Faşizme karşı kiminle omuz omuza?

 

 

Türkiye solunun sloganlara karşı ilginç bir tutumu vardır. Yıllar geçer, dönemler değişir, mekânlar değişir, siyasi taraflar değişir, Türkiye solu hep aynı sloganları atar. Oysa slogan taktik kadar somuttur. Program ve strateji ifade eden sloganlar bile (ki öyleleri de elbette olacaktır) o anda içinde bulunduğunuz kalabalığın toplumsal bileşimine ve bilinç durumuna göre seçilir ve formüle edilir. Grevde olan ama henüz bırakın sosyalizmi, işçi sınıfı bilincini bile tam olarak kazanamamış, milliyetçi bir işçi topluluğunun içinde “Yaşasın beynelmilel komünizm!” diye bir slogan atsanız, sloganın içeriğinde hiçbir sorun yoktur, ama o eylemde atılması düpedüz intihardır. Yapacağı etki, tek bir işçinin dahi komünizme sempati duyması değil, sizin bütün işçilerden yalıtılmanız olacaktır. Davayı ilerletmeyecek slogan, slogan değildir; olmayacak duaya âmin demektir.

Pazar günü Taksim’de yapılan ve tam bir “milli mutabakat” örneği olan mitingde yer alan bir dizi sol gruptan atılan “Faşizme karşı omuz omuza!” sloganı da böyleydi. Kiminle omuz omuza olacaksınız faşizme karşı? Başka her şeyi bir yana bırakalım. AKP’nin genel başkan yardımcısı, eski bakanı, milletvekilleri, İstanbul büyükşehir belediye başkanı ve Beyoğlu belediye başkanı oradaysa ve o insanların Recep Tayyip Erdoğan’dan ve AKP hükümetinden koparılamayacağı ayan beyan ortada ise, onlarla faşizme karşı omuz omuza olabileceğinizi mi düşünüyorsunuz da bu sloganı atıyorsunuz? Haydi, gittiniz o mitinge, neden mesela “Faşizme geçit yok!” diye onlara meydan okuyan bir slogan yerine oradaki kitlenin tamamı sanki aynı safta olmalıymış izlenimi yaratacak bir slogan atıyorsunuz?

“Haydi, gittiniz o mitinge” dedik. Aslında esas mesele buradadır. Mitingden önce Gerçek gazetesinin sütunlarında yayınlanan Devrimci İşçi Partisi (DİP) bildirisi bu mitinge katılmanın neden yanlış olduğunu anlatıyor. (http://gercekgazetesi.net/dip-bildirisi/dip-bildirisi-turkiyenin-milli-mutabakata-degil-anti-emperyalist-mucadeleye-ihtiyaci.) Bugün durum şudur: Tayyip Erdoğan belki de 14 yıla yaklaşan iktidarının hiçbir döneminde olmadığı kadar muhalefet partilerine lütufkârdır. Mitingin ertesi günü (bugün) Beştepe külliyesinde Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’yi, AKP başkanı sıfatıyla oraya gidecek olan başbakan ile birlikte ağırlıyor. Sadece partilere karşı olumlu bir yaklaşım içinde değil Erdoğan. Konuşmalarında “Sünnisi Alevisi, Türkü Kürdü Lazı Çerkesi” deyip duruyor. Neredeyse bütün vatandaşlarını teker teker öpecek. Tam bir “milli mutabakat” havasında. Neden?

Bu soruya cevap vermeden bugünün Türkiye’sinin durumunu anlayamazsınız. Tayyip Erdoğan kimseye sevgisinden kollarını açmıyor. Ortaya çıkan tablo ordunun neredeyse tamamının ve MİT’teki kendi mutemet adamının bile kendisini devirmeyi düşünebilecek bir konumda olduğunu, bunların ardında ciddi siyasi güçlerin bulunduğunu göstermiştir. 15 Temmuz saat 16:00 ile 22:00 arasındaki saatler, Hulusi Akar’a ve Hakan Fidan’a cevapsız telefonlar her şeyi anlatmaktadır. Bu yüzden Erdoğan bir süre boyunca desteğe muhtaçtır. İşte bunun için hem muhalefet partilerine, hem de Kürdü ve Alevisi ile düne kadar karşısına aldığı bütün toplum kesimlerine bugün sevgi gösterilerinde bulunuyor.

Sol ise Taksim meydanına giderek Tayyip Erdoğan ve AKP ile “milli mutabakat”a katkıda bulunuyor. Soldan daha önemlisi DİSK, KESK, TMMOB ve TTB gibi örgütler. Bu örgütler kendi başlarına bir miting düzenleyebilecekleri halde, Türk-İş içinden sendikalardan destek alabilecekleri halde, bu “milli mutabakat” mitingine gidiyorlar. Evet, işçiler emekçiler darbeye karşı harekete geçmeli, sokağa çıkmalı. Ama bunun için CHP’ye, hatta AKP’ye yamanmak gerekmiyor!

Oysa Tayyip Erdoğan bir yandan da 12 Eylül cuntabaşı Kenan Evren için biçilmiş bir OHAL’le ülkeyi tek başına yönetmenin olanağını kullanıyor. Erdoğan ve AKP Türkiye’nin yasalarını, Türkiye halklarının haklarını ve özgürlüklerini askıya alıyor. Uluslararası Af Örgütü açıkça işkenceden, darbecilere “copla tecavüz”den söz ediyor. Gerçek sitesi bu sütunda işkence konusuna erkenden işaret etti (http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/askiya-alinan-bir-uluslararasi-sozlesme-degil-hukukun-tamami). “Darbeciler işkence görebilir, karşı değiliz” diyen var mı? Bugün darbecilere, yarın sendikacılara, işçi önderlerine, sola, Kürtlere! İşkence meşrulaştırılmamalıdır! Yasalar askıya alınmamalıdır! Haklar ve özgürlükler kısıtlanmamalıdır! OHAL yoluyla başkomutan istibdadı kurulmamalıdır!

Sendikaların ve solun dün Taksim’de bulunması çok büyük bir yanlış olmuştur. AKP, CHP’yi meydana bedava taşımıştır. CHP, birtakım sol grupları İstanbul’a bedava taşımıştır. Taşıma suyla değirmen dönmez! İşçi hareketi ve sol kendi gücüyle ayağa kalkmalı ve sokağa çıkmalıdır.

Hele hele bazı solcuların yaptığı gibi, “Üç sene sonra yine Taksim meydanındayız” güzellemeleriyle olayı Gezi’ye benzetmek tam anlamıyla gülünç duruma düşmektir. Bugün Türkiye’nin dört bir köşesinde sokaklara çıkan bütün halk değil ama AKP’nin kıtaları Türkiye tarihine anti-Gezi olarak geçecektir. O kıtalarla birleşmeye doğru bir adım atmak Gezi’den olsa olsa uzaklaşmak olur. Öyle olmasa bile Erdoğan’ın ve AKP’nin ayakta kalabilmek için açtığı yollardan Taksim’e ulaşmak nasıl Gezi oluyormuş? İnsan hicap eder!

Yanlışın neresinden dönülse kazançtır. İşçi hareketi öne düşmeli, AKP’nin darbeyi bahane ederek adım adım OHAL istibdadını inşa etmesine karşı mücadele büyütülmelidir. Hem askeri darbeyi, hem AKP istibdadını önleyecek olan budur.