır. Cenevre’de taviz vermek zorundasınız. Bu sitenin okuyucuları, bize göre bunun anlamının Esad’ın barış sağlandığında iktidardan çekilmesi anlamına geldiğini anlayacaklardır. Bizim Eylül ayında ABD ile Rusya arasındaki pazarlıkları da, Rus ordusunun 30 Eylül’den itibaren Suriye’de müdahaleye başlamasını da “Esad’lı geçiş, Esad’sız çözüm” olarak nitelediğimizi okurlarımız hatırlayacaktır. Rusya Esad’dan vazgeçecektir, ama buna karşılık kurulacak yeni rejimin laik olması, tekfircilerin eline geçmemesinin güvence altına alınması için gerekli bütün tedbirleri uygulamıştır. Rusya askerini geri çekiyor ama her an geri dönme tehdidiyle: hem eskiden beri var olan Tartus limanındaki deniz üssü, hem de askeri müdahale sırasında kurulan Lazkiye yakınlarındaki Hmeymim hava üssü muhafaza edilmektedir. Aslında Rusya diplomatik manevrasını daha da çarpıcı göstermek için “çekilme”den söz etmiştir. Yaptığı aslında “güç indirimi”dir.
Suud’un emrindeki güçlere gelince: onlar için Cenevre’de masaya oturmaktan başka çare kalmamıştır. Birincisi, Rusya geri çekilerek rejim kampının ve destekçilerinin ne kadar iyi niyetli ve esnek olduğunu göstermiş oluyor. Buna karşılık diğer tarafın yumuşamaması çok zordur. Nitekim Yüksek Müzakere Heyeti’nin sözcüleri tonlarını hemen yumuşatmışlardır. Bunlar için Rus askeri taarruzları bir kâbustu. Bunun yeniden başlamaması için ellerinden geleni yapacaklardır. İkincisi, bu sitede daha önce de belirtildiği gibi, bütün bu senaryo çok büyük bir ihtimalle Rusya ile ABD arasında bir geniş anlaşmanın çerçevesi içinde yürütülmektedir. ABD, Troyka’yı durdurmak için Rusya’dan tavizler istemiş, karşılığında onların Suriye’ye kara gücü sokmayacağını garanti etmiştir. Şimdi Suud’un savaşı yeniden kışkırtması çok zordur, tekfirci muhaliflerin ise Suud’a rağmen savaş başlatması olanaksıza yakındır. Tabii Erdoğan’ın da.
Kısacası, Rusya bir ölçüde herkesin elini bağlamıştır. Üstelik, geri çekilme vaadi karşılığında ABD’den Ukrayna konusunda bazı güvenceler de almış olması ihtimali güçlüdür.
Ne var ki, Suriye savaşı Suriye savaşından ibaret değildir. Suriye savaşı, aynen Irak, Yemen ve Bahreyn gibi, Suud ile İran’ın petrol rantı kavgasının bir uğrağıdır aynı zamanda. Dolayısıyla kaderi o mücadelenin alacağı biçimlere bağlıdır. En ufak bir kıvılcım, Cenevre’deki masayı devirebilir, Ortadoğu’nun yeniden ve daha da büyük bir yangın yerine dönmesine yol açabilir.
Bizim Türkiye’de Suriye konusundaki birinci görevimiz, AKP yönetiminin bu yangın için körükler imal etmesini engellemektir. Uzun vadeli görevimiz ise, bütün Ortadoğu ülkelerinin yoksul köylülerini, başta Kürt ve Filistin halkları olmak üzere ezilen halkları ve dini grupları, tekfirci-mezhepçi güçlerin ezdiği kadınları ve gençleri proletaryanın etrafında toplayacak bir büyük cephe inşa etmek ve tek kalıcı çözüm olan Ortadoğu Sosyalist Federasyonu’nu kurmaktır.