Damat Berat Paşa

 

Recep Tayyip Erdoğan, kendisi için 2023 hedefini koymuştu, ama “yeni Türkiye” için çok daha uzun bir menzili vardı: hedef 2071 idi. İşi şansa bırakmıyor, hanedan türü bir yönetim kurmak için planlı bir biçimde çalışıyor. Oğlu Bilal’i yeteneklerine veya yetenek yokluğuna bağlı olarak siyasete sokmadı, “parlamento dışı iktidar” işlerinden, en başta hayır işlerinden sorumlu kıldı. Kızı Sümeyye’yi bir rol için hazırlıyor, ama daha o rolün ne olduğu belli olmadı. Damadı Berat’ı ise şimdiden kendisinden sonra Türkiye’nin yönetimine adaylar arasına almış oldu. Damat Berat Bey, 29 yaşında Çalık Holding’in CEO’su olmuştu. Şimdi 37 yaşında, en genç bakan olarak kabinede yer aldı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı oldu. Türkiye’nin petrol, doğal gaz ve ihtişam uğruna savaşlara sürüklenmekte olduğu bir dönemde çok uygundur! Berat Bey belli ki aşırı yetenekli biri. Çok genç yaşlarda CEO veya bakan olmasının kayınpederinin kimliği ve gücü ile bir ilişkisi olduğunu ileri sürmek yanlış olur. Kendisi gelecekte Türkiye’nın başbakanı olursa, çok uygun olur: Tayyip Erdoğan Türkiye’yi bir şirket gibi yönetmek istiyordu. E, bunu yapmak için en uygun kişi de bir CEO olur elbette!

Ahmet Davutoğlu böylece “en iyi yardımcı erkek oyuncu” ödülüyle yetineceğini ortaya koymuş oluyor. Aslında, Antalya’da G-20 toplandığı zaman Davutoğlu’nun figüran rolüne bile razı olduğu söylenebilir. Mesela Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri heyetleri arasındaki resmi görüşmede, başbakan sıfatını taşımakta olan Davutoğlu yoktu, ama henüz bırakın bakan olmayı, yemin töreni yapılmamış olduğu için milletvekili sıfatını dahi taşımayan Berat Bey vardı. Çalık Holding CEO’su sıfatıyla zahir. Tabii ki damat sıfatıyla değildir.

Yine de o toplantıyı bir istisna sayabiliriz. Ama Davutoğlu’nun AKP’nin genel başkanı ve hükümetin başı olduğunu söyleyecek kadar ileri gidemeyiz. Meclis başkanlığı için Kanlı Pazar’ın kahramanı İsmail Kahraman’ın AKP adayı olarak gösterilmesinde Davutoğlu’nun değil Erdoğan’ın iradesinin belirleyici olduğunu bütün Türkiye biliyor. Hükümette de benzer bazı durumlar doğmuş. Mesela Ali Babacan’ın hükümette yer almaması, onu milletvekilliğine davet eden ve yerli ve uluslararası sermayeye güvence olarak bakan yapmayı planlayan Davutoğlu’na bir darbe.

Ama o konuda bir yarı yol çözümü bulunmuş. Ali Babacan kabine dışı kalırken onun en yakın ekip arkadaşı Mehmet Şimşek tam tersine terfi ettirilmiş ve Başbakan Yardımcısı yapılmış. Aslında bir bakıma sermayeye eski neoliberal, işçi düşmanı politikanın sürdürüleceği güvencesi verilmiş. Jöleli danışmanın ara sıra çıkarttığı seslerde duyulan “milli ekonomi” türü bir yaklaşım dışlanmış. Buradan tek sonuç çıkıyor: Ali Babacan’ın temsil ettiği ekonomi politikası değil, kendisi veto yemiş. Babacan, Gezi döneminden başlayarak Gül-Arınç ikilisine paralel bir politika izlemiş, onlara yakın durmuş, Tayyip Erdoğan blokunun temsil ettiği hukuksuzluk çizgisini uluslararası sermayenin kaçacağı kaygısıyla eleştirmiş, Erdoğan Merkez Bankası’na baskı yapınca da bankanın yetkilerini savunmuştu. Yani bir Erdoğan muhalifi profili çiziyordu. Erdoğan Gül-Arınç çizgisine en ufak bir taviz vermeyeceğini ilan etmiş bulunuyor.

Davutoğlu’nun yediği esas darbe başbakanlık ve AKP genel başkanlığı için kendisine rakip olarak gösterilen Binali Yıldırım’ın kabineye girmiş olmasıdır. Hükümetin kurulmasından önce bu ad üzerinde büyük bir mücadele olduğu biliniyordu. Bu mücadeleyi de Davutoğlu kaybetmiştir. Ama yine bir yarı yol çözümünden söz edilebilir. Çünkü son AKP Kongresi öncesinde Binali Yıldırım’ın başkanlığı için imza toplanmasında ön planda görev alan Nurettin Canikli de Erdoğan’ın talebine rağmen kabine dışında kalmıştır.

Bütün bunlardan çıkan sonuç açıktır. Tayyip Erdoğan esas reistir. Davutoğlu güya yüzde 49,5 oy almış bir parti lideri olsa da açık ara arkadadır. Ama daha şimdiden, seçimin üzerinden bir ay bile geçmeden mücadele başlamıştır. Davutoğlu eziliyor. Bir süre sonra da “emanetçi” görevine son verilip kullanılmış bir mendil gibi buruşturulup bir kenara atılmaktan korkuyor olmaması mümkün değil. AKP Kongresinde bunun olmasına ramak kalmıştı. Üstelik, Erdoğan siyasi üslubu gereği bunu karşısındakini ezerek yapıyor. Obama görüşmesindeki ve genel olarak G-20 toplantısındaki manzara tam da buydu.

Öte yandan, Gül-Arınç hizbi Davutoğlu’na özellikle Arınç aracılığıyla çengel atmış durumdadır. Arınç, öyle düşündüğü kuşkulu olmakla birlikte, Davutoğlu’nu kendi yanlarına kazanmak için onu göklere çıkarmaktadır. Bir süre sonra Türkiye’nin çelişkileri derinleşince, Davutoğlu’nun Erdoğan’a karşı daha açık tavır alıp Gül-Arınç-Babacan kampının yanına geçmesi olasılık dışı değildir. O zaman Türkiye’nin 13 yıllık iç savaşından (TÜSİAD’a karşı MÜSİAD) ve iç savaşın iç savaşından (AKP’ye karşı cemaat) sonra bir de "hükümetin iç savaşı" ile karşılaşırsak şaşırmayalım.

Öyle bir durum doğduğunda insan en çok kime güvenir? Elin adamlarına mı yoksa damadına mı?